Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     866 kez okundu.     1 yorum bırakıldı.     Yazara Mesaj

Devletin Yapmadığını, Yapamadığını
Ali Erdal

  Sayı: 114 -

Kitapçı sayısı ve kitapçılardaki raf adedi, bir topluluğun fikir seviyesini belli eder. Kitapçılar dolup taşıyor mu, sinek mi avlıyor? Hüzünle görüyoruz ki, gün gün kitapçı azalıyor, büyük şehirlerdekiler küçülüyor ve raflar seyrekleşiyor. Kitapçılarda, –tanımasanız bile– fikrin değerini bilenlerle yan yana, mürekkep kokusunu hissederek, kitap ve dergi seçmek ne büyük zevkmiş meğer... Şimdi anlıyoruz… Raflardan kitap ve dergi seçme zevki kayboldu. Yerini, bir işle meşgulken ve yolda yürürken bile malâyâni bir (vidyo) takip etmek aldı. Bu hali cep telefonunun zaferi deyip teknik gelişmelere bağlayıvermek eksik bir teşhis olur. Düşünen herkes bilir ki günlük ifade dünyamız, pek az kelime ile sınırlıdır. Bu da mı teknik gelişmelerin sonucu? Demek ki, her şeyin kolayına kaçıyoruz. Demek ki, elimizdeki malzemeyi, hakkınca kullandırmayan, hattâ başta zaman olmak üzere şuursuzca harcatan saiklerin esiriyiz. Bırakın kitap okumayı ve yazı kaleme almayı, kısa bir ibare dinlemek; üç beşten fazla tuşa basmak bile işkence geliyor çoğumuza. Bir dokunuşla bir sembol göndermek yeter de artar bile. Biz de akıntıya uyarak ifade edelim de, meramımız daha iyi anlaşılsın... Sadece cep telefonu değil, düşünmekten uzaklaştıran her vasıta (in), okuma yazma ve tefekkür (out). Dikkatle okumak, okuduğu üzerine düşünmek ve neticeyi en güzel şekilde ifade etmek yerine; ilk akla geleni, küçük bir sembolle, klişe birkaç kelimeyle geçiştirip, başka bir hevese yönelme... İtina gerekmez. Nefsimizin, heveslerimizin esiriyiz. Halimiz bu... Fikir deyince, okuma ve yazma deyince yüzünü buruşturan nesiller... “Boş zamanında ne tür kitaplar okursun?” sorusundaki acılığın farkında olan çok az. İşte eğitim sistemimizin mahsulü... Millete okuma yazma öğretme gayretkeşleri; nerelerdesiniz? Siz de herkesten önce ve herkesten çok akıntıya kapıldınız değil mi?

Mesele kaybolan şeylerin yerini, başka şeylerin alması ve bir şeyler kaybetmenin üzüntüsü değil; fikir çilesi, kalite zevki, doğru olma ve doğrulukta kalma iradesi, kısaca her sahada edep gidiyor; kolaycılık, seviyesizlik, basitlik ve insanî münasebet sınırlarında gevşeklik, kayıtsızlık ve umursamazlık onların tahtına kuruluyor. Sıkıntı bu!.. Giden bir felâket, gelen iki… Bütün cemiyete şamil her sahadaki bu düşüşün bir sorumlusu, sorumluları olmalı. Bu da 3 asırdır başta eğitim olmak üzere, her alana hükmeden Batıcılık... Tanzimat’la başlayan ve gittikçe artan bir ivmeyle devam eden bu düşüşün hesabı sorulmalı.

Bir cemiyeti yöneten zihniyeti ve kadrolarını hesaba çekmek için 100 yıl yeterli midir? Çok bile... Bizim Batıcılık maceramız üçüncü asrın içinde... Demek ki, Batıcı zihniyeti ve kadrolarını; bu nesiller boyu devam eden seviye kaybı yönünden Türk ruh kökünün, millî vicdanın hesaba çekmeye kat kat hakkı var? Bizi köklerimizden koparıp Batıcılık bataklığına çeken ve fikirsizler yığını haline getirenler, buna rağmen gelişme nutukları atanlar cevap versin... Değil, sitemkâr ve kinayeli olmak, öfkelenmeye bile hakkımız var... Ama biz ironide kalalım... Sanki hakikati bilmiyormuşuz gibi sayı soralım:

-Sizin zihniyetiniz ve kadrolarınız Türk milleti üzerinde hegemonya kuralıdan beri kaç insanımız Nobel Ödülü aldı? Dünyada bu yönden sıralamanın neresindeyiz?

