Üstad Mustafa Makas Sayı:
120 -
Allahu Tealaya hamd, Resulüne salât ve yolunda gidenlere selam olsun.
Söze nereden başlayayım konu Üstad olunca. Kelimeler dize gelsin. En baştan alayım; üniversiteyi kazandığım yıllar, Erzurum’da çay ocağında muhabbet ediyoruz, duvarda asılı bir tablo, Üstad’ın kaldırımlar şiirinin ikinci pasajı; “Başını bir gayeye satmış kahraman gibi... Yağız atlı süvari koştur atını koştur…” Üstad’ın bir şiirinde söylediği gibi “sarsıldım, sendeledim”. Aylarca aklımdan çıkmadı bu sözler. Sır… Henüz Üstad’ı tanımamış, o kapının önünden bile geçmemiş, tanıdıktan sonra okuduğum her eserinde ruhumu saran esrarengiz hâllerin ilkini yaşamışım Âşiyan çay ocağında. Sonraları öğreniyorum tasavvufta nazar, kement, murad eden ve murad edilen kavramlarını eserlerinden. Üstad’ı besleyen büyükler büyüğü altın silsile yolunu hakkıyla anlayanlar bilir ki; kendini Frenk kâfirinden büyük gören aldanmış, İslâm’ı anlayamamıştır, bu söz ikinci binin yenileyicisi Müceddidi Elfi Sani İmam-ı Rabbanî hazretlerinin. Yoksa murad eden ve edilen gibi sözler büyüklerin sözleridir, bizim gibi gaflette yüzenlerin haddi değil. Fakat Üstad’ı tanıyanlar da bilir ki alelade bir yazarla, şairle tanışmaz onun mevsimine girenler, büyükleri, büyüklerin büyüklerini tanırsınız onu tanıyınca, şükrümüzden aciziz.
Yıllar geçiyor, gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmaya devam, derken öğretmen olarak atanıyorum doğuya, fakat atandığıma sevinemeyecek kadar buhranlar içerisindeyim, ruhum daralıyor, kalbim sıkışıyor, ölmemek için yiyip içiyorum, o derece. Yine sonraları öğreniyorum ki, İmam-ı Gazalî hazretleri de Üstadımız da ağır buhranlardan geçiyor, hattâ Efendi hazretlerimize soruyor, benimki mi daha ağırdı Gazalî hazretlerininki mi? Efendi babamız; seninki daha ağırdı buyuruyorlar. Efendi hazretleri Seyyid Abdulhakim Arvasî, Nakşi Müceddidi Halidi Arvasî kolunun son büyük mürşidi, Üstadımızı Üstad yapan büyük veli. Sır üstü sırlar. Kendimi kitapların arasında buluyorum, klâsikler, doğu ve batının büyük denilen yazarlarını oburca öğütüyorum. Öyle sıradan insanları da okumuyorum, nobel ödüllüler, felsefî akımlar, kitlelere yön veren mütefekkirler… Bir şey arıyorum, o şeyin var olduğuna inanıyorum lâkin bulamıyorum. Kalbimi tatmin edecek bir fikir, görüş, eser, gaye, tılsım gibi fakat nerededirler. ın gayesi, varlığın muhasebesi nedir… Ve sonra…
Âşiyan, bülbül yuvası demek, burada da bir sır var, paylaşmayacağım bir sır, Âşiyan çay ocağında duvarda asılı olan söz aklıma geliyor aniden, niçin o sözlerin sahibinin kitaplarını almıyorum diyor “O ve Ben” i sipariş ediyorum.
Aman ya Rabbim…
Afrika savanalarında aylar süren kuraklıktan sonra yağmurlar başlayınca toprak, bitkiler, ağaçlar, dereler ve onlardan beslenen hayvanların saadetini düşünün, ruhumun kurak çöllerine âdetâ rahmet sağanakları yağıyor. Elhamdülillâhi Rabbil Âlemin.
Merhum Akif’in “Müslümanlık bilmem amma galiba göklerdedir” inkisarını bilir misiniz? Kim bilmez, bu duyguyu hele bu zamanda bu cemiyetin içerisinde yaşamayan bir mümin var mıdır? Yaratılış sancısı, varoluş muhasebesi, dünya, ahiret, ölüm, dil, din, tarih, hayat, fikir, akıl, eser, ahlâk, edebiyat, belâgat, fesahat ve daha ne kadar kavram varsa mükemmel bir duvarı tuğlalarla ören usta gibi ruhumu, kalbimi ve zihnimi örüyor üstadım.
