Dünya kralı Ali Erdal Sayı:
118 -
(Meçhul bir gezegende meçhul bir ülke)
BİRİNCİ PERDE
Büyük bir oda… Kuşluk vakti… Pencerelerden güneş huzmeleri giriyor. Tam karşıda büyük bir çalışma masası… Üstünde bilgisayar, küre dünya haritası ve kuşluk vakti olmasına rağmen, masaya oturanın önünü aydınlatan gece lâmbası... Masanın arkasındaki büyük panoda aydınlık gökyüzü, güvercinler ve onları havaya salıveren eller görünüyor… Panonun iki tarafında yanlara doğru devam eden pencerelerden korkunç devlere benzeyen gökdelenler görünüyor. Solda köşede seyyar elbise askısında fötr şapka ve palto asılı... Askının dibinde bir tabure… Seyirciye göre sağda köşede Dünya Kralı’nın, kaide üstünde seyirciye dönük büstü… Büst ile pano arasında altı dolap büyük bir saat. Sağda önde yerde bir çocuğun kaldırabileceği bir vazo…
Saatin on olduğunu belirten vuruşları başlarken perde yavaş yavaş açılır.
-1-
ÇOCUK–(3-5 yaşlarında… Saatin vuruşları sona yaklaşırken sağdan sessizce girer. Üzerinde polislerinkine benzer tabanca askısı. Elinde hemen göze çarpacak parlak renkte su tabancası. (R) sesini belli belirsiz söylüyor. Sağına, soluna bakınır. Saatın vuruşları sona ermiştir) Eller yukarı! (Odada kimsenin olmadığını fark edince tabancayı indirir.) Kimse yokmuş! Babamdan başka kim girebilir buraya... Hele bir girsin!.. (Korkudan titriyormuş gibi yapar.) Ayyy!.. (Büstü fark eder, tabancayı büste çevirir) Madem baba yerine geçtin… Baba eller yukarı! (Hayal kırıklığı ile seyirci tarafında tuttuğu tabancayı indirir.) Ama senin kaldıracak ellerin yok! (Tekrar iki eli ile tabancayı büste çevirir) Olsun su değil mi? (Muzip) Ellerini kaldırmadın baba. Ben de seni ıslatırım! (Hafif bir patlama sesi… Büstün yüzünü ıslatır) Yüzün yıkandı baba! (İkinciye sıkar.) Yüzünü ak oldu. (Üçüncüye sıkar.) İyice ak oldun! (Seyirciye döner. Tabancayı seyircinin göreceği şekilde tutarak sahnenin önünden geçip masaya oturur.) Baba oldum!.. (Heybetli görünme gayretinde. Tabancayı seyirciye doğru uzatarak) Gel buraya! (Tabancayı, gece lâmbasının aydınlattığı yere bırakır. Parmağını, karşıya uzatır ve sallar) Bu odaya girersin ha!.. Benim sözümü dinlemezsin öyle mi! (Elinde tabanca varmış gibi parmağı ile tetiğe basar ve tabanca sesi taklidi yapar.) İşte böyle! Öldün sen! (Işığın gösterdiği yerdeki bir çekmeceyi açar, sevinçle ellerini havaya kaldırıp ayağa fırlar ve haykırır) Yaşasın!.. Babam da kendine su tabancası almış! (Tabancayı çekmeceden çıkarır ve seyirciye doğru tutarak inceler.) Babam benimle oynamak için su tabancası almış. Ben de sandım ki, beni unuttu… (Tabancayı, diğerinin yanına koyar. Masada birbirinin tıpatıp aynı iki su tabancası, gece lâmbasının yuvarlak ışığı içinde yan yana… Ayağa kalkar, elbise askısına bakar ve taburenin üstüne çıkıp şapkayı alır ve tabureyle birlikte büstün önüne gelir. Tabureye çıkıp, şapkayı büste giydirir.) Babam, böyle daha güzel oldun. (Masaya gider oturur. Tabancanın birini çekmeceye koyar, diğerini tabanca askısına takar.) Babam gelmeden çıkayım… Ay korktum!.. (Babasını taklit eder) Niye girdin bu odaya? (Kapıya doğru yürürken vazoyu fark eder ve yatırıp sahnenin ortasına seyirciye doğru yuvarlamaya başlar. Sonra kucaklar ve masaya yürür.) Bunun yeri masa! Yerde durursa kırılır. (Masaya varamadan elinden düşürür. Vazo gürültüyle kırılır. Ağlamaya başlar.)
DADI–(Sağdan telâşla girer) Ne oldu niye ağlıyorsun?
ANNE–(Sağdan endişeyle girer) Niye ağlıyorsun yavrum? Bir şeyin yok oğlum ağlama. (Çocuk vazo parçalarını gösterir) Kırılsın varsın, senden ileri mi yavrum!
DK–(Hızla soldan girer. Öfkeli) Ne oluyor, ne bu gürültü? Burada ne arıyorsunuz? Hem de hepiniz birden! Buraya girmeyin demedim mi size? (Üçü de dehşet ve korkuyla ona bakar.)
ÇOCUK–(Ağlayarak babasına koşar) Baba!.. (Dizlerine sarılır) Beni unuttun sandım!
DÜNYA KRALI–(Dadıya çocuğu işaret eder) Al şunu! (Hepsine) Çıkın dışarı! (Çocuğu iki eliyle kendisinden uzaklaştırır. Çocuk arkasına bakarak korkuyla kapıya koşar. Dadı da onunla beraber çıkar.) Çıkın!