-Üniversitelerimiz bütün dünyadan yüksek zekâları celbedebiliyor mu, yoksa bizden “beyin göçü” mü oluyor Batıya?.. Meselâ doktora yapmak bir Türk üniversitesinde mi, bir Batı ülkesinde mi geçer akçe?

-Bunca zaman içinde Batıdan (kılığını taklit etmek dışında) ne alabildiniz?

-Yakın zamana kadar bir toplu iğne bile yapamayışımızın sebebi nedir? Heykelleri bile yabancılara yaptırıp, dünyanın parasını elinizle, üzüntü duymak bir yana marifetmiş gibi dışarıya saçarken, “Yerli malı, yurdun malı; her Türk onu kullanmalı” demeye diliniz nasıl vardı?

-Dedeler ve nineler torunlarına masal anlatabiliyor mu ve torunlarıyla oyun oynayabiliyorlar mı? Ne saçma bir soru... Evde dede ve nine mi kaldı? Onları “huzurevi” isimli müzeye kaldırdık. Bu soruyu anne ve baba üzerinden sormalıydık...

-Bizden başka hangi millette yabancı müzik hayranlığı var? Caddeleri yabancı kelimelerle kaplı bizden başka kaç ülke var? Bizden başka sırtında, göğsünde, başında, dilinde Batı firmalarının sembollerini, yazılarını, sözüm ona sanatçılarının resimlerini ve isimlerini taşıyan var mı?

-Bu sistemin ilkokulunda, ortaokulunda, lisesinde ve üniversitesinde okuduktan sonra, başka kaynaktan beslenmeden dünya çapında değer olmuş kaç kişi sayabilirsiniz?

Cemiyetin fikir yönünden nasıl çorak bir tarlaya benzediğini, daha doğrusu benzetildiğini şuradan anlamalı... Eğitimimizi; yetenekli kadroları çok iyi yetiştirip, milleti onların merhametli, şefkatli ve hünerli elleri ile yüceltmek yerine herkesi okuryazar yapma basitliği ve basiretsizliği yönetmektedir. Sonuç… “Her işi yaparım ağabey, kolay öğrenirim” diye boyun büken vasıfsız insanlar yığını… Dünden bugüne bir gelişme olduğunu (!) da inkâr edemeyiz; dün herkes okur-yazar yapılmak isteniyordu; o seviyeyi (!) aştık artık, bugün herkes üniversite mezunu yapılmaya çalışılıyor.

Sizin ahmakça hayranlığınız, Batının adice küçümsemesi dışında aranızda başka bir münasebet kurulabildi mi Batı ile? Batının darbe yaptırma, propaganda, provokasyon, kışkırtma, içimizdeki hainleri ve dışımızdaki düşmanları destekleme şeklindeki hayatımıza, bağımsızlığımıza müdahaleleri de mi sizi uyandırmadı? Bağımsızlığa pek bir önem (!) verirsiniz ya hani...

Kime ne soruyoruz? Gözlerini hayranlık perdesi bürümüş olanlar, başta terör ve ekonomik krizler olmak üzere, başımıza Batının ördüğü çorapları görebilir mi? Alıp palazlandırılan hainleri ve devlete sızdırılan mankurtları teşhis edebilir mi? Nitekim yarım yüzyıl fark edemediler el atıyla çalım satan hainin ihanetlerini. Alenî küçümsemeleri ve alenî düşmanlıkları bile fark edemeyenler, Batıcılık hevesinin cemiyetimizi nasıl bir edep yoksunu ve yoksulu haline getirdiğini mi görecek?