Gerçek İslâm’ı ve saf Türklüğü öğreniyorum, Âdem babamızdan bugüne değin gelen Resuller ve Nebilerin tevhid yolunu, gaye ve ufuk Peygamberin (sav) her hareketindeki mucize üstü tavırlarını, geçmiş peygamberlerin devirlerinde yaşayan hak dostlarını ve düşmanlarını, buğdufillah ve hubbufillahı, Hicaz’ın, Fars’ın, Maveraünnehr’in, Hindistan’ın, Türkistan ve Anadolu’nun erenlerini, Allah dostlarını, mânâ kahramanlarını öğreniyor, ruhaniyetlerinin sıcaklığını hissediyordum. İnsanlık tarihi, Türk tarihi nedir? Gerçeği ve sahtesiyle tüm kahramanları öğrenmek isteyen var mı; buyursun eşsiz hazineye. Atların cidago kemiklerini örseleyen, gazanın, kavganın kahramanı Türk’ün, İslâm ipine sarıldıktan sonra mânânın, kültürün, medeniyetin, mimarînin, güzel ahlâkın kahramanı oluşunu görsün, görmek isteyen. Ve şimdiki fecaat hâl ile kıyas etsin.
Sanat nedir, edebiyatın, şiirin gayesi nedir, Allahın, Resulü’nün ve dostlarının kelâmından sonra söz hangi irtifaya kadar çıkabilir, buyursunlar Büyük Doğu steplerine. Türk’ün ve Müslüman’ın yükselişindeki (iman, vecd, ahlâk, adalet kavramlarını) ve alçalış devirlerini, sırlar, ihanetler, sahtelikler, ham yobaz kaba softalar, batının, moskofun, masonların, dönmelerin ve yahudinin oynadığı oyunları, çürümüşlük devirlerini, merhem yerine millete sunulan zehirleri öğrenmek isteyen var mı?
İnsanlık yaratıldığından beridir, insanoğlunun hayatı anlamlandırmaya çalışarak ulaştığı menfi veya müspet fikirleri, aklın ürettiği fikirlerin vahyin önündeki iflasını, aklın hududunu, aklı gere gere lastik gibi koparacak raddeye gelen cins kafaları, doğu batı sentezini, batı tefekkürünün çıkabildiği son irtifaları ve tasavvuf büyüklerinin batın ilimlerinden sızan reşhaları… bunlardan haberdar olmak isteyenler buyursun kıyamete kadar akacak olan Arvasî çeşmesine.
Gerçek şeyh nedir, Allah dostu kimdir, kim değildir, bugün etrafımızda olup bitenleri, sahte mürşitler panayırını, sıratı müstakim ve ehlisünnet yolunun dışındaki her türlü sapık itikadı anlamak isteyen varsa buyursun son devrin en büyük şeyhinin şair talebesine.
Âdet ile ibadet farkını, günah ile küfrün ayrımını, sevabıyla övünen ile günahıyla nedamet duyanın kıymet değerini, sevgi ve muhabbeti, iman ile küfür arasındaki gidiş gelişi, kitapları ateşe atıp ateşin içinden çıplak eliyle alışı, buhranı, çileyi, delirecek seviyede şüphe ve vehimi okumak isteyenler buyursunlar.
Allah demenin yasak olduğu devirlerde mücadele nasıl yapılır, göz nasıl karartılır, üst düzey makamlar ve bavul dolusu para elinin tersiyle nasıl itilir, hapis ve türlü çilelere rağmen hakikat nasıl haykırılır… İman, cesaret ve zekâ agoraya çıkınca Allah ve Türk düşmanı zevatın çil yavrusu gibi dağılışını, sahte aydınların, kalemşorların köşe bucak kaçışını izlemek isteyenler buyursun sonsuzluk kervanının ardından giden mütefekkire.
Gazete, dergi, konferans, kitap, devleti yöneten en üst kadrolar arasında dokunan mekiklerle, güneşi cebinde kaybetmiş imparatorluk bakiyesi bir milleti uyandırmak için namütenahi mücadele eden, küfür buzdağını erittikçe türlü iftiralar hücumlar mahpuslarla terbiye edilmeye çalışılan, maçası yemeyen sözde Müslüman yol arkadaşları tarafından dahi ihanete, yalnızlığa terk edilen, fakat yalnızlaştıkça devleşen, ona nazar eden bir çift mübarek gözün sahibine sığınan onun himmetiyle ayakta kalan… Zahirde çok az insanın muhatap olacağı bu çalkantılı hayatın kendi içindeki düşmanla olan kavgası yanında cüce mesabesinde kalan bir dehadan bahsediyoruz. Çünkü o bir devdi ve yükü ağırdı dev’in.
Sonsuzluk kervanının iklimine giren her Büyük Doğucu için Üstadımızın en üst rütbesi, devrin büyükler büyüğü Allah dostu Abdulhakim Arvasî hazretlerine olan bendeliğidir, yani Üstad aslında bir müriddir, her ne kadar kendini müridliğe layık görmese de Efendi hazretlerinden gelen işaretler ve muhiblerin ifadeleri, çok sevilen hattâ nazlı bir mürid olduğu yönündedir. Bu iklimden bîhaber olan, hattâ fikren düşman fakat kendi alanlarında şöhret yapmış duayen ustaların Üstad hakkındaki övgüleri, onun dehanın çocuğu olduğunun delillerindendir. Yazdığı tiyatroların kıymetini, hiçbir hastalığı yokken sahnede ateşler içinde oynayan Muhsin Ertuğrul bilebilir, yine bir kitabı için bu eser midir sorusuna şaheserdir cevabını veren Peyami Safa, duruşmada yine ceza aldığını duyunca, heykelini dikecekleri adamı mahkûm ediyorlar diyen Aziz Nesin, Sol’da adam mı var ki Üstadı anlasın diyen Can Yücel (bu söze yakın zamanda vuslata eren Mehmed Kısakürek ağabeyimden ekleme; “sağına bakmamış”), kapısından eksik olmayan profesörler, sanatçılar, mütefekkirler, fikir babamız diye hitap eden başbakanlık bakanlık parti başkanlığı yapmış nice siyasetçi…. Ve bizim için en kıymetli övgü Efendi hazretlerinden; “senden küfür sadır olmaz”.
Bana göre Türk milletinin mütefekkir anlamında yetiştirmiş olduğu en büyük şahsiyet olan Üstadımız, kadavraya dönmüş bir cemiyette anlaşılamadı, anlaşılması mümkün değildi, cemiyetin hal-i pür melali müstahak değildi, yine Üstadımızın Yunan şair Panderos’tan alıntılayarak kullandığı güzel bir söz var, “meğer katırlara saman yerine çiçek sunmuşum”, durum böyle izah edilebilir. Darağacına gidecek olan merhum Menderes’e “ya olacaksın, ya öleceksin” diyecek kadar âkıbetini sezmişti, Merhum Erbakan’a “artık bu dâvâyı kurtarmak değil, harcama yolunda olduğunuza inanıyor; ve dâvânın gerçek kurtuluşunu, onu yanlış ve kötü temsil edenlerden kurtulmakta buluyorum” diyecek kadar gevşekliğe tahammülsüz ve aksiyonu önceleyen, desteğini istemek için evine gelen merhum Türkeş’e, masasına geçerek Allah ve Resulüne bağlılığı bildiren metin yazıp, bunun altına imzanızı atarsanız sizinleyim diyen ve karşılık olarak bu yazılan metni seçim beyannamesi olarak okutulacak kadar siyasîler arasında nüfuz sahibi bir dev….
Eserleriyle yetişen ve siyasette umut bağladığı kadroların şahsiyetsizliğini görünce, onlara da en güzel ismi takmıştı; büyük doğunun düşük (abortus) evlâtları. Kulaklar çınlasın ne diyelim! Abortuslar ülkesi… Ve işaret etti; İstikbalin gerçek evlâtları! Evet bekliyoruz, istikbalin gerçek evlâtlarını bekliyoruz, eğer bu millet var olacaksa onlar mutlaka gelecek. Dalkavuklar, kalemini satanlar, hasetçi süslümanlar, Üstad’ın eteğinin dibinde yetişen, tüm sermayesini ondan devşiren kıskanç mecnunlar bir devir sonra unutulacak fakat Üstad altın çağını istikbalin gerçek ve asil evlâtlarının devrinde yaşayacak, Büyük Doğu mutlaka bayraklaşacak. (Mehmed Kısakürek ağabeyime bir duamı yazmıştım, duamız olsun ağabeyim o gün geldiğinde Rabbimiz bizi mezardan çıkararak asil kalabalığın içinde yürütsün inşallah. Âmin, İnşallah demişti. Rahmet olsun.)
Lafı çok uzattım, Üstad’ı anlatmaya sayfalar yetmez, hangi eserindeki hangi satırın kıymetinden bahsedeyim. Meselâ o roman yazmamıştır, “hikayelerim” adlı eserini alıp okuyun, hacimlik kitaplardan alamadığınız zevki, mesajı, karakter özgünlüğünü, senaryoyu onun iki sayfada anlattığı hikâyeden alırsınız. Külliyatını ezberlemiş ve her okuduğunda yeni okuyormuş gibi hayretler içinde kalan, yeni şeyler keşfeden bir Büyük Doğu’cu olarak; gençlere (yaş mevzu değil, ruhu genç olanlara) tavsiyem, hayatı anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyorsanız, yaşanmaya değer hayatın ne olduğuna dair bir çileniz mevcut ise, ben kimim ve bu hal neyin nesi diye soru işaretleriniz var ise, tarihinizi, kültürünüzü, dilinizi, dininizi yani topyekün insanlığın serüvenini merak ediyorsanız; sizi menzile ulaştıracak en güvenli gemi, kafanızdaki soruları örgü ipinin çözülmesi gibi kolaylaştıracak en sarih, sahih ve samimi insan Necip Fazıl Kısakürek ve külliyatıdır. Mutlaka ama mutlaka okuyun. Hayatınız eskisi gibi olmayacaktır. Ve ona atılan iftiraların hangi saiklerden kaynaklandığını, Türk ve İslâm düşmanı hangi pis cepheden geldiğini göreceksiniz.
Esselâmu aleyküm ve Rahmetullah.
|