Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 34 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     807 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Kanayan Yara
Av. Mustafa Büyükgüner

  Sayı: 115 -

Yanlış hatırlamıyorsam otuzlu yılların sonlarıydı. 20 yaşında delikanlıydım. Muallim mektebini yeni bitirmiştim. Devlet beni bu köye tayin etti. Dağ köyü… O zaman köy kalabalık… Köy halkı Bulgaristan muhaciri, Balkan Savaşlarında devletimiz yenilince toplayabildikleri eşyayı sırtlanmışlar, yollara düşmüşler. Uzun kış gecelerinde köy odalarında ihtiyarlar Bulgaristan’daki köylerini, hatıralarını anlata anlata bitiremezlerdi. Keyifleri iyi olduğunda eski oyunlarını oynarlar, geldikleri yörenin türkülerini söylerler, birbirlerine şakalarını yaparlardı. Bu geceler genelde bir gurbet türküsüyle biterdi. Hayatın bütün zorluğunun bir dantel gibi yüzlerine işlendiği bu insanlar; kirpiklerinde asılı kalan bir damla gözyaşıyla evlerinin yolunu tutarlardı. Böyle zamanlarda sabah namazına kan çanağı gibi kıpkırmızı gözlerle gelen cemaatten sıla hasretinin uykuya galip geldiğini anlayabilirdiniz.

Bir gün kaymakamın beni görmek istediğini söylediler. Kasabaya indim, kaymakamlık konağına gittim. İçeride bir kaç kişi oturuyordu. Geldiğimi haber verince Kaymakam Bey, gel muallim efendi diyerek beni de bunların yanına aldı. Gösterdikleri yere ilişiverdim. Kaymakam beni odadakilerle tanıştırdı. Meğer şu üzerinde pantolon ceket olan sinekkaydı traşlı adam bir hastanenin başhekimiymiş. Yanında aba pantolonlu kasketli ve ondan daha yaşlıca duran ise kasabada zahirecilik yapıyormuş. Birkaç kişi daha… Köyden Mümin Amca ile Fatma Teyzenin çocukları, kardeşleriymiş. Yıllardır aynı ev içinde annelerinin babaları ile konuşmadığını, ne yapsalar fayda etmediğini, bu dargınlığın göç zamanına dayandığını anlattılar. Anneleri ve babaları yaşlı ve hastaydılar. Artık bakıma ihtiyaç duyuyorlardı, ancak birbirleri ile konuşmadıkları için işleri oldukça zordu. Köyden uzakta yaşayan çocuklar endişelerini anlattılar. Kaymakam Bey de araya girerek benim köy halkı üzerinde tesirimin olduğunu öğrendiğini söyleyerek “Muallim efendi şu işi çözelim, bu dargınlığı bitirelim, sevaptır.” dedi. Konaktan bu kişilerle birlikte çıktım. Mümin amcanın çoluğunun çocuğunun olduğunu biliyordum ama nerede ne yaptıklarına dair hiç bir fikrim yoktu. Eşiyle konuşmadıklarını, daha doğrusu eşinin Mümin Amcayla konuşmadığını ise bilmiyordum. Gündelik hayatında hiç belli etmezdi. Türkünün “Akşam olur karanlığa dalarsın” dediği gibi; demek, herkes akşam evine gittiğinde kendi karanlığına dalıyordu.

Köye vardığımda bu meseleyi nasıl çözeceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bir kaç ihtiyâra konuyu açtım. Meğer köyde herkes bu küslüğü bilir ama aile içi meseledir diye kimse dile getirmezmiş. Zamanında çözelim diye uğraşanlar olmuş ama Fatma Teyze’nin inadını kıramamışlar. Zamanla da bu küslüğü herkes kanıksamış, işin ucunu bırakmışlar.

