Seçimlerin Değerlendirmesi Ali Erdal Sayı:
117 -
Ali ERDAL’ın, KARDELEN’İN “SEÇİMLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ”TOPLANTISINDAKİ SUNUMU (10.06.2023)
Değerli gönüldaşlar!
Bizim bu seçimlerimizin ehemmiyeti konusunda bütün dünyada bir ittifak var. Aslında dünyada memleketlerden birisi, milletlerden birisi… Niye yani bizim seçimlerimize bu kadar ehemmiyet veriliyor? Daha doğrusu ehemmiyeti görülüyor, hissediliyor. Avrupa’nın kendisinin üçayağından birini teşkil eden, bizimle birlikte yapılan Yunan seçimlerine daha fazla alâka göstermesi gerekir hâlbuki. Mesela Bulgaristan seçimlerine… Buna rağmen bizim seçimlerimize fazla ilgi gösterilmesinin sebebini keşfetmek lâzım. Acaba ilgi seçime mi, seçim dışında başka tesirler mi var?
Moritanya!.. Moritanya dediğiniz ne ki, dünyada esamesi okunmayan bir topluluk, bizim seçimlerimizi kutluyor. Hem de nerede? Amerika Büyükelçiliği önünde.
Bir tarihte umrede… Mekke’ye indik… Bir aksilik olmuş, arabamız gelmemiş, bizi bir yere götürdüler, bir tamirhaneymiş. Orada araba bekliyoruz. O gün de Türkiye’nin, bir başka devletle maçı var. Varmış daha doğrusu, ben bilmiyorum. Orada çıraklar, kalfalar, çocuklar falan çalışanlar heyecanla maçı takip ediyorlar. Türkiye gol attı mı sevinçlerinden uçuyorlar. Demek ki bu işte, seçimin dışında bir şey var, bize gösterilen alâkada. Kudüs sokaklarını gördük. Seçim öncesinde dua ettiler, sonuçlarını nasıl dualarla, sevinçlerle kutladılar.
Sadece seçimlere mi? Mesela bayrağa, Türk bayrağına gösterilen alâka… Bu bayrak, temsil kabiliyeti çok yüksek bir bayrak. Bu milletin nasibi, temsil üstünlüğü olan bayrak.
Şimdi biz bu tespiti yaparken bir Türk olarak sevinçle, memnuniyetle yapıyoruz ama bir başkası da meselâ bir düşman da aynı tespitleri yapmalı. Dost haydi haydi… Yani objektif bir hadise şimdi söyleyeceklerimiz. Bir bayrakta bu kadar çok temsil nasıl olabilir? Bakın neleri temsil ediyor…
Şehitlerin kanını, İslâm’ı, Kelime-î Tevhidi, Besmeleyi ve yıldız bir milleti, Türk milletini temsil ediyor… Ve yıldız da yine o milleti besmele olarak temsil ediyor. Ve o millet, Türk milleti hakikatin önünde yani İslâm’ın önünde diz çökmüş vaziyette, bu mânâyı temsil ediyor.
Sınırsız ufuk… Bir bayrak olursa böyle olur. Bundan daha üstünü olamaz, dedirten bir bayrak. Ne diyor Balkanlardaki kişi, siz bu bayrağı sadece sizin bayrağınız zannetmeyin. Kendi bayrağını ikinci plâna hatta üçüncü plâna atarak dükkânından kaldırıyor ve yerine Türk Bayrağını asıyor. Öyleyse bunun derin kökleri olmalı. Ve bu derin köklerin bugünkü seçimlere etkisi olmalı.
Hep düşünmüşümdür, Peygamber Efendimiz (sav) dünyadaki pek çok hükümdara mektup gönderdiği halde Türk kağanına mektup göndermemiş. Müslüman ol dememiş. Tabii bunun hikmetleri vardır, Allah muhafaza sitem edecek değiliz.
Ve biz İslâm ordularıyla ilk defa karşılaştığımız zaman daha Müslüman olmadan önce onlara yardım ediyoruz. Ve arkasından da Müslüman oluyoruz. Dünya tarihinde başka böyle bir olay yok. Dünya tarihinin Peygamber aksiyonlarından sonra en mühim olayı Türk milletinin Müslüman olmasıdır. Şimdi ehemmiyeti yavaş yavaş tespit etmeye doğru gidiyoruz.