Edep dedik diye, hemen mini etek ve başörtüsü diye başlar, her şeyi cinsiyete bağlarsınız deme, yani hedef saptırma ve mugâlâta yapma “olanağı” kazandığınızı sanıp sevinmeyin. Edep; kadın erkek alâkası dâhil her şeyin sınırının doğru çizilmesi; cemiyetin, hayatın ve her türlü münasebetin buna göre nizamlanması... En iyiyi ve en güzeli meydana getirmek ve cemiyette huzuru temin etmek için herkesin ve her şeyin haddinin belirtilmesi, sınırının çizilmesi... Her şeyin bir nizam ve intizam içinde olması… Herkesin kendisinin ve başkasının haddini ve hakkını bilmesi ve ona göre davranması… Kastettiğimiz bu...

“Çayın demini alması, Türk kahvesinin köpüğünü tutması, yemeğin en lezzetli anı bulması ne ise edep odur. Bu bakımdan tasavvuf büyükleri edep için şunu söylemişlerdir: Edep haddini bilmek, had ne demek, ölçüye uymak. Edep bu. Nitekim Abdülhakim Arvasî Hazretleri buyurur ki; ‘Edep haddini bilmektir, din ise baştan başa edeptir.’ Din baştan başa edeptir. İnsanı diğer canlılardan ayıran, en keskin farklardan biri olan kelâm kabiliyeti ise muhteşem bir mucize. Bu kabiliyetin en etkili hale getirilme ameliyesi ise ‘Edebiyat’. Konuşmayı en lezzetli hale getirebilmenin sanatına ‘Edebiyat’ diyoruz.” (Dr. Ömer DEMİRBAĞ, Öğretim üyesi)

Batıcılık heveslileri, bizi köklerimizden kopardı, ifade ettiğimiz mânâda edebi kaldırttı, her şeyle her şeyin arasındaki sınırları örseletti, bozdu; ama yerine bir nizam kuramadı. Yapboz tablosu karıştırıldı, karıştırılmakla bırakılmadı, plâkaların ve yuvaların ölçüleri değiştirildi; şimdi haliyle parçalar yerlerine konamıyor. Hadleri belirten, sınırları çizen imanın yetkileri elinden alındı, yeni hadler ve sınırlar da çizilemedi. Kaos... Üç asırlık Batıcılık hevesinin mahsulü... Batıcılar bu halin tasasını çekecek seviyede değiller.

Bereket ki, Türk irfanı bu yozlaşmaya direndi. Batıcı bayların meydana getirdiği hasarı, halk ile “yerli ve millî” kalem erbabı telâfiye çalıştı. Köklerine bağlı aydınlar, fikir dünyasının en etkili silâhına sarıldılar: Dergi çıkarmak... Ve kanunların müsaade ettiği ölçüler içinde, ruh kökünü kurutmak isteyenlere karşı fikir ve inançla, köklerine güven hisarını yükseltmek...

Dergiler; edebiyat içinde, hakikati, fikir haysiyetine en uygun şekilde en güzel, yalın ve sade olarak ifade vasıtası... Dergiler, devrilmeye ramak kalan trendeki kurtarıcı imdat kolu. Fikir has bahçesinin en güzel gülü... Bir kapakla gündem değiştirilebilir, birileri yüceltilir, birileri gözden düşürülebilir. Dâvâ, gelecek nesillere ve kalıcı eser kitaplara taşınabilir. Dergiler, ifadeye çalıştığımız mânâda “edep mektebi”... Son yüzyılda ne kadar kalem ve kelâm değerimiz varsa hemen hemen hepsi dergiler yolu ile dergiler sayesinde kazanıldı ve cemiyete mal edildi. Hem de devlet imkânlarını elinde bulunduran baylara rağmen... Onların, devlet imkânları ile kanunsuz ve haksız baskılarına rağmen... İstiklâl Marşı şairini, çıkardığı Sırat-ı müstakim/Sebilürreşad dergisi kazandırdı milletimize. Akif, Batıcı baylar yüzünden Mısır’a gitmeye mecbur oldu. Büyük Doğu dergisi, Üstat Necip Fazıl’ın silâhı idi. Dünya ansiklopedileri, ülkemizden iki şairi ifade ediyor: Necip Fazıl ve Nazım Hikmet. İkisi de müesses nizamla kavgalı idi. “Ben küfrü faka bastıran adamım!” diye ifade ettiği gibi Üstat, Batıcı bayları, bir dergi ile hezimete uğrattı. Necip Fazıl’ın, vefatında gerçekleşmiş mahkûmiyet kararı vardı. Dost düşman değerinde ittifak ettiği, yaşından daha fazla olan eserleri ile millet, Büyük Doğu dergisi sayesinde kaynaştı. Yalancı, iftiracı, “manşeti hükümet deviren” basına rağmen… “Zaman bendedir, mekân bana emanettir şuurunda bir gençlik” Büyük Doğu dergisi sayesinde yoğurulabildi. Öyle bir gençlik yok diyorsanız, hayali olsun kurulabildi. Yaşasaydı hapse girecekti. Devrin cumhurbaşkanı, nice hak etmeyenleri mahkûmiyetten kurtardı; hasta ve ihtiyar demedi yetkisini onun için kullanmadı.