ANNE– Hep böylesin! Merhametsiz! Çocuğuna bile yakınlık göstermiyorsun! Bir sarılıversen incilerin mi dökülür? Unutur muyum oğlum seni deyiversene!
DK–Merhameti senden mi öğreneceğim?
A–Öğrensen iyi olur. Ama sen kimseden bir şey öğrenemezsin. Çünkü büyük bir felâket içindesin, haberin yok!
DK–Ne varmış halimde? Neymiş benim felâketim?
A–Kibirli için en büyük felâket, kibrinden dolayı kimseden bir şey öğrenememek… Hiçbir şeyden ders almamak... Bunun için hep yanlış yapar. Yanlış yaptığını da bilmez! İşte sen busun. Odan da, bin odalı evin de senin olsun! Altında kalırsın! (Kapıya yürür.)
DK–Benim bildiklerimi senin havsalan almaz.
A–(Durur. Döner.) Kim bilir ne lüzumsuz, hattâ zararlı şeylerdir…
DK–Seninle tartışacak değilim. Zaten bu son tartışmamız!
A–Ne demek o? Neler var karanlık kafanda?
DK–Yarın öğrenirsin.
A–Sen umutsuz vakasın! (Cıkar.)
DK–(Sağa yürür ve kaybolur, görünmeyen kapının kilitlenme sesi… Döner yerine oturur. Derinlerden zil sesi... Çocuğun karıştırdığı çekmeceyi çeker. Kilitli olmadığını anlayınca şaşırır.) Vay canına!.. Kilitlememiş miyim ben bunu? (Diğerlerini kontrol eder. Saatin altındaki kasaya bakar) Hepsi kilitli, bunu unutmuşum. Asıl bunu kilitlemeliydim. Buraya girilmesine kızmakta haklıyım. (Çekmeceden bir kutu çıkarır, kapağını açıp masa lâmbanın aydınlattığı yere koyar. Cebinden çıkardığı anahtarla, saatin altındaki dolabın kapağını açıp, şifreli kasayı açar ve içinden kalın bir klasör çıkarıp masaya koyar. Kasayı ve dolabı kilitler.)
HİZMETÇİ–(Soldan girer) Buyurun efendim. Ama önce size bir hususu arzetmem gerekiyor. (Dünya Kralı’nın söyle işareti üzerine) Yarınki konferansın iptali, hiç değilse ertelenmesi talebiniz kabul edilmedi. Üstelik bugün sabahın erken saatlerinden itibaren dünyanın her yerinde konferansınızın afişleri asılmış; üzerinde sizin resminiz ve “Demokrasi ve kapitalizm üzerine bir operasyon lâzımdır!” cümleniz yer alıyor. Davetiyelerde de aynı...
DK–(Canı sıkılmıştır. Başını eğer. Eli çenesinde bir an düşünür.) Peki…
H–Efendim, danışmanlarınız, konferansı bizzat sizin iptal etmenizi tavsiye ediyorlar.
DK–(Bir an düşünür.) Olmaz! Bütün dünyaya ilân edilmiş… Seçme insanlara davetiye verilmiş… Sen vazo kırıklarını topla, şapkayı yerine as. Gazeteci geldi mi?
H–Evet efendim. Buyurduğunuz gibi yarım saattir bekliyorlar.
DK–Çıkarken saatine bak, on dakika sonra getir.
H–Peki efendim. (Söylenenleri yapar, saatine bakar ve çıkar.)
DK–(Ayakta küre dünya haritasını döndürerek inceler ve oturur. Kutudan çıkardığı küçük flâmaları küre dünya haritası üzerinde bazı yerlere diker. Hizmetçi çıkınca cep telefonunu açar.) Gel! (Bilgisayarını açar)
KOMUTAN–(Az sonra soldan girer.) Buyurun efendim.
DK–Operasyon timleri hazır değil mi?
K–Evet efendim. Hepsi bulundukları yerlerde emir bekliyorlar.
DK–(Kendi kendine) Emir bekliyorlar! (Masa üstündeki klâsörü gösterir) Sana lâzım olan her şey, en ince teferruatına kadar dosyalarında. Sessiz ve hızlı… Kimse sağ kalmayacak. Hepsini! Her şeyi buradan takip edebileyim.
K–Tabii efendim.
DK–Senden gelecek her başarı haberi üzerine (kirpiye dönmüş küre dünya haritasını gösterir) bu flâmalar tek tek kalkacak, dünya tertemiz olunca, her biriniz ümit ettiğinizden fazla ödüllendirileceksiniz. Ödülleriniz, hayalinizin bile üstünde. Ceza da ona göre… Bir tanesinde bile başarısızlık hepinizin sonu demektir.
K–Başüstüne efendim.
DK–En geç akşam toplantının ilk dakikalarında başarı haberlerini vermelisin.
K–Başüstüne efendim.
DK–Akşamki toplantı ve yarınki konferans için hazırlıklar tamam mı?
K–Evet efendim. (Dünya Kralı’nın eliyle çıkabilirsin işareti üzerine çıkar.)
-2-
H–(Dünya Kralı flamaları dikme işini tamamlayınca soldan girer.) Gazeteciler efendim…
Dünya Kralı, oturduğu yerden eliyle gelsinler işareti yapar. Hizmetçi gazetecileri buyur eder ve çıkar. Önde gazeteci, arkasında kameraman girer.