Biz Müslüman olduktan sonra birdenbire dalları bastı kiraz halinde bize nimetler veriliyor. Büyük depremin artçıları gibi… Sen misin topyekûn Müslüman olan… Şimdi bu nimetlerin neden Araplara verilmediği üzerinde düşünmek lâzım, bize verilişi üzerine düşünmek ve şükretmek lâzım.
Hepimizin bildiği, bize ihsan edilen nimetleri hatırlayalım... Türk milleti topyekûn Müslüman oluyor ve dünyada eğer yanlış bilmiyorsam bir benzeri de yok. Meselâ Arap dediğiniz zaman İslâm’ın dışında Araplar da var. Onun için dinini sorarlar. Seyit Ahmet Arvasî, dışarıya çıktığınız zaman diyor, hangi millettensin diye sordukları zaman Türküm dersen inancın nedir, dinin nedir diye sormazlar. Çünkü Türk, Müslümandır.
İşte bu şekilde Müslüman olmanın mükâfatları olarak her biri birbirinden çeşitli yönlerden üstün devletler; Gazneli, Karahanlı, Babür, Selçuklu, Timur devleti, Osmanlı…
Ve Anadolu vatan nasip ediliyor.
Fetret devrine rağmen devlet yıkılmıyor, tekrar devam ediyor, ayağa kalkıyor.
40 sene sonra İstanbul’un fethi nasip ediliyor. Normal şartlarda fetret devrinde devletin yıkılması lâzımdı.
Hilâfet kazanılıyor. Bir haberle Cennetmekân hemşehrimiz Ulu Hakan, İngilizlere karşı Müslümanları harekete geçirebiliyor hilâfet sayesinde.
Müşriklere ve kâfirlere yasak olan mukaddes beldelerin ve Kudüs’ün hâdimi olmak nasip edildi.
Sadece Müslümanların değil, mazlumların koruyucusu olmak..
Hattâ dünya çapında sınırlarının dışında hükümdarlık nasip ediliyor. Yani bir devletin kendi sınırları içerisinde hâkim olması, hükümran olması, söz geçirmesi tamam, bunu anladık. Hâlbuki Osmanlı Devleti sınırlarının dışında da hükümran.
Tarihler kaydediyor ki 16. Asır, Türk asrı. Çin Denizi’nden Adriyatik Denizi’ne kadar saha içerisinde aşağı yukarı her yerde Türk devleti var.
İslâm’ın adaletini temsil etmeyi, dünyanın her yerine yardım etmeyi, İslâm’ın güçlü kılıcı olmayı nasip ediyor Allah.
Dünya, dünya olalı böyle bir haşmet görmedi. Peki, bundan sonra görür mü? İnşallah görür ve o da bizde ortaya çıkar.
İmparatorluk kurmanın da üstünde, “imperyum” olmak… İmperyum… Bunun Türkçede karşılığını bulamadım. Hükümran diye düşündüm. İmperyum millet şu: Pek çok devleti, hâkimiyetiniz altına, egemenliğiniz demiyorum, hâkimiyetiniz altına alırsınız, bu imparatorluk. İmperyum millet, onların gelecekleri için de kararlar verir. Onların her sahalarına nüfuz eder, kendi alanının dışında olan yerlerde bile hükmü geçer. İmperyum millet, bu. Ve dünyada üç tane imperyum millet, hükümran millet var; Türk, Rus, İngiliz…
İmperyum millet, hükümran millet olabilmek için bir dâvâya ihtiyaç var. Allah bize, demin söyledik, yekpare Müslüman olmanın bir mükâfatı da bu dâvâyı nasip etmiş ve bu dâvânın bayraktarlığını, bu dâvânın kılıcı olmayı nasip etmiş. Hükümran millet olmak, bir sonuç, pek çok kazanımın sonucu. Toplanan uzun listenin sonundaki toplam gibi. Herhalde Üstadın “Türk ruh kökü” dediği işte bu…
İşte seçimlerde bu ruh köküne sadık ve bağlı kalmak, yani iki cihan saadetini kazanmak ile, bu kökü kurutmak isteyenlerin savaşı oluyor. Seçimlerde işte bu Türk ruh kökü rol oynuyor ve ne isim altında olursa olsun, bu ruh köküne hücum ediliyor. İşte bütün dünyada alâka celbetmesinin sebebi bu. Dost aman İslâm’dan kopmayın, inşallah kopmazlar duaları ile; düşman binbir hile ve desise ile ha kopardım, ha koparacağım diye takip ediyor.