Bu, küslüğün ardında ise hazin bir hikâye olduğunu yine bu ihtiyârlardan öğrendim. İnsana dokunmadan sırtında taşıdığı yükü bilemeyeceğini de bu olay vesilesiyle böyle genç yaşımda öğrenmiş oldum. Meğer bunlar Bulgaristan’dan göçerlerken o günkü şartlarda en büyük çocukları hasta olmuş... Arkadan Bulgar çeteleri kovalayıp, yakaladıklarına türlü eziyet ederken önlerindeki geniş ovada Osmanlı hudutlarına ulaşma çabası... Yol kenarlarında telef olan hayvanlar, viraneye dönen evler, geri çekilen ordudan geriye kalan malzemeler... Her vardıkları menzilde benzer korkular, anlatılan hikâyeler; acı ve gözyaşı... Mümin Amca ardında eşi, çocukları, kardeşleri ile birlikte bir göç kervanının peşine takılmış ana vatana doğru yürüyüşte... Ama hasta çocuk bunları hep geride bırakıyor. Kervanı korumakla görevli kolcular sürekli ikaz ediyor. En sonunda büyükçe bir yerleşim yerine geliyorlar, burada bir kaç gün konaklanacak... Kolcuların başı gelmiş demiş ki; “Burada bir hekim var, hem bakın askerimiz mevzi alıyor, Bulgarlar buraya gelemez. Gelin çocuğu hekime emanet edelim, hem tedavisine baksın... Menzile varınca bir hal çaresini düşünürüz, adam salar çocuğu getirtiriz.” Olurdu olmazdı derken; iş ya çocuğu bırakın gelin ya siz de kalına dönünce Mümin Amca şöyle bir etrafına bakınıyor...

Eşi, diğer çocukları, kardeşleri ve onların aileleri, kocamış anası, babası... Yurtlarından ayrılıp hiç bilmedikleri bu topraklara kadar gelmişler. İki adım sonrası vatan... Kimse böyle meşakkatli bir konuda söz söylemek istemiyor. Zor kararı vermeden önce karısına soruyor; Fatma Teyze, böyle bir soruyu nasıl sorarsın der gibi cam mavisi gözleriyle kocasına bakıyor. Et tırnaktan ayrılır mı, çocuk geride bırakılır mı? Fatma Teyze’ye kocasının bunu sorması bile abes geliyor, sanıyor ki, diğer herkes de kendisi gibi düşünecek. Çocuk yedeğe alıp gerekirse kervandan ayrılacak; ama çocuktan vaz geçmeyecekler. Kolcu başı durumun vahametini anlayınca bunları zor kararla baş başa bırakıp; “Yarın seherde yola çıkıyoruz” diyerek oradan ayrılıyor. Fatma Teyze gece boyu çare arıyor, anasına atasına gidiyor, kardeşleriyle konuşuyor, ama kimse bir şey demeden başı önünde susuyor... Son ümit Mümin Amca’nın ayağının dibine kendini bırakıyor, önce fikrini değiştirmeye çalışıyor, olmayınca bağırıyor çağırıyor, bundan da bir fayda gelmeyince iki gözü iki çeşme ağlıyor. Ne yaparsa yapsın kocasının fikrini değiştiremiyor. Sabah, namaz vakti son bir ümit etrafına bakınıyor, akrabalarını köylülerini destek olsunlar diye yokluyor. Herkes gözünü kaçırmış... En sonunda, biçare, kocasına “Sen bilirsin...” diyor.

Çocuk burada kalıyor, kervan yola çıkıyor...

Bu “Sen bilirsin...” sözü, Fatma Teyze’nin kocasıyla son konuşması oluyor. O günden sonra yerleştikleri bu köyde; aynı evin içerisinde iki yabancı gibi yaşarlarken başka çocukları da oluyor... Torun torbaya karışıyorlar, yıllar içinde analarını babalarını kara toprağa gömseler de; kardeşleri, kardeşlerinin çocukları Mümin Amcayı ve Fatma Teyzeyi anadan babadan ayrı tutmuyorlar, sözlerinden çıkmıyorlar dizlerinin dibinden ayrılmıyorlar...

