Büyük olmak mecburiyeti Ali Erdal Sayı:
107 -
(Yazarın, yakında basılacak olan TÜRK KİMLİĞİ isimli eserinden)
Öyle bir coğrafyadayız ki… Dünyanın düğüm noktası… Her tarafla, her devletle, her milletle, her kültürle, her kıta ile irtibat halinde olmayı gerektiriyor. Ve her yerle, her yönle, herkesle ittifaklar kurma imkânı veriyor… Hattâ mecbur ediyor. Napolyon, “Dünyanın başkenti bir tane olacaksa o İstanbul’dur” diyor. Sadece böyle bir şehre sahip olmak bile cihanşümul düşünmeyi ve hareket etmeyi gerektirir. Sadece İstanbul’un, “dünyanın kilidinin” yükleyeceği sorumluluk bile, bunu anlamaya yeter. Böyle bir coğrafyada yaşayan millet, hele bir de buna uygun tarihe sahipse, büyük düşünmek, büyük olmak, ona göre kuvvetli olmak, denge ve otorite kurmak zorundadır. Bizim kaderimiz, “ya hep, ya hiç”. Bütün devletleri bölmeye uğraşıyorlar. Parçalamadan yutmak mümkün değil. Irak, Suriye, Lübnan bölündü bölünecek... Suudi Arabistan sırada... Nereye doğru uzanacaklarını bilmek zor değil. Böyle bir coğrafyada kuvvetli olmak, hayatta kalmak için şart... Hattâ mümkün olanlarla, nerede olurlarsa olsunlar, ittifak yapmak bile şart. Hele bir de birleşmenin bütün şartları müsait ise...
Coğrafya bizi büyük olmaya mecbur ediyor…
Bir yabancı, ‘Türk milletinden bahsetmeden, hiçbir millet kendi tarihini yazamaz ve böyle ikinci bir millet de yoktur’ diyor… Büyük devletler, büyük kahramanlıklar, büyük şahsiyetlerle dolu bir tarih… Büyük fetihler… Büyük zaferler… Büyük olaylar… Büyük değişiklikler... Büyük yaslar...
Sadece Müslüman olmamız, Fransız İhtilâli’nden daha mühim bir hadise… Dünya için de… İstanbul’un fethi keza… Sadece İslâm âlemi değil, dünya için de… Sadece bunun farkına varsak yeter. Lider olmamız, cihan devleti olmamız… Yanılgılar, yenilgiler, hatalar, ihanetler… Hepsi birlikte muhteşem bir tecrübe... Böyle bir tecrübe, bir akvaryuma hapsedilebilir mi?
Verilen nimetler, bizi büyük olmaya mecbur ediyor…
Dün, meselâ Tac Mahal, Mostar Köprüsü, Hicaz suyolları, Süleymaniye gibi eserleri başaran irade ve kudret, bugün kalitesiz ve seviyesiz “yapıtlara” benim diyerek insan içine çıkmamalı.
Her sahada verdiğimiz eserler, bizi büyük olmaya mecbur ediyor…
İslâm dünyasının lideri ve hâmisi olmuş bir millet, meselâ Suriye’ye ne halin varsa gör diyebilir mi? Başbakanımızı, “Ağabeyim geleceği için dün gece uyuyamadım” diye karşılayan Türklük dünyasını, çocuklarına başbakanımızın ismini veren İslâm âlemini görmezlikten gelebilecek miyiz? Amerika’nın Ukrayna’da, Irak’ta, Suriye’de ne işi var; Rusya’nın Suriye’de, Akdeniz’de, Libya’da ne işi var, Fransa’nın Cezayir’de, Akdeniz’de, Azerbaycan’da ne işi var, İngiltere’nin Ortadoğu’da, İtalya’nın Libya’da ne işi var, İsrail’in dünyayı karıştırmaya, Türkiye’ye karışmaya ne hakkı var demeyenler; “Türkiye’nin şurda burda ne işi var demeye utanmalıdır” demeyeceğim; onlar utanmaz, ama onlara hak verenler, böyle bir sözü “buldum” heyecanıyla söyleyen gafiller utanmalıdır. İran ve Rusya, Suriye diktatörünü ayakta tutmaya çalışıyor. Suriye’ye düşman görünen İsrail, sinsice bunun için çalışıyor. Amerika, darbeyle iktidarı gasbetmiş Mısır diktatörünü desteklediği gibi, Suriye diktatörünü de destekliyor. Şer ocakları kötüleri ayakta tutmakta ittifak halinde. Biz Ortadoğu’ya, Balkanlar’a, Kafkaslar’a kör mü olacağız? İmkânı olanlar, dünyanın her yerinde askerî üsler kuruyor; böyle bir dünyada, Türkiye’nin içine kapanmasını isteyenler, cahil değilse haindir.
