Anlam peşinde Site Editörü Sayı:
121 -
İnsanoğlunun “anlam” peşinde koşturması, kendi tarihi kadar eski. Soru tek: “neden?” Bu soruyu düşünme potansiyeli olan insan, bu potansiyelle “eşref-i mahlukât” olma imkânına sahip. Bu yüzden “halife”. Allah, insanoğlunun “sistemi” anlaması ve “neden” sorusuna cevap bulabilmesi için âyetleri ve bu âyetleri açıklayarak bize rehberlik edecek peygamberleri göndermiş. Ümmeti olma bahtiyarlığına ne kadar şükretsek az olan Efendimiz’e inzal edilen Kur’ân-ı Kerîm, bu sistemi insanlara anlatan son kitap, Efendimiz de bu konuda insanoğluna rehberlik edecek “hatemü’n nebiyyin” yani son nebi.
Soruyu anlamak, çözmenin yarısıdır derler. Anlamak çok önemlidir. Anlamak “an” kelimesinden geliyor, ayırt etmek, idrak etmek demek. İdrak de Arapça’da bir şeyin en dip noktasına inmek demek, dereke bu kökten geliyor. İdrak etmeyi anlam kuyusunun dibindeki mânâya eksiksiz ulaşmak olarak tarif edebiliriz.
Evet, anlamak önemlidir, bunun yanında anlatmak, anlatabilmek de önemlidir. Herkesin anlama kabiliyeti aynı değildir. Herkes aynı anlam kuyusunun dibine kadar kazamaz, kazamayınca idrak gerçekleşmemiş olur. Bu yüzden “Sen ne söylersen söyle, söylediğin karşındakinin anladığı kadardır” denir.
İnsanların farklı idrak kapasitelerinden dolayı farklı anlatım usulleri kullanılır. Hikâyelerle, örnek vererek anlatmak, bir konuyu anlatmak için en sık kullanılan usullerden biridir. İnsanı yaratan ve haliyle fıtratını en iyi bilen Allah da kitabında birçok konuyu kıssalar üzerinden anlatmıştır. Mesela Yusuf (a.s) suresinde, Hz. Yusuf’un başından geçenleri anlatacağı âyetlerin başında, bu kıssa için “ahsenül kasas” yani kıssaların en güzeli der Cenab-ı Hak. Ashab-ı Kehf kıssası, Hz. Musa ve Hz. Hızır kıssası, Hz. Zülkarneyn kıssası ve Hz İbrahimle ilgili kıssalar Kur’ân’da anlatılan diğer kıssalardandır.
Tarih boyunca yolumuzu aydınlatan ârifler içinde de benzer usulü kullananlar olmuştur. Hz. Mevlâna bu âriflerin başında gelir. Mesnevi-i Şerif birçok hikâye barındırır, Hz Pîr anlaşılması zor olan hakikatleri, kulak verenlere hikâyeler üzerinden anlatmıştır. Aynı metodu yakın tarihimizde Bediüzzaman’da, Feridüddin Attar’ın Mantıkku’t Tayr’ında ve diğer bazı tasavvuf eserlerinde görürüz.
Günümüzde toplum, değerlerini anlamaktan uzak olsa da, destanlar ve masallar da aynı usulle toplumların ruh köklerini, hakikatlerini, mesajlarını, değerlerini nesilden nesile taşımak için kullanılmıştır. Tarihi çok eskilere dayanan medeniyetlerin destanları, masalları olduğunu görürüz. Hikâyeleri, şiirleri, ezgileri olduğunu görürüz. Hepsi kısa ve öz sözle, hikâyelerle nesilden nesile mesajını taşır. Bu mesajı taşıyan ozanlara, şairlere, anlatıcılara değer verilir. Böyle medeniyet olunur. Devrimizde bilginin yayılma yöntemleri farklı bir noktaya geldi, artık masal ve destan dinlemeye tahammülü olanların sayısı pek az, nesilden nesile taşınacak ezgi kaldı mı bilmem.
Yine de kötümser değiliz, şundan dolayı, toplumun önemli bir kesimi her ne kadar bu kökten uzaklaşsa da, başta Efendimiz’e ve O’nun yolunun tozu diye kendilerini ifade eden âriflere karşı muhabbetimiz var. Demek ki halen, dipte bir yerlerde alev almaya müsait bir kor var.
Muhabbet yukarıdan aşağı doğrudur, Allah vere de Onlar bizi sevmekten vazgeçmesinler.
|