Bin d???n, bir konu?!.. Site Editörü Sayı:
57 - Temmuz / Eylül 2007
Bir defasında eşimle Fatih semtinde dolaşırken, caddeden karşıya geçmek için çoğu (ama herkes değil) kimse gibi yayalara yeşil ışığın yanmasını bekliyorduk. Beklenen ışığın yanması ile kalabalıkla beraber yürümeye başladık ki, uzun sakallı, cüppeli bir dedenin kullandığı bir minibüs, yol yayaların hakkı iken, yayalara fırsat vermeden yoldan geçiverdi. Ben şaşkınlıkla dikkatimi şoföre yoğunlaştırmışken, arkadan birisi bağırıyordu:
-Cehennemde yanacaksın Hacıııı...
Ben dedeye yol hakkımı helal ettim, diğerlerini bilemem...
Daha önce de, yol hakkının, ışık ihlallerinin, emniyet şeridi ihlallerinin, korsan kitapların kul hakkına sebep olabileceğini, hatta daha net ifade ile, kul hakkı yemek olduğunu belirtmiştim çeşitli yazılarda.
Bu konu üzerine yoğunlaşınca gördüm ki, özellikle 20. yüzyıl ve sonrasının insanlarının günah defterlerinde gıybet, kul hakkı gibi günahlar diğer devirlere göre daha fazla olabilir. Neden derseniz, ilk olarak matbaanın, sonraları radyo, televizyon derken nihayetinde internetin ortaya çıkması ile iletişim hiç olmadığı gibi bir hale geldi.
Artık mahallenin kapı komşuları arasında kalmıyor bir dedikodu. Bir bakıyorsunuz, çok satan bir gazete manşetten “gıybet” yapıyor. Ve mahalledeki gibi bunu üç-beş kişi değil, belki milyonlar okuyor. Düşünebiliyor musunuz, bedelin milyon kat arttığını?
Gazetenin okuyanı çok olsa da, yine de bir limiti var. Ya internetin?..
Son yılların revaçta haber sitelerinden birinde, birisi hakkında bir şey karalanıyor ve yanar döner spotlarla okuyucuya sunuluyor... Daha sonra yanlışlığı ortaya çıkan, ama nedense aynı boyutta bırakın özrü, bazen küçük de olsa hatalı olduklarına dair düzeltme dahi yapılmayan bir haber ile kul hakkı yenmiyor mu?.. Üstelik bu haberi okumanız için gazete almanıza da gerek yok. Dünyanın her tarafından, milyonlarca kişi, o sitenin sayesinde yalan haberin zannına düşüyor. Artık vebalini siz düşünün…
Kardelen’in beslendiği kültür, sitede ve dergide bu tür hataların yapılmasını engelliyor. Münferit başka örnek çıkar mı bilmem ama kendi başımdan geçen bir pişmanlığı sizinle paylaşmak isterim.
Malum medyanın, dindarların üstüne her fırsatta nasıl gittiğini biliyorsunuz. İşte böyle haberlerden birini izlemiştim televizyonda. Geçtiğimiz günlerde kanserden yaşamını yitiren Ufuk Güldemir’in kanalıydı... Haber, Boğaz’da yapılan bir tekne gezisinden ve tekneden gelen ilahi sesinden bahsediyordu. Spotu ise “Beyaz Türkler şokta... Boğazda Tekneyle Tebliğ” gibi bir şeydi...
Ben de o sinirle, kanalın başka kanallardan canlı yayınları ortak yayınlaması ile ilgili birkaç şey söylemiştim. Daha sonra bir kanalda Güldemir bu yayınların izinli olduğuna dair bir şey söyleyince o yazım aklıma geldi. Hoş, benim bahsettiğim yayın sırasında, ekranda koskocaman TRT2 yazısı belirince apar topar yayın kesilmişti bahsi geçen kanal tarafından, yani hiç de izin alınmış gibi değildi, kanaatim halen alınmadığı yönünde ama ben yine de o sıralarda hayatta olan Güldemir’e durumu anlatan ve o yayının çalıntı olup olmadığını soran bir e-posta attım.
Olumlu olumsuz herhangi bir cevap gelmedi. Hatta daha sonra aynı soruyu kanalın yöneticilerine de sordum. Yine yanıt alamadım.
Şimdi düşünüyorum da, bu mesajlaşmaları o yazıyı yazmadan önce yapmalıydım. Kanal görüntüleri izinsiz almış olsa bile sağlıklı olan buydu.