Bu hazin hikâyeyi öğrendikten sonra bir akşam yatsı namazından sonra Mümin Amcanın koluna girdim, konuyu açtım, kaymakamla konuşmamızı, çocuklarının taleplerini söyledim. Hiç unutmuyorum, kafasını kaldırdı şöyle bir yüzüme baktı. Yılların acısıyla kırış kırış olmuş yüzü âdeta tunç bir heykel gibi duruyordu. Gözleri, bakışları ruhuma kadar ulaştı... Hiç bir şey söylemedi... Bakışlarında ne vardı? Pişmanlık mı, keder mi, teslimiyet mi, bu nasıl bir ruh haliydi? Çektiği derin acıyı ilk defa o zaman anladım... Farkında değilim, gayri ihtiyari kolunu bırakmışım, Mümin Amca hiçbir şey söylemeden yürüdü gitti. Ama o yürüyüş... Sanki yürümüyor, ruhu önden gidiyor, bedenini de bir ceset torbası gibi arkasında sürüklüyordu...

Yılmadım bir kaç gün sonra bu sefer Cuma namazından sonra koluna girdim... Bir kaç gün sonra köy meydanında... Köy kahvesinde, çeşme başında, harman yerinde... Sonunda dayanamadı, ardına taktı beni eve götürdü. Fatma Teyze’nin karşısına oturdum. Olanı biteni, çocuklarının isteklerini kaymakamın ricasını anlattım. Fatma Teyze susuyor... Ne dediysem olmadı, bir sonuca varamadık.

Bir kaç gün sonra yine yatsı namazından sonra Mümin Amca, kardeşi, Fatma Teyze’nin kardeşi ve bunlarla emsal olayı da bilen bir akrabaları ile birlikte yeniden gittik. Kasabada zahirecilik yapan büyük oğlan da bizimle birlikteydi... Görünüşe göre herkes Mümin Amca’ya hak veriyor, ama ana yüreğinin büyüklüğü hak hukuk dinlemiyordu. Sonunda Mümin Amca dayanamadı... “Kalsaydık da biz de mi ölseydik?” deyiverdi...

O âna kadar başını yerden kaldırmayan Fatma Teyze yavaş yavaş kafasını kaldırdı. Odada bulunan herkesin yüzüne tek tek baktı. En son artık feri solmuş mavi gözlerini benim gözlerime dikti. Sanki odada kimse yoktu ve baş başa ikimiz vardık. Derin bir nefes aldı ve kocasının yanında dili lâl olan Fatma Teyze’nin yıllar sonra dudaklarından ilk defa şu sözler döküldü: “Ölseydik... Çocuğumuz kaldıktan sonra, kalsaydık da biz de ölseydik...” Hep gözleri benim gözlerimde usulca kalktı, ağır adımlarla odayı terk etti... Birbirimize bakakaldık.

Bu olayın üzerinden çok zaman geçmedi... Fatma Teyze emaneti teslim etti. Cenazeyi defnettik... Eş dost ayrıldı... Büyük evlerinin avlusunda, sadece o göç günü kolcu başının “Ya çocuğu bırakın veya siz de kalın!” dediği Mümin Amca, çocukları, kardeşleri, Fatma Teyze’nin kardeşleri ve bunların çoluğa çocuğa karışan aileleri kaldı. Çocuklar avluda koşturuyor, erkekler bir köşeye ilişmiş aralarında konuşuyorlar, kadınlar ise cenaze sonrası gündelik işlerini yapıyorlardı. Rahmetli Fatma Teyze’nin “Kalsaydık da, biz de ölseydik!” dediği günden beri ağzını bıçak açmayan Mümin Amca bana döndü... Koluna girip halimi ilk arz ettiğim geceki gibi tunç bakışlarıyla büyük ailesini gösterdi... Ağzından son defa olarak şu sözler döküldü: “Nasıl kalırdık, nasıl ölürdük be kızanım!..” Mümin Amca’nın bir daha konuştuğunu duyan olmadı.

Sahi sen bana ne sormuştum evlâdım... Şu şiiri sormuştun değil mi;

“Böyle dilemiş Yaradan;

Hep kan damlar, bu yaradan...”


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Heybemden... - Sayı 123
Necip Fazıl’ı anlatmak... - Sayı 120
Ehl-i kubur ... - Sayı 118
Heybemden... - Sayı 118
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (125):
Çocuk; insanlık zincirinin ebediyet halkası...

Son Eklenen Yorumlardan
 Amin.... Ömer Faruk Erkoyun

 Amin.... Ömer Faruk Erkoyun

 Merhaba. Mən n Azərbaycandan yazıçı Gülər Natiq İsaq ✍️ Bu şeiri çox b&#... Guler

 Altıntaş Hanımefendinin Ey Güzel şarkısının akorlarını çıkarmak üzere sözlerini aradım ve ne mutlu b... Zafer

 Altıntaş Hanımefendinin Ey Güzel şarkısının akorlarını çıkarmak üzere sözlerini aradım ve ne mutlu b... Zafer


Nüfuz plânlaması diye bir şey tutturmuş gidiyorlar.
Ülkedeki kazalar, ihmaller ve terör sebebiyle ölenler hiç hesaba katılmıyor.
İnsanımızda bu ibret almamak, hükümetlerimizde bu beceriksizlik olduğu sürece bırakın planlamayı, nüfusu teşvik etmeleri gerekmez mi?
Yoksa bunca ölüme karşı bu tedbirsizlik, nüfuz planlamacılarının işi mi?
Kardelen: Sayı 3, Aralık 1993
Ana baş tacı olmalıdır
Dervişan bohçası III
Hayatın merkezi anneler
Annelerin zaferi
İddiamıza arşivimiz delildir


Ali Erdal - Annelerin zaferi
Ali Erdal - Yolculuk
Ali Erdal - Kardelen’in 35. topl...
Kadir Bayrak - Anneme...
Bedran Yoldaş - Kelimelerin dansı aş...
Ekrem Yılmaz - Ana güç
Ekrem Yılmaz - Esip geçen ömürmüş
Ekrem Yılmaz - Aşk ile
Dergi Editörü - İddiamıza arşivimiz ...
Site Editörü - Hayatın merkezi anne...
Necip Fazıl - Şiirlerim ve şairliğ...
Necdet Uçak - Deme
Necdet Uçak - İster ağla istersen ...
Mustafa Büyükgüner - Heybemden
Mustafa Büyükgüner - Gazzeye ağıt
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Analar baş tacımızdı...
M. Nihat Malkoç - En sıcak sözcüktür a...
Hızır İrfan Önder - Bir anne arıyorum ac...
Ayhan Aslan - Toprak
Ayhan Aslan - Vuslat
Olgun Albayrak - Aşkın tarihi
Mehmet Balcı - Trabzon’dan üç portr...
Mehmet Balcı - Bizdedir
Mehmet Balcı - Ağıt
Hasan Tülüceoğlu - Göbeklitepe’de Hz. İ...
Ahmet Çelebi - Efendim
Kubilay Ertekin - Putlar ve putperestl...
Halis Arlıoğlu - Şaşırmadık
Murat Yaramaz - Anne duası
Gözlemci - Hadiselere bakış
Muammer Zeki Aygur - Hani nerede
İsmail Güçtaş - Demokrasi
İsmail Güçtaş - Örümcek ağı
Cemal Karsavan - Mutluluğumsun her za...
Heybet Akdoğan - Bu kaybedişler bizi ...
Ayşe Yaz - Sivil itaatsizlik
Servane DAĞTUMAS - Modern Azerbaycan ed...
Yaşar Akyay - Ana baş tacı olmalıd...
İbrahim Durmaz - Annem
İbrahim Durmaz - Anne
Turgut Yörükoğlu - Dervişan bohçası III
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 15716453
 Bugün : 6801
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 656083
 Bugün : 1075
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 464
 124. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 3
Son Güncelleme: 9 Mart 2025
Künye | Abonelik | İletişim