Dergilerin tesiri, kolay fark edilmez ama köklü olur. Büyük Doğu’nun son sayılarından bu yana yarım yüzyıl geçti. Yeni nesiller onu hiç görmedi. Görenler de hayattan çekiliyor. Buna rağmen bugün tıpkıbasımı yapılsa, en yüksek tirajlı yayın organından daha çok satar. Nitekim bir gazete Büyük Doğu’nun bazı sayılarını tıpkıbasım yaptı ve ilâve olarak verdi, kendi satışını arttırdı.

Her biri araştırma ve tez olarak ele almaya lâyık başka dergiler de var. Devlet kösteğine rağmen, ekolleşen ve kadrolaşan, dâvâsı nesillere mal olan bu dergilere mukabil, devlet desteğine rağmen, desteğine de ne demek bütün gücüyle, kanunî ve kanunsuz zorlamalara, eğitim sistemine rağmen, Batıcılık, millet vicdanında yer tutmadı. Dolayısıyla dergisi de olamadı. Bu yoldaki bir teşebbüs de akim kaldı. Yakup Kadri ile “Birinci Adam” ve “İkinci Adam” kitaplarının yazarı Şevket Süreyya önderliğindeki Kadro dergisi, devlet desteğine rağmen yaşamadı. Müesses nizam sistemleştirilecek, onun fikirde “kadrosu” kurulacaktı... 36 sayı çıkarılabildi. Adının mânâsına ulaşamadan, “kadrolaşamadan” hem kendi aralarında, hem devletle didişmelerinden dolayı kapandı. Unutuldu gitti, nerede kaldı, kadrolaşmak, ekolleşmek? Milletin ruh köküne dayanan dergilerse, başta alfabe değişikliği olmak üzere hayatı, fikri, insanî münasebetleri alabora eden değişikliklere rağmen; fikirden koparan basit ve yetersiz imlâya rağmen; dergi çıkarmayı ve okuyucuya ulaştırmayı, kitap bastırmayı zorlaştıran piyasa şartlarına rağmen, bütün bunlarla mücadele ederek her biri kendi çapında birer mektep oldular. İyi ki de oldular. Değerleri, bugün anlaşılamıyor ama yarın tarih; milletin hayalini dergilerin kurduğunu, öfkesini dergilerin haykırdığını, düşmanlara ve hainlere karşı kahramanca mücadeleyi dergilerin yaptığını, ümidini dergilerin ifade ettiğini, yasını dergilerin tuttuğunu, geleceğini dergilerin yoğurduğunu yazacak…

“Yarın elbet, bizimdir!”…


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Ekleyen : Faruk AKTI    15.11.2022
Yorum : Hocam kaleminize yüreğinize sağlık.Hakikatları haykırmışsınız. Her Milli Eğitim Bakanı değişimde Eğitim sisteminde yapılan değişiklikler yüzünden uzun yıllardır sağ iktidarların ülkemizi yönettiği bu dönemde bile maalesef arzu edilen eğitim sistemi oluşturulamadı.Rahmetli ÖZAL ın döneminde (85=88) yıılarında M.E.B Koruması olarak görev yaptığım dönemde Her yıl M.E.B. şura toplantılarında yeni kararlar alınır fakat bir türlü uygulatılamazdı.Yazınızda bahsettiğiniz gibi eğitim kadrosu buna müsait değildi hiç bir zamanda olmadı.