GAZETECİ–(Sırıtarak ve kollarını açarak masaya doğru yürür) Efendiiim, ne büyük şeref… (Birkaç adım sonra Dünya Kralı’nın ayağa kalkmaması üzerine kollarını indirir.) Bir deha ile konuşmak, hem de belki bin yılda bir gelecek bir deha ile konuşmak ve hele onu kamuoyuna tanıtmak…
Dünya Kralı, eliyle oturmasını emreder. Bir köşede delikanlı kameraman hazırlığını yapar.
G–(Pişkinliği elden bırakmaz, elini uzatır) Efendim memnuniyetimi ifade edecek kelime bulamıyorum.
DK–(Soğuk ve katı) Otur!
Kameraman bıyık altından güler. Dünya Kralı bunun farkındadır, bir an ona bakar.
G–(Eli havada kalmıştır. Bozulmuştur ama pişkinliğe devam eder.) Dünya çapında bir tercih buyurdunuz. Dünyada hangi gazeteyi tercih etseniz hemen koşa koşa gelir; siz beni seçtiniz, ben de hiç vakit kaybetmeden, her işi yüzüstü bırakıp geldim. Ama ne yazık ki, bekletildim. Benim için ne büyük şeref bu röportaj! Meslek açısından da…
DK–(Asabi) Seni seçmedim. Sen kimsin ki seni seçeyim. Seçtiğim haber kuruluşu, hangi akıla kulluk ettiyse, seni göndermiş. (Bilgisayarıyla meşgul olur.)
G–(Kameramana işaretle kayıt yapıyor musun diye sorar. Evet cevabını alınca ciddî bir eda ile) Efendiiim… Kuruluşumuz… Çalışmalarınızın takdirkârıdır. Bunun için size bir armağan takdime… Beni memur etti. Uygun bulduğunuz bir zamanda bunun için dünya çapında büyük bir tören tertip edecek kuruluşumuz. (Çantasını açar) Yönetim kurulunun ittifakla aldığı kararlaaa…
DK–(Öfkeyle ayağa kalkar. Sert) İstemez! (Sahnenin ortasına birkaç adım atar. Sanki nutuk atıyor.) Hiçbir fert ve kuruluş, beni takdir edemez! (Gazeteciye döner.) Siz kim oluyorsunuz? (Yerine oturur. Nasihat eder gibi) Ne haddinize beni takdir etmek? (Kameramana) Kayıt yapıyor musun?
KAMERAMAN–Evet efendim.
DK–İyi.
G–(Çantasını kapatıp ayağa kalkar) Haber kuruluşları kamuoyu temsilcileridir. Ben burada kamuoyunu temsil ediyorum. Eski tabirle efkâr-ı umumiyeyi… Fert olarak beni, sevmeseniz de, kuruluşumu önemsemeseniz de… Temsil ettiğim mânâya saygı göstermek zorundasınız. (Dünya Kralı müstehzi, bir an bakar) Müspet bilgilerden felsefeye, fikirden edebiyata ve sanata, tıptan hukuka, çizgiden sese her sahada eserler vermeniz, size kimseye hakaret hakkı vermez. Söylenenlere göre dünyanın en büyük icadını yapmışsınız. Her halde şimdi onu bize, daha doğrusu bizim şahsımızda kamuoyuna, çağırdığınıza göre, açıklayacaksınız. Dünyanın en büyük icadını açıklayacak olsanız da, olmasanız da… Böyle ezici ve hakaret edici değil, bilakis mütevazı olmanızı gerekir. Hediyemizi kabul etmemekle…
DK–Gidiyor musun?
G–Hakaretleriniz karşısında gitmekten başka ne yapabilirim? (Kameramana) Toparlan gidiyoruz.
DK–(Kameramana) Kayda devam et! (Gazeteciye) Sen de otur!
Gazeteci gitmek için davranınca birden beliriveren muhafız, gazeteciyi oturtur. Ve bir kenara çekilip bekler.
DK–(Ayağa kalkar, sert) Benim bulunduğum yerde, her şey benim emrimle olur. Git dersem gidilir, kal dersem kalınır. (Oturur.)
G–Bunları aynen yayınlarım!
DK–Aynen yayınla! Bunu ben emrediyorum. (Kameraman bıyık altından güler. Dünya Kralı farkındadır, bir anlık durak ve bir anlık kameramana bakıştan sonra gazeteciye) Sana değil, patronlarına emredeceğim. Dinle! Sizler, kamuoyu temsilcisi falan değilsiniz! Basit, kamera gibi bir malzemesiniz sadece. Siz modern firavunların piramitlerinde, yani şirketlerinde çalışan, onlar için kamuoyunu yönlendiren, daha doğrusu aldatan, insanların gözlerini boyayan, zihinlerini körelten kölelersiniz. Firavun’un kölelerinden daha zavallısınız. Onlar hiç olmazsa esir olduklarını idrak ediyorlardı ve söyleyebiliyorlardı. Hallerine üzülebiliyor, ağlayabiliyorlardı, imkân bulurlarsa isyan edebiliyorlardı. Sizse… Hani bazı iri hayvanların sırtında yaşayan kuşlar, sinekler olur ya, sizler işte onlar gibisiniz. Doğru söyledin. Hakaret ediyorum. Aslında hakaretten fazlasına müstahaksınız.
G–Siz hangisindensiniz?
DK–(Öfkeli) Bu senin üstüne vazife değil. Haddini bil!
G–(Öfkeyle ayağa kalkar, belinden tabancasını çıkarır.) Bu kadar hakarete tahammül edemem. (Muhafız bir hamlede elinden tabancayı alır ve onu yerine oturtur.)
DK–Daha benim söyleyeceklerim bitmedi. (Parmağını kameramana uzatır.) Sen bir şey söylemek istiyor da, çekiniyor musun?
K–(Sakin) Efendim, benim işim söz söylemek değil, söz kaydetmektir. Söylemek sizlerin işi… Yayınlatmak, yayınlatmamak patronların işi. Efendim, bu filimde ben bir kişi değilim. Az önce buyurduğunuz gibi kamerada rey sahibi değil.
DK–Sen rey sahibisin… Söyle çekinme...
K–Madem emir buyurdunuz, söyleyeyim… Siz, şu kısa zamanda anladığım kadarıyle büyük hayalleri, hedefleri ve plânları olan bir güçlü kişisiniz. Sağlam kalelere dayanıyorsunuz anlaşılan. Benim gibi sıradan bir işçinin bir anlık gülümsemesinden rahatsız olduğunuza göre, endişe desem mi bilmem, ama tedirginsiniz. diyebilirim. Farkında değilsiniz ama, gelecek bir hamle ile yıkılıvermekten korkuyorsunuz. Muhatabınızı bunun için bir an önce, o sizi ezmeden, ezmek istiyorsunuz.
DK–Bir kameramanla değil, insan tanıma uzmanı ile muhatapmışız meğer...
K–İşim; gerçeği olduğu gibi görmeyi, görüleni olduğu gibi göstermeyi gerektiriyor.
H–(Soldan girer) Efendim... Birleşik Hartunya Devleti başkanı... Özel temsilcisi...
DK–Gitmedi mi o?
H–Kabul edene kadar bekleyeceğim diyor. Hemen kapıda...
DK–Gelsin.
H–Peki efendim. (Çıkar)
G–Bu bize kibarca gidin demek mi oluyor?
DK–Bilakis… Siz “kamuoyu temsilcisi” değil misiniz? Kamuoyu görüşmenin şahidi olsun.
-3-
ÖZEL TEMSİLCİ–(Ciddî, vakur. Birkaç adım atınca, gazeteciyi görünce bir an duraklar, sonra birkaç adım daha atar, Dünya Kralı’nın ayağa kalkmaması üzerine durur) Devlet başkanımın selâm ve saygılarını sunarım efendim.
DK–Bilmukabele... (Önündeki koltuğu işaret eder) Buyurun!
ÖZ–Tavrınız, başkanının teklifini sun ve git diyor. (Durak. Dünya Kralı geriye yaslanır, eliyle devam et der.) Gerçi daha değil icadınızı açıklamak, yeni bir icadınız olduğunu bile kamuoyuna ilân etmediniz… Ama (Durak) sizin yeteneklerinizi bilen bir kimse olarak sayın başkanım, (Durak) icadınızın en yüksek değere lâyık olduğunu bilir. (Durak) Kim ne teklif ederse, bir fazlasını… (Durak) İnsanlığa sunulmasında hiç olmazsa payımızın olmasını ümit eder başkanım.
DK–Evet önceki bütün başarılarımı gölgede bırakacak... Buluş mu, icat mı, keşif mi hangisini desem, hepsini bütün halinde bir eserin sahibiyim. Sayın başkana teşekkür ederim. Verimimi kendim açıklayacağım ve kendim değerlendireceğim.
ÖZ–Nasıl değerlendireceğinizi sorabilir miyim? Bir fabrika mı gerekiyor, matbaa mı lâzım, nadir bulunan bir ham maddeye mi ihtiyaç var? Uzaman ve eleman mı gerektiriyor? Yatırım mı lâzım?
DK–Bütün dünya görecek! Görecek ve parmaklarını ısıracak!
ÖZ–Bir fert olarak, heyecanınızdan ve sevincinizden dolayı devletten hem de Birleşik Hartunya devletinden daha iyi değerlendirebileceğinizi düşünebilirsiniz. Yine de sizden bir cevap ümit ediyoruz.
Saatin gongu 11.00’i haber verirken perde yavaş yavaş kapanır.
İKİNCİ PERDE
Karşıda taşlardan örülü duvar. Duvarda ışıklı pano. Panoda bir el dünyayı parmağında oynatıyor. Elin bileğinde göz resmi var. Yan duvarlar görülmüyor. Karşıda tek kişilik, yanlarda 3’er kişilik birer masa. Ve ona göre koltuklar… Oturanlar, seyirci tarafından görülebiliyor ama loş ışıklandırma sebebiyle yüzler seçilemiyor. Zaten sağda önde oturan Dünya Kralı dışında herkesin yüzünde maske var.
Hepsinin önünde bilgisayar ve klavyeyi aydınlatan masa lâmbası var. Dünya Kralı’nın önünde fazladan olarak, üzerine flâmalar bulunan küre dünya haritası ve ara sıra ışıkları yanıp sönen bir cep telefonu var; yanıp sönen bazı ışıklarda, bir flâmayı yerinden alıp masanın üzerine koyuyor. Yine diğerlerinin sesi filtrelenerek değiştirildiği halde, Dünya Kralı, tabiî sesi ile konuşmaktadır.
BAŞKAN–Dünyadaki her alanın seçkinlerinin bulunduğu, dünyanın en güçlü teşkilâtının değerli seçkinleri! Seçkinlerin seçkinleri yüce üyeler! Böyle bir teşkilâtın bütün toplantıları mühimdir. Aldığı kararlar etkilidir ve sonuçları herkesi, bütün dünyayı ve gelecek zamanı etkiler. Tarihinden her hangi bir olayı anlatsanız birçok milletten ve onların ileri gelenlerinden bahsetmeniz gerekir. Derece alan filimlerdeki örnekleri hatırlarsınız… (Durak) Dünyanın geleceğini, bu zamana kadar olduğu gibi, biz plânlarız. Zira bütün savaşları biz çıkartırız ve biz sonlandırırız. Hangi taraf kazanırsa kazansın, asıl kazanan biz oluruz. (Durak. Tesirini görmek için üyeleri süzer) Sınırları biz çizeriz; rejimleri ve devletlilerini biz tayin ederiz! Bayrakları biz çizeriz, biz yüceltiriz, biz düşürürüz. Kamuoyunu biz yönlendiririz. Sevilmesi ve nefret edilmesi gerekeni biz tayin ederiz. Meşhur edilmesi gerekeni de yıkılması gerekeni de biz kararlaştırırız. Linç etmek veya yüceltmek!.. Bizim uhdemizdedir! Bütün bunları istersek kimseye fark ettirmeyiz, istersek törenlerle, tantanalarla ilân ederiz… Beynelmilel organizasyonlar, bizim mahrekimizdedir. (Durak) Ama bu toplantımız!.. Ve bu toplantıda alacağımız kararlar!.. Hepsinin üstündedir. Zira bir asrı aşkın plânlı faaliyetlerimiz sonucu dünya krallığımızı ilân etmemizin ve teşkilâtımızın başkanını Dünya Kralı olarak ilân etmemizin… (Durak) Daha doğrusu gizli idaremizin açıkça görünür ve herkes tarafından kabul edilir olmasının günü gelmiştir. (Kademe kademe sesini yükseltir.) Tarihin dönüm noktası… Yer altından yer üstüne çıkma zamanı... Gün bugündür, beklenen gün... Hasretini çektiğimiz gün... Giyilecek yüce taç bile hazırdır. (Sağ tarafa bakar. Bir görevli altın tepsi üstünde tacı getirir, başkanın önüne koyar ve gider.) Böyle bir kudretiz biz! Biz sadece mekânın değil, zamanın da sahibiyiz.
(Dünya Kralı flâmalardan birkaçını daha dünya üzerinden söküp, masaya koyar. Başkanı dinlemiyor gibidir. Bilhassa başkan ve diğer üyeler, bundan tedirgindir. Başkanı ve onu dikkatle dinleyen üyeler, her flâma indirilişinde dikkat kesilmektedirler.)
Seçkinlerin seçkini yüce insanlar! Bize hizmet etmeyenlerin, bize itaat etmeyenlerin insan değil sürfeler olduğunu ve fiilen de bunun gerçekleşeceğini görmenin, göstermenin ve kabul ettirmenin zamanı geldi. Bu toplantımızda bunun plânın yapacağız…
(Bir sır ifşa eder gibi) Sayın üyeler, yüzlerce yıllık başarımızın sırlarından biri de, üyelerimizin ve teşkilâtımızın gizli olması, gizli kalması, deşifre edilememesidir. Biz âşikâr gizliyiz. Hattâ bu en mühim vasfımızdır. Teşkilâtımız herkesi görür, kendisi kimseye görünmez. Haliyle üyelerimiz de öyledir. Her sesi duyar kendisinin istemediğini kimse duyamaz. Bu sayede, somut bir hedef gösteremeyen düşmanlarımız, yel değirmenleri ile savaşan Donkişot gibi gülünç duruma düşmektedir, düşecektir. Bizi hedef tahtasına koyanları, hayal âleminin zavallı ve zararlı şaşkınları olarak linç ederiz. Hastahanelerde çürütürüz.
Biz ifşa ederiz, ama ifşa olmayız. Biz bir gaye etrafında birleşenleriz; lüzumu yoksa birbirimizi bile tanımayız. Buna rağmen görüyoruz ki, bir üyemiz, hem de bu toplantımızda, böyle bir gün dönümü toplantımızda, kendini açıkça ifşa etmektedir. Yüzlerce yıllık prensibimize riayet etmiyor; buna sessiz kalamayız. Haydi kendi aramızda… (Durak. Dünya Kralı son flâmayı kaldırmıştır, dünyayı yavaşça döndürür ve dönüş tamamlanınca elini dünyanın üzerinde okşar gibi gezdirir. Hepsi onu takip etmektedir) Bir mahzur görmeyelim. Bu kadarla kalsaydı, küre dünya haritası ile şov yapma hafifliğine ses çıkarmadığımız gibi üzerinde durmayabilirdik. Ama bu üyemiz, (parmağını öfkeyle uzatır) sabahtan verdiği bir röportajla, meseleye az çok âşina olanları, bizim hakkımızda az çok bilgisi olanları, zamanından önce harekâtımız hakkında kanaat sahibi yapmıştır. Uyuyanların kulağına kar suyu kaçırmıştır. Şu ana kadar… 21.30’a kadar bu röportaj, tıklanma rekorları kırmaktaydı. Bu röportajdaki dünyaya meydan okuma tavrı ve teşkilâtımızın ismini zikretmesi, bazı kişileri harekete geçirmektedir. (Öfkeyle Dünya Kralı’nı gösterir) Öfkeli mesajlar artmaktaydı. Müdahil olup yangını söndürmeseydik, durum vahimdi. Bazı güçlerin bize karşı plânlar yaptığı bilgileri gelmektedir. Böyle devam ederse, bize karşı bir isyan başlar. Ayrıca bu üyemiz, muhafızları her nasıl aştıysa el ve göz kontrolü ile girilebilen bu toplantıya, maskesiz ve cep telefonu ile katılmayı başarmış; bununla yetinmeyip açıkça masanın üzerine telefonunu koyarak, bir de kimlerle ise mesajlaşmaktadır. Belki de âsilerle birliktedir. Bütün bunlar için izin almak lüzumunu duymadığı gibi izah nezaketinde bile bulunmadı, bu halini de devam ettirmektedir. Üyemizi, onun hakkında bir karar vermemiz için yüce teşkilâtımıza izahat vermeye, hattâ hesap vermeye dâvet ediyorum. Sayın üye!.. Yüce seçkinlere hesap ver!
(Dünya Kralı ayağa kalkar, dünyayı küstah bir eda ile çevirir, elini kaldırır, konuşmaya başlayacağı sırada başkan sözünü keser.)
B–Sayın üye, hakkında hükmümüz verilene kadar size sayın demeye devam edeceğiz, ayağa kalkmayın. Oturduğunuz yerde konuşun. Kendinize bizim üstümüzde bir önem atfetmeyin.
DK–Böyle daha iyi… Ayakta veya oturarak konuşulmasına takılmamalısınız… Siz söyleyeceklerime dikkat edin!
B–Size neyin iyi olduğunu sormuyorum. Emrediyorum oturun! Beni kuvvet kullanmaya mecbur etmeyin.
DK–Ayakta konuşacağım. Nasıl konuşacağıma ben karar veririm! (Bir elini karşısına, sol tarafa havaya kaldırır. Herkes şaşkın o tarafa bakar. Hiçbir hareket yok. Başkana) Sayın başkan bir cümle söyleyin.
B–(Sesindeki filtreleme kalkmış, tabi sesi ile konuşur) Ne söyleyeyim? (Tabiî ses herkesi şaşkına çevirmiştir. Bir an duraktan sonra, toparlanır. Yüksek sesle) Bunu sen istedin. Muhafızlar!
DK–(Kısa bir durak. Dışarıda hiçbir hareket yok) Seslerinizdeki filtrelemeyi az önceki işaretimle ben kaldırttım. Kimse gelmeyecek sayın başkan. (Herkeste tedirginlik ve endişe…) Muhafızlar, artık sizin sesinizi tanımıyor. Benim sesime programlandılar. Sadece buradaki muhafızlar değil, bütün şahsî ve teşkilât sistemleriniz; sistemlerimiz… Benim emrimde. Bundan sonra ben ne dersem o! (Yüksek sesle) Muhafızlar!.. (Üç muhafız soldan, üç muhafız sağdan girer. Kendi tarafındaki muhafızlara, başkanı işaret ederek) Şu adamı, buraya getirin! (İki muhafız, başkanı kollarından tutup Dünya Kralı’nın yanına getirir, biri de arkadan etrafı kolaçan ederek, onları takip eder. Dünya Kralı kenara çekilir. Sahte nezaket gösterisi ile) Buyursunlar sayın başkan. Bu koltuk da terk etmek nezaketinde bulunduğunuz koltuk kadar rahattır. (Başkan şöyle bir muhafızlara ve diğer üyelere bakar ve çaresiz oturur. Diğer üyelerin başları yerde.) Yerinizi bana lütfettiğiniz için teşekkür ve takdirlerimi sunarım sayın üye! Siz liyakati takdir edecek liyakattasınız. (Gider başkan koltuğuna oturur. Muhafızlar, yerlerine geçer. İki elini masaya dayar, geriye yaslanır.) Seçkinlerin seçkini yüce üyeler! Konferansı iptal talebimi kabul etseydi bu adam, bütün bunlara lüzum kalmayacaktı; büyük operasyondan sorumlu üye olarak sizin adınıza, başkan adına, teşkilât adına ben operasyonu tereyağından kıl çeker gibi halledecektim. Dünyayı sürfelerden kurtaracaktım. Beni sinsi sinsi harcama faaliyetlerine daha fazla sabredemezdim. Konferansta, davet ettiği kişilerle beni (Başkanı gösterir) kurtların önüne attı. Bu hinlik karşısında sizler de havan dövücünün hınk deyicisi oldunuz. Söyleyin bakalım, ne yapacaksınız şimdi sayın üyeler? Ve benim size şimdi ne yapacağımı düşünüyorsunuz?
ÜYE 1–Ben sizi her zaman takdir etmişimdir.
DK–Yani bana biat ediyorsun öyle mi?
ÜYE 1–Evet.
ÜYE 2–Ben şahsen bu anı, bu tarihî anı bekliyordum.
ÜYE 3–Böyle bir celâdet ve aksiyon ancak sizden beklenirdi?
ÜYE 4–Sizin yüce önderliğinizde teşkilâtımız en büyük hamlesini yapacak.
DK–Böyle düşünmeyen var mı aranızda? (Durak. Yok sesleri) Yok!.. (Durak.) Beni ittifakla başkan seçmek basiretiniz için hepinize teşekkür ederim. Doğrunun tartışması yapılır. Ama kuvvetin tartışması olmaz. Kuvvete ya itaat edersiniz; ya sinek gibi ezilirsiniz! (Elini masaya vurur) Bu teşkilât, yıllarca bütün insanlığa böcek muamelesi yaptı. Şimdi sizler de böcek olacaksınız.
ÜYE 1–Size biat ettiğimiz halde mi?
ÜYE 5–Bu yüce operasyonu; en yakınlarınızı, en büyük yardımcılarınızı harcayarak zaafa uğratmayın yüce başkan!
B–Kendinizi daha fazla küçültmeyin.
DK–Kuvvetin karşısında kedi gibi miyavlayanlardan hiç hoşlanmam. Böylelerinden kurtulmak lâzım. Mercimek kadar küçüleceksiniz! Sizi ve sizin gibileri, evlâtları göremeyecek ve süpürüp çöplüğe atacaklar. Muhafızlar! (Hazırola geçerler) Böcek atışı!.. Hazır!.. (Başkanın arkasındaki hariç, hepsi silâhlarını doğrultur) Önünüzdeki kişilere nişan al!.. (Muhafızlar önlerindeki kişilere nişan alır. Silâh doğrultmayan muhafıza) Sen de buna. (O da başkana nişan alır.) Ateş!..
Muhafızların silâhlarından hafif bir ses ve küçük birer kıvılcım çıkar. Diğer üyeler, oldukları yerde küçülmeye başlarken perde kapanır.
ÜÇÜNCÜ PERDE
Büyük bir tiyatro salonu… Karşıda sahne… Perde üzerinde iri harflerle parlak renkte “VAKTİ GELDİYSE, BAHARA ENGEL OLUNAMAZ!” yazıyor. Yazının sağ altında sanki imza gibi beyaz renkte üstteki yazıdan daha ufak ama yine büyük harflerle “GÜNÜ GELDİ” yazıyor…
Perde açılınca karşıda konuşmacının arkasındaki duvarda büyük boy bir ilkbahar resmi görünür. Güneşli hava, yeşil ağaçlar, açan çiçekler, uçan kuşlar… Resmin üzerinde manzarayı engellemeyecek şekildi aynı yazılar… Perde açılmadan başlayan manzaraya uygun müzik ve kuş sesleri, Dünya Kralı konuşmaya başlayana kadar devam eder.
Perde açılmadan önce alkış sesleri geliyor. Alkış devam ederken perde yavaş yavaş açılır. Karşıda kürsüde Dünya Kralı… Önünde mikrofonlar… Salonda, sahnenin sağında ve solunda basın mensupları… Kameraman açıkça görünecek bir yerde.
Soru soranlar, salondaki yerlerinden ayağa kalkarak konuşur?
Anne ve Çocuk, salonda ön sırada, sahneye çıkan merdivene yakın bir yerde yan yana...
DK–(Uzun alkış kesilince, mikrofona hafif eğilir) Çabuk kavrayan, anlayışlı insanlara hitap etmenin huzuru, zevki ve şevki bir başka… (Alkışlar) Tabiî, seçilmiş insanlarsınız. (Alkışlar) Mevkiye, zenginliğe ve güzelliğe göre değil, taşıdığınız üstün vasıflar ve yetenekleriniz sayesinde seçildiniz. Bu işlemi nasıl yaptıklarını izah edeyim. Zira bu biraz sonra daha mühim bir meseleyi anlamayı da kolaylaştıracak. Her insanın bütün hayatı, yapay zekâlar tarafından tarandı. Başarılar, olaylar ve sözlere intikal kabiliyeti, fikrin değerini bilme kapasitesi, her alandaki yetenekler, tabiî ve refleks tepkiler, ifade kabiliyet ve tarzı, hastalıklar ve zaaflar tespit edildi. Buna göre bir sıralama yapıldı. Bu salonun kapasitesi kadar kişi dâvet edildi. Sizler, alelade insanlar değilsiniz. Sizler sürfe değilsiniz. Sizleri, nasıl bir hayatın beklediğini anladığınız zaman, sevincinizi ifade edecek kelime bulamayacaksınız (Alkışlar) Böyle olunca, yapay zekânın emrine mi girmiş olduk? İnsan kendi icat ettiği ve geliştirdiği robotların iradesine mi tâbi oldu? Bu da onun açık bir ispatı mı? Hayır! Bazı sığ düşüncelilerin iddia ettiği gibi, −haydi yapay zekâ, robot vesairenin ortak adı olarak makine diyelim− makine geliştikçe insanı tahakküm altına alacak, onu yönetecek bir şuura, bilince ulaşamaz. En üstün makine, en ebleh insanın, tırnağını keserken gösterdiği şuura, acıyı ve sevinci duyan en aptal insanın bilincine ulaşamaz. Makine için zekâ tâbirini kullanmak, hattâ zekâsı sıfır demek bile yanlış. Hattâ büyük hata… İnsan olma haysiyeti ve kapasitesi her varlığın üstündedir. (Alkışlar) Makine, insan kapasitesinin sayıca daha çok kullanılmasını sağlar sadece. Ama keyfiyete, şuura bir milim yükselemez. Meselâ bir şifre denemesi için insan bilmem kaç trilyon işlem yapacaksa, buna ömrü yetmez; ama makine bunu kısa sürede yapabilir. Bir hastalığa karşı ihtimalleri denemeye ve bir sistem dâhilinde takip etmeye bütün insanların gücü yetmez, ömrü yetmez, ama bunu makine kısa sürede yapabilir. Yaptı da… Keyfiyet insanın, kemiyet makinenin… Kemiyet, keyfiyeti esir alamaz. Yarının dünyasını, başta devlet yönetimi olmak üzere, makineyi kullanmadaki bu anlayış yüceliği şekillendirecek.
Bu son değerlendirmeyi, alkışlamadığınıza göre, beğenmediniz mi?
BİR GENÇ–Meseleyi nereye bağlayacağınıza bağlı. Açıklanması gereken hususlar var. Meselâ seçilmeyen insanlar ne olacak? Bir şeyler hissettiriyorsunuz. Ama açıkça söylemiyorsunuz?
