İNANÇ NASİP İŞİ Çilekeş Sayı:
40 -
Son yüzyılda dayatma ve beyin yıkama ile, geniş kabul gören bir akım var... Bir takım mihrakların finans ve kaynağı şüpheli etkinlikleriyle ne yazık ki İslâm toplumlarının da bilinçaltlarına dek soktukları kabul bu. "Ota bak! Yaprağa bak! Evrene bak! Büyük patlamaya bak! Kuantum teorisinin neticelerine bak! Şuna bak, buna bak, şu kanıt, bu kanıt... "Hüküm: Müspet bilim öyle söylüyor diye O"na inan!
Ya müspet bilim öyle söylemese?.. Ya şüphe etse? İnanmayacak mısınız? Cevap ise bu tezden daha vahim..."Müspet bilimle çelişmeyen dine inanıyor"muş, Dini, bilimin metodlarıyla araştırarak daha sağlam bir inanca ulaşıyormuş...
Müspet bilim ne söylerse söylesin, neyi ortaya koyarsa koysun bilinmelidir ki bu -aksi kanıtlanan kadardır- bilim kendi vasfı gereği, temel olarak özelliğini şüpheden ve yanlışlanabilir olmasından alır. Dikkat lütfen! "Bir teorinin doğrulanması" değil "yanlışlanabilir" olması onu bilimsel yapar. Bütün bilim adamları ile bilim felsefesi ile uğraşmışların en temel ve öncül (apriori) kabulü budur. "yanlışlanabilir olmayan "bilimsel" değildir" Yani, "Şüphe yoksa bilim de yok!"2
Din ise şüphe götürmez bir iç disiplinle "teslimiyetin" adıdır. Teslimiyet ama şu veya bu öndere şu veya bu kişiye değil sadece ve sadece "o"na "Yaradan"a. Ana parola:
"Şüphe ile iman bir arada bulunmaz."
Peki, ilk satırlarda bahsettiğimiz akımın takipçileri şu soruya nasıl cevap verebilecektir? Şüpheyi temel öncül kabul olarak ele alan bir metodla-her türlü şüphe üstü "O"na inandığını söylemek doğru mudur? Bırakın doğru olup olmamasını en başta samimi midir? Yanlış yollardan doğru hedefe varılabilir mi?
Bu bakış açısının bir başka açmazı ve felâketi de şuradadır ki; Aklî olan, akıl üstü olanı algılayabilir mi? Her türlü duduya dayalı bir metodoloji ile akıl ve duyu üstü bir mutlak varlık algılanıp hikmetine varılabilir mi?
İnanç ve bilim ikilemi, Batı'da da teolojinin ve kozmolojinin temel meselesini teşkil etmiş ve türlü teorilerle iyice bulamaç haline getirilmiş bir meseledir. Sonuç ise tam anlamıyla bir kaos ve sıfır... Tüm bu kaos içinde, "Fideizm" akımı ise gerçeğe en yaklaşmış görünen bir akım olmasına rağmen bu aklımın da açık bıraktığı hikmete ve gerçek nura dair izler eksik. Fideizm... Yani inandığı için inanmak. İnancına kanıt aramamak... (Çileyi çeken kim olursa olsun Allah o samimi çilesinin karşılığını veriyor.) Aklî olan akıl üstü olanı algılayamaz. Tüm duygu organlarının belirli sınırları olduğu gibi bu duygu organlarından gelen verileri yorumlayan aklın da bir sınırı vardır. O da Descartes'in deyimiyle "aczini idrak etmek'dir. (Akıl yoluyla varsa da hikmete yaklaşması güzel) Mahlûk Halık'i izin verilen kadar, nasip edilen kadar bilir.
Bugün bilimin "O"na inanmaya meylettirdiği öne sürülen teorileri ve kanıtlarını yarın ters yüz ederek inanmaya ve inkâra da kanıt haline getirebilirsiniz. İnsanı yücelten de aşağılayan da işte insana verilmiş bu güçtür zaten... Meselâ kuantum teorisi de bigbang teorisi de yetkin bilim adamları elinde namlusu terse çevrilmiş bir silâh haline gelebilir. Sınırsız evren teorisi ortaya konup -aksi de kanıtlanamayacağı için zamandışı, öncelik ve sonralık kavramlarının olmadığı kendine yeterli bir evren modeli ortaya konur ve bunu da iki kere iki dört kesinliğiyle çürütecek bir bilimsel teori ortaya atılana kadar genel kabul görebilir. O takdirde başta belirtilen kanıtçılar altlarındaki bilim halısı çekilip gittiğinde, kalpleriyle baş başa kaldıklarında ne yapacaklardır? Benim, kanıtçılar dediğim fikrin takipçileri için, kafalarındaki yaratıcı-hâşâ-aciz kalmış olacaktır. Halbuki aciz kalan yine asla ve kat'a "O" değil O'na imanı şarta bağlayan zavallılardır.
