Dubalı dünya düzeni -IV- Mehmet izzet Gülenler Sayı:
107 -
Şu oyuncu ne kadar müthiş değil mi? Ne oynamış ama… Üff… Ya Şu’na ne demeli… Son filmi için şu kadar kilo almış… Vay be.. O nasıl oynamak… Neler yapıyor adamlar… Şu’nun yaptığı vücudu gördün mü? Ya şunun karizmasına ne demeli… Böyle bir ‘cool’luk olamaz..
Bunlar muhtemeldir ki sinema ve televizyonun icadından beri bir şekilde âşina olunan diyaloglar… En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim derler ya hani… Ben de öyle yapacağım; hemen hemen neredeyse hepimiz kandırılmışız!.. Kandırılmamızın tarihi en az sinemanın tarihi kadar eski sanırım… Hepimiz bir güzel ‘oyuna’ getirilmişiz. Her nesil payına düşeni almış ve kana kana kanmış… O oyuncular, onların yaptığı, giydiği, yediği, içtiği, söylediği, kullandığı, bindiği, elinde tuttuğu, üstüne oturduğu, yanından geçtiği, hayal ettiği ve gerçekleştirdiği, her şeye…
Hayattaki en büyük, asıl amaç ve o yoldaki enstrümanlar olarak önümüze konmuş… İçimize yerleştirilmiş… Dubaların en renklileri ve en hasları olarak… En büyük hedef ve hayattaki her anlamdaki en büyük zirve olarak hep bunlara ulaşmaya güdümlenmişiz…
20 sene önceki filmlerinde o ‘büyük’ oyuncuların ellerinde tutturdukları kahveleri meselâ sonunda buralarda da satmaya başladıklarında… O yıllarca işlenmiş bilinçaltı ve üstü kodları ile insanlar, o kahveye ulaşmış olmanın verdiği büyük mutlulukla, kana kana o kahveleri içmeye başladılar… Kim bilir belki de işte o çok havalı, çok ‘cool’, hayattaki en büyük hedefe yerleştirilmiş olan o ‘büyük’ oyuncularla özdeşleşmiş ve belki de o hedefe biraz olsun yaklaşmış hissederek…
O ulaşılması neredeyse imkânsız görünen o ‘büyük’ oyuncuların… Taktıkları gözlükler, giydikleri kıyafetler, kullandıkları araçlar… Saç sakal kesimleri… Tarzları… Vücutları… Dövmeleri… Hayat tarzları… Vb… Ulaşılabilir olduğundan beri artık hepimiz ‘artistiz’…Çok şükür…
Kana kana takıyoruz artık o gözlükleri… Kana kana giyiyoruz artık o ceketleri o “jean”leri… O retro giysileri… Kana kana kestiriyoruz saçlarımızı artık onlar gibi.. (Pörsınıl treynırlarımız) kaslı kaslı omuzlu “six packli” vücutlarımız var bizim de artık onlar gibi… Dövmelerimiz… Dövmelerimiz de cabası… “E-Pub”larda da takılıyoruz… E oldu işte sonunda… Ohh bee… Artık hepimiz ‘cool’uz… Yıllarca özendirildiğimiz ve özendiğimiz her şeye kavuştuk sonunda… Artık neredeyse hepimiz ‘ünlü’ sayılırız… Ve artık hepimiz ‘özgürüz!.. O havalı gözlüklerimiz… Retro kıyafetlerimiz… “Piercing”lerimiz… Dövmelerimiz… Ve “pub”larda* tokuşturduğumuz biralarımızla… Ve O hep özendiğimiz; o müthiş! hayat tarzımızla fena halde ‘özgürüz’!!! Sonunda… Yaşasın..
[* Pub.. ‘Public House’un kısaltması..Türkçesi Halk Evi diyebiliriz..
Kamu Alanları üzerine tez yazan bir arkadaşım anlatmıştı..: Kamusal alanda, insanların organize bir şekilde biraraya gelip, devlete ve düzene karşı baş kaldırmalarını önleyecek bir emniyet sübabı vazifesini görmesi amacıyla devlet yoluyla, veya desteğiyle diyelim, açılmış bu Pub’lar oralarda zamanında; çıkışındaki temel mevzunun böyle bir yönü var; yani kafayı bulan ve gevşeyen insanların örgütlü bir başkaldırıya yönelemeyecekleri düşünülerek..]