Şartlar bizi büyük olmaya mecbur ediyor…
“Yepyeni bir dünya kuruluyor”… Böyle gitmez, kurulmak mecburiyetinde. Bütün bu telâşlı didişmeler, onun alâmeti... Avrupa Birliği yürümüyor, Amerika tökezliyor... Birleşmiş Milletler hak üzere işlemiyor. Nato var mı, yok mu belli değil. Yeni güç merkezleri ortaya çıkıyor!.. Afrika bile uyanıyor!.. Her devletin yalnız kalmaktan korktuğu ve şimşekler çakan fırtınalı gecede sığınacak yer arayan çocuk gibi telâşla müttefik aradığı dünyada yerimiz neresi olacak diye düşünmeyecek miyiz? Herkesin sun’i ittifaklara bile razı olduğu bir zamanda en kolay birleşme imkânı olan soydaşlarımızla, dindaşlarımızla birlik olmaya gayret etmeyecek miyiz?
Kökümüz bizi büyük olmaya mecbur ediyor…
Ulaşımın, iletişimin, haberleşmenin; bilgi toplamanın ve yaymanın, belge toplamanın ve ifşa etmenin bu kadar hızlı, yaygın, yönlendirici ve kural tanımadan yapılabilmesi ile küçülen, âdeta bir köy haline gelen dünyada; sadece biz değil hiç kimse, hiçbir şeye karşı ilgisiz kalamaz. Pireneler’in tepesindeki inzivaya çekilmiş papaz misali yalnız minik Andora bile…
Dünyanın küçük bir köy haline gelmesi, bizi büyük olmaya mecbur ediyor…
Coğrafya gibi tarih de bizi büyük olmaya mecbur ediyor…
Şartlar bizi büyük oynamaya mecbur ediyor…
Olaylar ve zaman mecbur ediyor…
Her şey büyük olmayı mecburî kılıyor.
Ve millet bunu istiyor!
Şöyle sükûnetle, objektif olarak düşünelim...
Bâtıl cephe, bir fikir ve iman etrafında ittifak edemez...Dünya menfaatlerinde bile anlaşamazlar... Bu sebeple hakiki mânâda orduları olamaz. İdealsiz ücretli askerlerle savaş yapılamaz. Yani bâtıl cephe kendi ordularını cepheye süremeyeceği için katil çetelerini kullanma küçüklüğü ve çaresizliği içindedir... Pek güvendikleri nükleer silâhları (kendi imhaları da olacağı için) kullanamazlar... Ancak kof cüsseleriyle şişinip tehdit edebilirler.
Bizim liderliğimizde hak cephe ise...
Bir iman ve fikir etrafında birleşebilir...
Bu fikir ve iman uğruna değil askerleri, sivilleri bile savaşabilir...
Büyük millet olma kaderi, bizi büyük olmaya mecbur ediyor.
Handikap... Batının meydana getirdiği iki asırlık maddî ve psikolojik baskı sebebiyle ona karşı durulamayacağını ve ona karşı ittifakın mümkün olmayacağını sanmak... Onun yanında olmaktan başka çare olmadığını sanmak...
Denebilir ki... Her devlet, her millet, her topluluk büyük olmak ister; bunu bir millet için fevkalâde bir şey gibi ifade etmeye ne hacet? Evet ama bizimki istemekten öte... Hayatta kalma şartı. Ya büyük olup yaşamak, ya içine kapanarak yaşayacağını zannedip yok olmak!.. Ölümün, saadet görünen şekli...
Millet; “Ya hep, ya hiç”in farkında... Bunun için her fedakârlığa hazır. Tanzimat’tan beri ihtilâlcilerin, toplum mühendislerinin, şok haberlerle, olaylarla, tertiplerle milleti yanıltmaya çalışan dış güçlerin ve yandaşlarının, yalanların ve talanların oyunlarını her seçimde bozdu. Bütün menfi propagandalara, telkinlere, yanıltmalara, şaşırtmalara rağmen millet, sevilmesi istenenlerden nefret etti, sevilmemesi istenenleri sevdi. Millet balık hafızalıdır diyenler, postalı gördü mü, kaçacak delik arar sananlar, yanıldıklarını bir kere daha görecekler… Abdülhamit, Menderes, Özal tecrübeleri ve büyük olmak mecburiyeti, menfi gayretleri boşa çıkaracak… Ve Türkiye’yi “küresel güç”, daha güzel bir ifadeyle cihanşumül kudret olmaktan mahrum etmek isteyenlerin oyunlarını da bozacak inşallah… Bir yanda Ermenistan ve Yunanistan gibi başkalarını kışkırtan ufaklıklar, bir yanda AB, bir yanda ABD (ve süflörü) bize parmak sallıyorlar ve “yaptırım” tehdidinde bulunuyorlar. Şimdilik ayrı ayrı tehdit ediyor, ya bir de yarın beraber hareket ederlerse? Karşılarında büyük bir güç görmeliler! Ancak o zaman, kuyruklarını bacaklarının arasına sıkıştırıp yerlerine otururlar. Millet, her şeyin farkında.
Ve...
Ve her şeyden mühimi... Tek başına sebep... Vatanın korunması, milletin hayatiyeti, bayrağın dalgalanması, bayraktaki mânânın yücelmesi büyük olmayı icabettiriyor. Öyleyse büyük olmak mecburiyeti yerine büyük olmak memuriyeti mi demeliydim?
|