Müsbet bilim ve felsefe ne sunarsa ne söylerse söylesin, inanan için cevap eskimez, değişmez yenide, şu muhteşem meydan okumadır. Göklerde ve yerde Allah'ı aciz bırakamazsınız! (1)
Bilim, felsefe, şu veya bu aklî uğraş adı ne olursa olsun ve ne netice verirse versin inanç için bir kıstas değildir. Müsbet bilim inanmış biri için mihenk değil bir araçtır. O araç da insanlığa faydalı yeni araçlara devinerek ve evrilerek çaba gösterir. Haddini aşarak -SONUÇ'u SEBEP, ARAÇ'ı AMAÇ yapmaktan daha büyük aptallık yoktur. Her şey ve her varlık gibi bilim ve felsefe de varlık sebebine hizmet için vardır.
Her ne kadar bu tabir de sunî olsa da, müsbet bilim ve felsefe, ne yoldan giderse gitsin ne sonuca ulaşırsa ulaşsın ve ne kadar küstahlaşırsa küstahlaşsın "gökte ve yerde "O" nu aciz bırakamıyacağı" yolundaki apaçık meydan okuma var iken bilimle dini sözümona uzlaştırmaya çalışmak rasyonalizm kanıtçılık şuculuk buculuk aslında ve özünde inancında samimi olmamak temel güdüsünden kaynaklanmaktadır.
Bilim, bahsettiğimiz ölçü ve sınır içerisinde hürdür. Varacağı hiçbir sonuç din ile uzlaştırılmaya tevessül edilemez. Çünkü uzlaştırabilmek demek neticede bu ikisinin metodoloji ve ontolojik olarak aynı kulvarda olduğu aynı kefeye konabileceği önkabülüne dayanır ki bu en başta dinin aklîleştirilmesi ile birlikte onun bir ürün, bir eser olarak algılanması gerekliliğini doğurur. Allah hepimizi, bu küfre götürecek felâketten korusun...
İthal metodoloji ve ithal terminolojiyle ortaya çıkan ve inanlara "dinini böyle anlayacaksın" denerek dayatılan ve en hafif deyimle felâket olarak adlandırdığımız bu zihniyet tam olarak Pavlos (2) Yahudisinin tahrif ettiği ve insanî bir ürün olarak ortaya koyduğu Hristiyanlık zihniyetidir. Bu bilgiler ışığında aydınlanarak meseleyi sonuçları ve daha önemlisi sebepleriyle tahlil ettiğimizde şu gerçek ortaya çıkmaktadır:
İslam'ı modern çağla buluşturduğunu moderniteyi dinle uzlaştırdığını iddia eden son dönem sözde âlimlerin bilerek veya bilmeyerek aslında hizmet etmekte olduğu zihniyet aslen misyonerizmdir.
Değerli dostlar ve gönüldaşlar (elbette-doğrusunu "o" bilir- demekle başlayarak) inancım odur ki, Evrende ve yaratılmış her şeyde inanmaya ve inanmaya kaynaklık edebilecek verileler ve kanıtlar vardır. Yüce Allah, inanmayı ve inanmayı, inanmaya dair delilleri ve inanmaya dair delilleri de eşit kuvvette yaratmıştır. İnanmaya götüren yollar kadar inançsızlığa götüren yollar da aynı kuvvette vardır ve hep var olacaktır. Ne kötülüğün ne de iyiliğin hiçbir zaman yok olmayacağı gibi, bilim felsefe veya başka bir şey bunlardan birin tamamen ortadan kaldıramayacaktır. Nasipsiz kişi apaçık bir kanıtı bile inançsızlığı merceğinden değerlendirecek gerçeği örtmeye bahane olarak sunacaktır. Var olan her "şey" her "oluş" gibi İnanç da nasip işidir. "Nasibi olan inanır nasibi olmayan inkâr eder." Peki hür irade?.. Cezalandırmanın kaynağı?..
Cevap yine "o"nda ve "o"na teslimiyette... Akıl ve duyu üstü olan aklî olanla tam mânâsıyla algılanmaz! Hikmetinden sual olunmaz. (Hür irade, oluş ve Kader meselelerini "Kaos Teorisi Kader ve Hür irade" başlıklı yazımızda irdeliyoruz) _______________________________________________________________________________ (1) (Ankebut 22-Siz ne yeryüzünde, ne de gökte (Allah'ı) aciz bırakamazsınız. Allah'tan başka bir dost ve yardımcı da bulamazsınız.) (Fatır44) (2) Hz. İsa'nın Allah katına yükseltilmesinden sonra, İncili oluşturan ve inancımıza göre çokça Kabala safsatası sokuşturan, günümüz kilisesince havari kabul edilen kişi
|