Evet; peki şimdi… Ne oldu… Şu oldu..: Zokayı yutan balıklar gibi yukarıya çekildik… Ağzımızdan iğne çıkarıldı ve kovaya diğer balıkların yanına atıldık… Artık kovadayız ve çok özgürüz!!! Biz kana kana içerken, alırken, giyerken; onlar da bizi kandıra kandıra içirdiler sattılar ve giydirdiler… Biz paramızı dilimizi dinimizi kendimizi kaybederken, onlar da paralarına para ve güçlerine güç katmanın; nereye çekse gelecek, içi boşalmış, onların ağzına bakan, kendilerine bağlı (Brand Loyalty *) bir müşteri kitlesi oluşturmuş olmanın tadına vardılar…
[*Brand Loyalty : Marka Bağlılığı diye çevirilebilir..
O hiçbir yere sığamayacak çok derin bağlantıları olan büyük ‘Vefa’ duygusunun, kapitalist dünyadaki plâstikk uydurması diyebiliriz. Markaya, firmaya, ürüne öyle kalpten (!) bağlı anlamında. Onlarda bir hedef bu. Böyle müşteriler oluşturmak… Yani kendilerini hiçbir zaman değiştirmeyecek, başka firmalara kaptırmayacaklarından emin oldukları öyle bağladıkları müşteriler için kullanılan bir tabir..:
Brand Loyal Customers ]
Elimizi kolumuzu nasıl oynatacağımızı, nereye nasıl adım atacağımızı, nasıl düşünüp nasıl konuşacağımızı, hepsini, hepsini belirleyen, binlerce ‘renkli’ dubayı her yerimize koydular işte… Beynimizin kıvrımlarına, dilimize, gözümüze, içimize, dışımıza… Artık tüm hareketlerimizi o dubalar yönlendiriyor…
İşte durum bu… ‘Cool’ olmayı bize öğretirken… ‘Cool’ olmanın gerekleri olan şeyleri… O pantolonu ceketi… O hayat tarzını… O ‘cool’ hâli tavrı..bize satarken… ‘Kul’ olmaktan uzaklaştırdılar bizi… Aslolanın ‘Kul’ olmak, olabilmek olduğunu unuturdular… İyi bir ‘Kul’ Olmaya çalışmak olduğu bilgisinden ve hâlinden uzaklaştırdılar bizi... ‘Kul’ olup sonsuzluğa açılmayı; ‘cool’ olup kovada yüzmeye tav ederek değiştirdiler…
Ve bu renkli kamuflaj dubalar… Dubaların en hasıdır… Fark edilmesi, görülüp zeminden ayırdedilmesi kolay değildir… Tek tek bulunup temizlenebilmesi özel uzmanlık ve büyük çaba ister..
Kendi Gözlem Evim’den çekilmiş olan dubalardan bu kadarı, şimdilik yeterli olur belki tezimi desteklemek için. Evet, Bu aralar; “dünya bu minval üzere işte... “ (Turgut Uyar'ın Arz-ı Hâl’ine selâm ederek…) Bir süredir dubalar üstünde… Renkli renkli dubalı bir dünya…
Dubalar kaldırıldıkça, güneş ve asıl ‘gerçek renkler’, yağmurdan sonra çıkan gökkuşağı gibi yüzünü gösteriyor ara ara. Belki de Yontma Plâstikk Çağındayızdır da haberimiz yoktur, kim bilir… Ama yine de güneşin doğmaya en yakın olduğu an ‘dubaların’ en yoğunlaştığı andır diyebiliriz. Allah büyüktür...
| Her şeyi açıklığa kavuşturan ‘Bilim Adamları’na da küçük bir not:
Bu sefer işiniz biraz daha zor sanırım; uzaya ve aya çıkıp fotoğraflar çekerek ispatlar yetmeyecek çünkü; bu sefer, her birinizin- ve de her birimizin- önce kendi içimizdeki aya çıkıp oradan kendi dünyalarımızın fotoğraflarını çekmemiz ve gördüğümüz her bir dubayı tek tek temizlememiz gerekiyor… Yani her birimizin tek tek ‘Adam’ olmamız gerekiyor...
‘'Bilim’ kısmını bilemem..
Neyse ki onu siz biliyorsunuz zaten.|
-Son-
|