Allah buyuruyor; âyet mealini biliyorsunuz, siz kendinizi değiştirmedikçe biz değiştirmeyiz. Âyetin mucizesi üzerimizde tersinden tecelli ediyor. Biz İslâm’a aşkımızı kaybediyoruz Tanzimat’a kadar, Tanzimat’ta bir koçbaşı bize güm diye vuruyor, bir gömlek daha aşkımızı kaybediyoruz, işe bakın ki koçbaşıyla, biz kalenin içerisinde olduğumuz halde dışarıdakilerle birlikte vuran da biziz. Çünkü devlet kendi resmî ağzıyla kendi milletine şunu, şunu söylüyor. Biz bu halden çıkıp Batılı olmadıkça kurtulamayız. Meselemiz bu olmadığı ve konuyu dağıtmamak için oralara giremiyoruz. Yani biz kendimizi değiştiriyoruz. Ve bu koçbaşları devam ediyor. Evet devlet olarak demin anlattığımız bütün dünyada hâkimiyetten bugünkü hale düşmüşüz. Devlet ve devletliler, dün münevver bugün aydın denilenler çapında her şeyimizi, değerlerimizi kaybediyoruz. Şükür ki kaybolmayan, hattâ bu çözülmeye, bozulmaya, aslından uzaklaşmaya direnen bir Türk mâşerî vicdanı var. Buna da nasıl bir kelime bulmak, ne demek gerekir bilemiyorum… Mâşerî vicdan, mâşerî güç, kollektif güç, Türk ruh kökü, potansiyel güç vb… İşte bu güç kendisini değiştirmek isteyenlerle savaşıyor. Ve seçimleri bir silâh olarak kullanıyor milletimiz. İşte bu ikibuçuk asırlık destanlık mücadeleyi dünya görüyor. Herkes kendine göre bunu vasıflandırıyor; başka milletlerdeki seçimlerle farkı, tam izah edemese de alâka gösteriyor. Yunan basını aynı zamanda olan seçimlerde, bizim seçimlerimizle daha çok ilgilenmiş ve yorum yapmıştı.
1946 ve 1950 seçimleri… Bu millet, bu seçimlerle CHP diktasını yıktı.
Her ihtilâl bizi kökümüzden koparmak istedi. Millet, ihtilallere tepki gösterdi. Her ihtilalden sonra ihtilalcileri ve onların yakınlarını, yandaşlarını, hempalarını cezalandırdı.
Yükselmeden Tanzimat’a kadar aşkımızı, yani gücümüzü yavaş yavaş kaybediyoruz, Tanzimat’la beraber artık bize küfür dışarıdan vuruyor ve içimizdeki nadan, ahmak, gafil ve hainleri kullanıyor.
İşte her seçim Türk ruh köküyle, maşeri vicdaniyle, kollektif vicdaniyle küfür arasında cereyan ediyor. Bunu milletimiz seziyor, İslâm âlemi seziyor, aman yıkılma diye dua ediyor, bütün şubeleri ile bâtıl, son bir hamle, yıkmak üzereyim diyerek her imkânla saldırıyor. Hak bâtıl mücadelesi…
Şimdi Türkiye’de bir seçim oldu, bu seçimde bizim dışımızdaki bütün güçler bizim karşımızdaki, yani Türk ruh kökünün karşısındaki safı destekledi.
Şöyle düşünüyorum; Aslında dışarıdaki güçlerin bizim içimizde birilerini kullanarak darbe yapmak veya seçim kazanmak gibi bir dertleri yok. Onlar Türkiye’de hâlâ yıkılamayan İslâm’a bağlılığı çökertmek istiyorlar. Gülen gibi bir geri zekâlı ile Kılıçdaroğlu gibi her tarafı hata, saçmalık, yanlışlık olan biriyle darbe yapılamayacağını ve seçim kazanılamayacağını biliyor olmalılar. Ama ne yapıyorlar, bununla yüzde 40’lara bilmem nerelere varan oy toplamını sanki İslâm’a, Türk ruh köküne, Türk’ün potansiyel gücüne karşıymış gibi, bir güç varmış gibi gösteriyorlar. Hani yekpare Müslüman dediğiniz, yüzde doksanı Müslüman dediğiniz? Bak iki kişiden biri nereye rey vermiş… Hâk bâtıl kavgası bizim üzerimizde cereyan ediyor. Karşı tarafta bütün güçler toplanmışken, 20 yıllık yıpranma, piyasa şartları, pahalılık ve en acı, keskin ve güçlü propagandaya rağmen şu kadar rey toplanabilmiş.