EMEKLİ GENERAL–Benim sorum da aynı minval üzere, beraber cevap verilebilir, sorabilir miyim? (Dünya Kralı’nın eliyle sor demesi üzerine) Bütün dünyada mı yaptınız bu değerlendirmeyi? Bir konferansa davet edilecekleri tespit için böyle bir faaliyet saçma değil mi? Ve… Bütün dünyada bunu yapabilen güç karşısında, endişe duymamak mümkün değil…
DK–(Yumuşak bir tonda) Haklısınız. (Sesini yükseltir) Biz dünya çapında ve köklü bir teşkilâtız. Biraz sonra endişelerinizi gidereceğim. Ama önce söyleyeceklerimin tam anlaşılması için devlet rejimleri yönünden kısa bir muhasebe yapmamız icabedecek… (Emekli General oturur.)
İnsanlık, babadan oğula saltanatın arızalarını, binlerce yılda ancak anladı. Bu bir!.. İkincisi.. İdareyi bir sınıfa işçi sınıfına vermenin, daha doğrusu veriyor görünmenin yani komünizmin yetersiz hattâ yanlış olduğunu, bir grubun istismarı olduğunu yüz yılda gördü. Üçüncüsü… İdareyi bir ırkın hakkı olduğu düşüncesinin, yanı faşizmin ve nazizmin yanlışını ve tehlikeli bir macera olduğunu burnu sürterek kısa sürede idrak etti. Şimdi demokrasinin ve kapitalizmin nasıl bir belâ olduğunu anlamasına, daha doğrusu kabullenmesine geldi sıra. Demokrasi âlet edilerek ne toplu cinayetler işlendiğini, ülkelerin işgal edilebildiğini; kapitalizmin sömürme sistemi olduğunu, ikisinin de içkiyi, kumarı, fuhşu, cinayeti, uyuşturucuyu yani insanlığa zararlı şeyleri meşrulaştıran ikiz kardeş olduklarını artık anlama yolunda. Şimdi demokrasi ve kapitalizm üzerine bir operasyon lâzımdır.
BİR GENÇ–Açıklamanız, vuzuha kavuşturmak yerine yeni soruları getiriyor akla. Önce ilk sorulara cevap verseniz
BİR GENÇ KIZ–Evet yeni sorular akla geliyor. Bir operasyondan bahsediyorsunuz. Korkuyorum doğrusu… Bu nasıl olacak ve kim yapacak? Kanlı mı, kansız mı?
EM–Endişe ediyoruz. Salonda ve dışarda öyle bir hâkimiyet kurmuşsunuz ki, her an üzerimize kurşunlar yağacakmış gibi bir hissediyor insana… Evet kızımızın dediği gibi, kim yapacak ve kimlerin hayatına kıyacak; fikirle yapılması gereken bir faaliyet neden akla gelmiyor.
BİR HANIM–Demokrasi ve Kapitalizm dediğinize göre, fikir hamlesi yapılmalı… bahsetmediğinize göre… Operasyon diyorsunuz… Doktorlar mı, askerler mi?
DK–(Ayağa kalkar.) Operasyonu!.. (Birkaç adımda sahnenin önüne gelir. Komutan sağdan hızla girer ve Dünya Kralı’na cep telefonundan bir şeyler gösterir; o da eliyle salonu gösterir)
KOMUTAN–(Salona doğru yüksek sesle) Muhafızlar!... Vaziyet al!.. (Bir anda salonda ve sahnede muhafızlar belirir)
DK–(Sahnenin ortasına birkaç adım atar. Öfkeli. Salona) Operasyonu ben yapacağım! Nasıl bütün vücut kangren olmasın diye… Bir organın, meselâ bacağın kesildiği gibi… Napolyon’un vebaya yakalan askerlerini, diğerlerine bulaşmasın diye…
K–(Sahnenin önüne atılır. Dünya Kralını göstererek) Lâfı geveleyip duran bu adam, seçeceği bir avuç insan dışında herkesi böcek yapmayı plânlıyor. (Salondan uğultulu, şaşkınlık, korku ve itiraz sesleri.)
DK–(Kameramanla karşı karşıyadırlar.) İnsanlığın en büyük operasyonunu yapacak olan benim ve bu işe senden başlayacağım! (Tabancası çeker, ilk perdede görülen tabancadan biri. Kameramana doğrultur.) Sürfe!.. Zaten insan görünümünde zararlı bir böcektin!
Ç–(Bağırarak) Baba!.. (Elinde tabanca. Bütün gözler üzerinde. Hızla merdivenlerden çıkar ve babasının karşısına dikilir. Elindeki tabancayı doğrultur. Herkes donmuştur. Kimsede hareket ve ses yok.) Baba her yerde seni aradım… Buradasın… Haydi! Kim kimi ıslatabilirse...
DK–Dur oğlum, o su tabancası değil! (Çocuğa doğru koşar.)
Anne merdivenleri çıkar. Çocuk tetiğe basar… Hafif bir ses ve küçük bir kıvılcım…
DK–Ne yaptın oğlum!.. (Büzülür ve yere düşer.)
Ç–Anne ne oldu babama?
Anne çömelir, çocuğu bağrına basar. Anne ve çocuk bir kenarda, diğerleri Dünya Kralı’nın etrafına toplaşır… Her kafadan bir ses:
–Böcek oldu!
–Kavun kadar bir böcek!..
–Küçülüyor!
–Elma kadar!
–Ceviz kadar!
–Mercimek kadar!..
PERDE
|