İletişim öyle bir hâl aldı ki, kimin hakkı kimde kalıyor Allah bilir. Böyle bir durumda bize düşen, atalarımızın dediği gibi bin düşünüp, bir söylemek… Nasıl ki söz söylenene kadar sizin esiriniz, söylendikten sonra siz onun esiri olursunuz, bu kontrol yazı için de gerekli.. Belki oradaki dikkat söze göre iki misli olmalı.
Allah, başkasının hakkını yemekten bizleri korusun!
Sitemizden Haberler * Sitemizin yeni tasarımı yerine oturdu. Son olarak anasayfadaki Medya Sepeti bölümünü kaldırarak, daha çok yazıya yer vermiş olduk. * Artık sitemizde arama yapabileceksiniz. İnternetin altını üstüne getiren Google’ın “Google Search” teknolojisini kullanarak yapılan arama bölümümüz yayında... * Eski sayılarımızı merak eden okurlarımızın, sitemizdeki Arşiv bölümünü ziyaret etmelerini tavsiye ediyorum. Son olarak 42. sayı yazılarının eklendiği arşiv bölümünde, 42. ve 52. sayılar da dahil 11 sayıya ait yazılar bulunmakta. * Bir okurumuz, internet üzerinden abone olunabilecek şekilde derginin pdf (Adobe Acrobat Reader formatı) formatında yapılıp yapılamayacağını sormuş internet vasıtası ile. Aslında dergiyi pdf formatına getirmek mümkün. Ancak internet üzerinden satış bizim için astarı yüzünden pahalıya gelecek bir özellik. İnşallah ilerleyen zamanlarda okur kitlesinin daha arttığı zamanlarda internet üzerinden abonelik, satış gibi faaliyetlerimiz de olur.
Sitemize, yazılara yorumlardan başka, yazarlara mesajlar da gelmekte. Yani okuyucu ile yazar arasında köprü olmaktayız. En çok yorum, Bakü Akademiyası'ndan Cavit Kasımlı'nın yazısına, Azerbaycan'dan geldi.
Gelen birkaç yorumu örnek olarak sunuyorum: * Sevgili dostum Sena makalen çok düşündürücü,bir okadar da sürükleyici olmuş. İçimi sık aralıklarla kemiren bir kurt gibi canımı acıtan “nereye bu gidiş,nereye kadar” konusunu birilrine duyurabilme çabanı takdir ediyor bu konu için herkesin taşın altına elini koymasını bekliyorum.Çanakkale ruhunun suretlerimize yansıması dileği ile. (Fatma Zeynep engin, “Son kalemiz Çanakkale!.. -Ayşe Sena Ünsal”) * Değerli arkadaşım, her zaman olduğu gibi harika bir şiir yazmissin, Allah razi olsun. Divrik’ten ancak boyle yiğit çıkar. Kalemine kuvvet, Allah yar ve yardimcisi olsun.(Osman Duman, “Çanakkale Geçilmez-Ahmet Mahir Pekşen”) * Cavid Beyin meqalesini oxudum.Cox şad oldum.Mene ele gelir ki Turk Dovlet geleneyinde Seyh Edebali ve onun kimiler muhim yer tutmusdur. Indi Seyh Edebalilara ehtiyac var. (Cemşid, “Şeyh Edebâlî‘nin Öğütleri..-Cavit Kasımlı”) * Vakit, zaman, an, saniye, milisaniye ve nice ölçü, im... hepsi bir mesafe alındığını gösteriyor ve her şeyin bir menzili olduğuna delil teşkil ediyor... anlamlar dünyası... kardelen’e imler beğenmek ne güzel olmuş, bize imlerden im beğen, bizim tarihimiz; evet biz basamaklar çıkıyoruz, ufuklar aşıyoruz ve zamanı gidebildiğimiz ölçüde imleyip seslendiriyoruz... bundan sonraki im inşallah sesimize sesle cevap verenlerle bir rüya görüp onun imlerini dünyaya işlemek ve o rüyayı gerçek yapmak olacak... aklım ne kadar akıl, ruhum ne kadar ruh, ki beni bu dünyada eşyanın halifesi yapmaya yeter mi, hesabını yapacak yüksek bir kafa ve kalp soyuna dahil olanların doldurduğu bir fikir agorası... bir sonraki hedef ve im... hedef ve im... hedef im... budur... (Sinan Ayhan, “”Vakit imleri" ve Kardelen-Site Editörü)
|