Millet, Erdoğan’a; isteyerek ve bazı çevreler için kerhen de olsa rey verdi. Öbür tarafa rey verilmedi, öbür taraf rey alamadı; oy toplantı. Karşı taraf için bütün imkânlar kullanılarak, oy toplandı… Fakire bir sadaka ezikliği ile oy toplandı. Rey verildideki irade ile, oy toplantı farkına dikkatinizi çekerim:
1-Normal şartlarda birbirine selâm vermeyecek olan, hattâ birbirlerine daha önce unutulmayacak hakaretlerde bulunanlar “Erdoğan düşmanlığında” bir araya getirildi. Kendiliğinden yükselerek, yücelerek, artarak gelişen bir oluşum değil, tertiple meydana getirilen sözümona üflesen yıkılacak ittifak…
2-Hattâ Erdoğan’a muhalif olmayanlar bile bir araya getirildi, getirtildi…
3-Hattâ aslında Erdoğan’ın yanında olması gerekenler bile saflarına çekildi. Düne kadar düşman olanlar, CHP’ye monte edildi. Şu veya bu, isimlerini söylemek gerekmez, göz önünde herkes görüyor, CHP’ye düşman olan ve düşmanlıkta devam etmesi gereken, hattâ varlıkları buna bağlı grup, topluluk, dernek, fert bu toplamaya dâhil edilebildi.
4-Türkiye’deki azınlıklar, hep kime vermektedirler ve bu seçimde de kime vermişlerdir, belirtemeye lüzum var mı?
5-Pahalılık ve benzeri menfaat oyunları, komplolar, tertipler ve iftiralarla kandırılanlar…
Yine de Türk milletinin basireti, Türk ruh kökü, Türk vicdanı, mânevî gücü, seçimleri kazandı.
Bu seçim, bütün seçimlerden fazla… Her an çözülmeye hazır halita ile, gittikçe pekleşmeye ve mayalaşmaya doğru yol alan potansiyel gücün seçimi idi. Bu sebeple “yarın elbet bizimdir!”
Neticeyi şöyle toparlayacak olursak; bizim gerçek mânâda partimiz yok. Olması için imkân da yok. Olmaması için her engel var. Fikri yabancı, kuruluşu yabancı, kurucusu yabancı, kurdurucusu yabancı, söylemleri yabancı partiler arasından biz tercih durumunda kalıyoruz. Bizdeki partiler Nasreddin Hoca’nın karpuzları… Onların yerli ve millî olmalarından vazgeçtik bari yabancı da olsa, yanlış da olsa bir fikirleri olsa. O da yok. O bile yok… Boş sloganlar… Biz bunların arasından, öteden beri bir tercih mecburiyetinde idik. Ve Türkiye’de bütün oylar, kerhen verildi. Şöyle göğsünü gere gere ben falanın arkasındayım, falanı destekliyorum diye oy verilmedi. X’e vermezsem Y gelir, mecburen X’e vereyim. Y’ye vermezsem X gelir, mecburen Y’ye vereyim oylarıyla bir seçim yapıldı. Bir seçim daha yapıldı. Bütün bunlara rağmen, bütün menfi şartlara rağmen Türk milleti yeni bir operasyon daha yaptı. Halitanın ne hale geleceğini, cam gibi dağılacağını ve millî arayışın artarak, yoğunlaşarak, bir mesafe kat edeceğini göreceğiz.
Şimdi bize düşen, bizim aydınımıza düşen, milletin düşünen adamlarına düşen, biz bir parti hattâ doğru dürüst bir dernek, vakıf kuramıyoruz. Şairimiz ifadesiyle biz “öz yurdunda gariplere, öz vatanında paryalarâ” düşen bunun olsun ıstırabını duymak. Istırap meyvesini verir.
Arz ederim!
|