 
İranın neye ihtiyacı var?... - Sayı 122
Kırk... - Sayı 121
Kırk gün bir ölüyü bekley... - Sayı 121
Sıradan bir filme bu alâk... - Sayı 121
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (122):
Tarih boyunca izlediği politikalar, güncel meselelerde takındığı tavır çerçevesinde, doğu medeniyetinin aslî unsurlarından İran'a bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 sağlık dileklerimizle, hürmetle...... naci eroğlu

 Elinize emeğinize sağlık sevgili Halis hocam.Yazılarınızı takıp ediyorum hislerimize tercüman oluyor... Ahmet

 Elinize emeğinize sağlık sevgili Halis hocam.Yazılarınızı takıp ediyorum hislerimize tercüman oluyor... Ahmet

 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu


ACIYORUM

Millet, Meclis’i seçiyor...

Meclis, millet namına kanun yapıyor...

Anayasa Mahkemesi de bu kanunları bozabiliyor...

 

Şimdi söyleyin:

Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin mi?

Hâkimiyet kayıt ve şartla mı milletin?

Hâkimiyet kayıtsız şartsız Anayasa Mahkemesi’nin mi?

Hâkimiyet kayıt ve şartla Anayasa Mahkemesi’nin mi?..

(Kardelen; 13; Mart 1997)

 

ACIYORUM

Bir takım kimselerin, yetkilerini aşarak, kanun dışı teşkilâtlar kurduğu ve kanun dışı faaliyetlerde bulunduğu artık kimsenin yok diyemeyeceği bir gerçek halinde ortaya çıktı.

Bunlar, başlangıçta en azından, kanunların kötülerle ve kötülükle mücadelede yetersiz kaldığını düşünüyor.

Böyle örgütlere karşı çıkanlar da, gizli ve kanun dışı teşkilât kurulacağına falan falan kanunlara ve filân filân mekanizmalara dayanarak şöyle şöyle mücadele mümkündür, demiyorlar...

 

Öyleyse...

Ya bu ülkede kanunlar ve işleyen mekanizma yetersizdir... Ya devleti idare edenler...

Bu işin (ya)sı, (ma)sı yok... Hem kanunlar ve işleyen mekanizma, hem idareciler yetersiz...

(Kardelen; 13; Mart 1997)
66
Anlam peşinde
Bizim olmayan gemide kaptan olmak
Parlamenter sistem ve mağdurları
Kırk gün bir ölüyü bekleyeceksin
Niye döktün gözyaşımı


Ali Erdal - Anonim eserlerin kıy...
Ali Erdal - Sıradan bir filme bu...
Ali Erdal - Kırk gün bir ölüyü b...
Ali Erdal - Kırk
Necip Fazıl Kısakürek - Kıraat kitabı
Ekrem Yılmaz - Derinlik
Ekrem Yılmaz - Yapamıyorsan hayal e...
Ekrem Yılmaz - Kürtlerin PKK ile im...
Dergi Editörü - Çare
Site Editörü - Anlam peşinde
Necdet Uçak - Niye döktün gözyaşım...
Necdet Uçak - Olacak
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Malazgirtin aslanlar...
M. Nihat Malkoç - Anadolu Türk masalla...
Ayhan Aslan - Yamyam
Mehmet Balcı - Şimdi
Mehmet Balcı - Dönemem
Ahmet Çelebi - Gazzeli çocuğa
Halis Arlıoğlu - Parlamenter sistem v...
Halis Arlıoğlu - İçimde bir yara var
Murat Yaramaz - Artık yeter
Murat Yaramaz - Masal
Mevlüt Yavuz - Sanma ha!
Cemal Karsavan - Seni düşünürüm
Heybet Akdoğan - Gülsema
Emine Öztürk - Hapis
Zekeriya Yılmaz - Bıraktın
Mehmet Ali Metin - Doğu ve Batı’nın hik...
Yaşar Akyay - Bizim olmayan gemide...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14443521
 Bugün : 2382
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 627383
 Bugün : 104
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 72
 121. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim