Suriye'den gelirim, y?k?m muhabbet! Ahmet Fidan Sayı:
58 - Ekim / Aralık 2007
Birleşmiş Milletler Bilim Kültür ve Sanat Kuruluşu UNESCO tarafından 2007 yılı, dünyada "Mevlâna Yılı" olarak ilân edilmişti. 2007 Mevlâna’nın 800. doğum yıldönümü. Kısaca Mevlâna yaşasaydı sekiz yüz yaşında olacaktı. Ama ne gam o fiziken aramızda olmasa da eseriyle aramızda yaşamaktadır. Hatta Mevlâna’yı sekiz yüz yaşında aramızda kabul edebiliriz.
Bilindiği gibi bazı peygamberlerin için "altı yüz, yedi yüz, dokuz yüz yıl yaşadı." denir. Aslında gerçek peygamberin o kadar yıl ömür sürdüğü değil, getirdiği ve tebliğ ettiği şeriatın hüküm sürdüğü yıl kasd edilmektedir bununla.
Böyle açıdan bakınca Mevlâna için "sekiz yüz yıl yaşadı" demenin hiçbir mahzuru bulunmamalı.
Hattâ Suriye seyahatinden dönerken otobüste dostlarla aramızda bu seyahatin Mevlâna’nın bir kerameti olarak yorumlandı.
Amacım Suriye Seyahati intibalarımı sizlerle paylaşmak. Mevlâna Celâleddin Rumî’yi, hayatı ile eseriyle ve muakıpları ile anlatmak, her biri başlı başına bir bir kitap, hattâ kitaplar dolduracak genişlikte konulardır. En iyisi bu yazıyı okumadan önce siz Mevlâna’nın hayatını kaynaklarından bir güzel okuyun. Gerçi Mesnevî’-i Şerifi okumak bir bakıma Mevlâna’yı tanımak veya Mevlâna ile tanışmak sayılabilir.
Bilindiği üzere Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) yaklaşık sekiz yıl önce "kitap Okuma" adı ile bir faaliyet başlatmıştı.
Önce Mehmed Akif Ersoy’un "Safahat"ı, sonra Necip Fazıl Kısakürek’in "Çile" adlı eseri. Sonra A. Hamdi Tanpınar’ın "Beşşehir" adlı kitapları okundu. Çok ilgi gördü.
Yaklaşık altı yıl önce Mevlâna’nın Mesnevî’si okunmaya başlandı.
Altıncı yıl bitmek üzere. Mesnevî, önce Farsça aslından okunmakta, tercüme edilmekte, sonra izaha geçilmektedir. Mesnevî’nin özel bir dinleyici grubu bulunmaktadır. Mesnevî’nin henüz ortalarında... Tahminen bir altı yıl daha sürer.
TYB, Mevlâna ve Mesnevî’den yola çıkarak, Mevlâna’nın hayatında önemli bir yeri olan Şam ve Halep’te bir toplantı ile anmayı kararlaştırdı. Kısa süre önce karar alınmasına rağmen organizasyon çok mükemmel şekilde gerçekleşti.
TOPLANTI HAZIRLIKLARI
Milletlerarası faaliyetler zorluklarla gerçekleştirilir. İki farklı ülke iki ayrı kural... Yurt içinde yapılan bir faaliyet ile yurtdışında yapılması planlanan faaliyet arasında büyük farklar ve büyük çileler bulunmakta.
"Uluslararası Halep’te Mevlâna Günleri" başlığı ile yapılan toplantı umulandan daha çok ilgi ve destek gördü. Hemen belirtmeliyim ki, Halep Başkonsolosluğumuz büyük gayret gösterdi, destek verdi. Değerli Halep Başkonsolosu A.Kemal Aydın, candan ve ilkeli davranışları ile mükemmel bir diplomat örneği sergiledi.
O’nun gayretleri sayesinde Halep Üniversitesi ile işbirliği yapıldı. Daha Halep’e gitmeden davetiyeler basıldı, dağıtıldı, afişler asıldı. Suriye seyahati otobüsle gerçekleştirildi. Seyahatin otobüsle gerçekleştirilmesinin amacı öncelikle daha çok yer görmek ve daha çok mekânları ziyaret etmekti.
O sebeple otobüs tercih edildi.
Konuşmacı, yönetici görevlilerin yanında Türk Tasavvuf Musikisi Korosu toplam 40 kişiyi buldu.
Uzun seyahatlerin sıkıntılarındandır. En samimi dostlar bile yolculuk stresi ile birbirleri ile çekişir ve hattâ birbirlerini kırarlar. Bu seyahatte dostluk hâkimdi. Otobüse binerken birbirini tanımayan insanlar beş gün sonra otobüsten inip evlerine dönerken derin bir muhabbet ile ayrılıyorlardı.
Halep toplantısı için, yoğun bir çalışma yapıldı. Organizasyon için seçilen firma çok isabetliydi. İki genç delikanlı... Çok güzel bir hizmet sundular. Heyet üyeleri seçilirken özel bir itina gösterildi. Matbaa ve baskı işleri titizlikle yürütüldü.
Götürülecek malzemeler paket yapıldı.
23 Mart 2007 Cuma günü akşam TYB’nin Ankara Kızılay’da bulunan Genel Merkez önünde, uzun zamandan beri özlenen ve beklenen yağmurlu bir akşamında yola çıkıldı.
Her şey tamam yola çıktık derken, cep telefonumu açık unutmuşum. Çalıyor. Çetin Baydar. "Alo! Ben Yazarlar Birliği’nin önündeyim. Nerdesiniz?" Buna ne denir?
Arabayı beklettik. Baydar yetişti.
Ankara’yı çıkarken, TYB yolculuklarının müdavimleri bilirler. Önce bir Kur’ân-ı Kerîm okunur, sonra dua edilir ve sefere konulur. Konuyla ilgili küçük bir hatıram var. O’nu burada anlatmak istemiyorum. Çünkü olayda ismi geçen Sayın D. Mehmet Doğan’dan henüz izin alamadım.
SINIRDAN GEÇİYORUZ
Ankara’dan ayrıldıktan on saat sonra Hatay’ın Cilvegözü sınır kapısına vardık. Tabiî burada Hatay’dan geçerken grubun en neşeli ve en tatlı insanı eski Hatay Milletvekili Dr. Mehmet Sılay; geçtiğimiz yerleri eliyle işaret ederek bilgilendirdi. Özellikle arada fıkralarıyla konuşmasına neşe katarak. Gerek hava ve gerekse kara sınır kapılarından çok defa geçmişimdir. Cilvegözü sınır kapımızdan ilk kez geçiyordum. Sınır kapısında dikkati çeken en önemli görüntü çift sıralı TIR kamyonları...
Türk tarafında uzun bir bekleyişten sonra Suriye Gümrüğüne dahil oluyoruz.
Bir o kadar bekletiliyoruz. Sebebini sonradan öğrendik. Bilgisayarlardaki Suriye ile Türk yazı karakterinin farklı olması işlemleri geciktiriyor. Suriye tarafı işlemleri elle yapıyor.
Ayrı bir not Cilvegözü sınır kapısında büyük bir inşaat sürmektedir. Haziran ayı itibariyle yeni şekliyle işletmeye açılacak bilgisin alıyoruz. Dönüşte konuştuğumuz görevliler TIR kuyruklarının uzamasının sebebinin inşaat işlerinden değil, gümrük görevlilerinin sayısının azlığı ve hala rüşvet çarkının varlığından söz ettiler.
Çok fazla değil daha doksan sene önce bize ait bu topraklara, yani Suriye topraklarına giriyoruz.
Suriye topraklarının Osmanlı mülkü olduğu dönemlerde buralarda değişik dönemlerde görev yapmış kişilerin ve batılı seyyahların hatıra ve özellikle tarih kitaplarından okuduğum sahneler gözümde canlanıyor. Özellikle İttihat ve Terakki Partisi’nin güçlü ismi Yahudi dönmesi olduğu söylenen Cemal Paşa’nın Ortadoğu’da Müslüman Arap ve Müslüman Türkleri birbirine düşüren ilk fitne tohumlarını atışı, Mithat Paşa’nın Şam Valiliği ve Osmanlı Ordusunda yüzbaşılığa kadar yükselip sonra ihanet ederek firar eden Ermeni Torosea’ın katliamları gözümde canlanıyor. En önemlisi sınırda otobüsümüze binen rehberimiz Şahin Cano.
Şahin Cano’yu sizlere anlatmam gerekiyor. Çünkü bu seyahatin en ilgi çeken simalarından biri...
Şahin, Suriyeli. Sıradan bir turist rehberi değil. Gerek dinî gerekse tarihî bilgisi sağlam kaynaklara dayanıyor. Rol yapmıyor ve atmıyor. Güzel bir Türkçe ile bilgilerini aktarıyor. En önemlisi hem Suriye hem Türkiye aktüalitesini iyi takip ediyor.
Halep’te yarı inşaat halinde bir binayı gösterirken "Bu on iki senedir inşaatı süren belediye binamız. E hortumcular sadece Türkiye’de yok. Suriye’de de bulanmaktadır," diyor. Bazen Fener bazen GS muhabbeti. Harikaydı Şahin
Şahin, önce Humus’ta arabamızı durdurdu. Burada Peygamberimizin Sancaktarı büyük sahabi Halid b.Velid ve Hz. Ömer’in oğlu Abudurrahman (ra) ları ziyaret ettik. İlk dikkati çeken Türkiye bildiğim kadarı ile sadece Erzurum’a ait olan bir gelenekle karşılaştık.
Namaz vakitlerinde ezandan sonra "salt-ü selâm" getiriliyor. Bir kez daha Erzurum’u hayırla yad ediyoruz.
VE HALEP
Daha dün bizim olan, şimdilerde sınırımıza yaklaşık 60 km. mesafede bulunan Halep, aynı zamanda Suriye’nin ikinci büyük şehri. Denizinden (Lazkiye limanından) 186 km. içeride ve deniz seviyesinden 379 m. Yükseklikte bulunan Halep, tarihinin en eski dönemlerinden günümüze kadar gelebilmiş çok eski bir şehir. Metropol alanı ile birlikte nüfusunun 4 Milyon’a yakın olduğu ifade edilmektedir. Büyük bir bölümü Osmanlı döneminden kalan çarşı, pazar, han ve bedestenlerinin zenginliği ve çeşitliliği ancak İstanbul, Bursa ve Gaziantep ile karşılaştırılabilir.
Şehrin nüfus yapısındaki renklilikte yüzyılların tarihî ve kültürel birikimini yansıtmaktadır. Arapça’nın yanı sıra Halep çarşılarında Türkçe, Ermenice ve Fransızca halâ kullanılan dillerdendir. Halep ünlü ve görkemli kalesinin dışında cami, medrese ve hamamları kadar büyük kiliseleri ile de tanınıyor.
Tarih boyunca ürettiği ipeği ve sabunları ile haklı şöhreti olan Halep’in çevresinde bol miktarda yetişen fıstıklarla yapılmış tatlıları da çeşitlilik ve lezzet açısından çok kaliteli.
Halep’in günümüzde koruma altına alınmaya çalışılan taş evleri büyük bir mimarî zenginlik örneği sergiliyor. Kentte her keseye uygun çok sayıda otel bulunmakla birlikte batı standartlarında lüks otel sayısı kısıtlı...
Önce yemek, sonra otele yerleşiyoruz. Otel şehrin merkezinde... Sahibi bir ermeni...
Üç yıldızlı. Kısa bir dinlenmeden sonra ilk şehir içi geziye çıkıyoruz.
İlk ziyaret Zekeriya (A.S) camiine. Muhteşem bir mabed.
Hz.Zekeriyya (as):
Kur’ân’da adı geçen peygamberlerden biri. Soyu Davud (a.s.)’a dayanmaktadır. Kur’ân’da anılan dualarından (Meryem 16/6) anlaşıldığına göre, soyu daha sonra Yakub (a.s.)’a varmaktadır. Zekeriyya (as) İsrailoğulları’nın peygamberi olduğu gibi, aynı zamanda onların bilgini, reisi ve müşaviri yani danışmanı idi. Zekeriyya (as) ömrünü ibadetle ve insanları Yüce Allah’a inanmaya ve O’nun yolunda yürümeye çağırırdı. Fakat tüm bunlara rağmen önünü göremeyecek kadar gözü dönenler onu şehid ettiler.
Ve Halep çarşısı... 2. Abdulhamid’in tarihi eserlerinden biri. Çeşitli kolları bulunmaktadır. Toplam uzunluğu 16. km.
Hamidiye Çarşısını gezerken Bursa Kapalı çarşısı, İstanbul Kapalı Çarşı veya çocukluğumda elimden tutarak beni götürdüğü için hatırladığım Erzurum’da Hacılar hanı.
Öncelikle Türk lirası ile alışveriş yapabilinmektedir. Türklere karşı büyük bir ilgi ve sevgi görülmektedir. Alış veriş için sıkı bir pazarlık gerekiyor.
Halep, genel görünüm itibariyle bizim şehirlerden birisi. Ama Suriye’nin ticaret merkezi... Her ne kadar Şam Başkent olsa, da Halep siyaset, ticaret ve kültür merkezi...
"Mevlâna Günleri" için imkânlarını TYB ne tahsis eden Halep Üniversitesi, başta Rektör ve Dekanlar olma üzere tam bir misafirperverlik örneği sergilediler. Özellikle Halep Üniversitesi öğrencileri heyete çok sıcak ve yakın ilgi gösterdiler.
TOPLANTI BAŞLIYOR
"Halep’te Mevlâna Günleri" toplantısının ilki öğleden önce başladı. Açılışta Rektör, Dekan, Türkiye’nin Halep Başkonsolusu, TYB Başkanı Hicabi Kırlangıç ve D. Mehmed Doğan konuştular. Konuşmalar Mevlâna merkezli oldu. Suriyeli konuşmacılar Mevlâna’nın evrensel tarafına işaret ederken, Türkiye tarafı özellikle Doğan Mevlâ’nın tasavvuf yönüne işaret etti.
Açılışın ardından üniversitenin ikramı ve ilk oturuma geçildi. Türk ve Suriyeli ilim adamları Mevlâna’yı çeşitli yönleri ile ele aldıkları bildiriler sundular.
Bu esnada Halep Üniversitesi Türkoloji bölümü öğrencileri ile tanışma imkânı bulduk. Öğrenciler güzel Türkçe konuşuyorlar. Üniversite hakkında bilgi aldık. 11 Fakülte ve 27 bin öğrencisi bulunan Üniversite öğrencileri, kalitesizlikten yakındılar. Öğrenmek istedikleri en önemli konu ise Türk üniversitelerinde okumak için nasıl bir yol izlemeleri gerektiği hususunda bilgi itiyorlardı. Suriye’de çalışma düzeni, üç dine göre ayarlanmış. Yahudi nüfus artık yok. Ama cumartesi tatil... Özellikle hristiyanlar Pazar günü dükkânlarını açmıyorlar. Cuma günü ise Müslümanların tatil günü...
Gezi rehberimiz Şahin, bu konuyu anlatırken özellikle "Bizde lâiklik yok." demeyi ihmal etmedi.
Öğleden sonraki oturumda bulunamadım. Çünkü, Ali birinci ve Nazif Öztürk’le Halep Kalesi’ne ziyarete gittik. Kale UNESCO tarafından onarımda... İçine giremedik. Ama dıştan seyretme imkânı bulduk.
Akşam namazını, Hüsrev Paşa camiinde kıldık. Hüsrev Paşa hakkında tamamlayıcı bilgiyi Ali Birinci’den dinledik. Bunu anlatmak ayrı bir yazı konusu olabilir. Namazdan sonra bizi bekleyen birkaç cemaatle konuştuk. Yaşlı bir adam "Burası sizin atalarınızın. Nasıl, iyi korunmuş mu?" diye sordu.
AHMET HATİPOĞLU KOROSU
Halep Üniversitesi’nin bir anfisinde konser başladı. TRT Türk Tasavvuf Musikisi korosu, yaklaşık bir saatlik bir konser için programlanmıştı. Ama salonda bulunan seyirciler dakikalarca hem de ayakta alkışladılar. Hatipoğlu konseri ikinci kez uzattı. Bir saat olan ikinci uzatmadan sonra kendisine çiçek verildi. Ama yine seyirciler ayakta. Alkış devam ediyor. Nihayet "Telaael bedrü..." ile konsere son verildi. Yaklaşık iki saat on dakika sürdü konser. Arapça ve Türkçe ilâhiler, tek kelime ile Haleplileri büyülemişti.
Hemen belirtmekte yarar var. Sanat sınır tanımıyor. Hatipoğlu’nun konserini dinlerken ben şahsen sınırların kalktığını yaşadım. Suriye Türkiye arasındaki sınırların sanal olduğuna kanaat getirdim.Yanımda oturan Suriyeli üniversite öğrencisi önce "Ahsen Ahsen!" dedi. Sonra bana dönerek. "Çok güzel. Çok güzel" diye ilâvede bulundu. İşin ilginç yanı, Konserden önce Suriyeli üniversite yetkilileri, Haleplilerin bu tür etkinliklerde, uzun süreli salonda oturamayacaklarını, birkaç ilâhiden sonra salonu terk edeceklerini söylemişlerdi.
Ama salondaki seyirciler konseri sununa kadar dinlediler, ayrıca alışılmışın dışında koro salondan ayrıldığı halde uzun süre salonu terk etmediler. Otele dönülüğünde, Türkiye Yunanistan millî maçı vardı. Maçtan sonra sokaklar klakson sesleriyle inliyordu. Çılgınlık son haddindeydi. Bu uzun süre devam etti.
Rehberimiz Şahin, sık sık Fener bahçe takımının yapacağı özel maç ve Başbakan Tayip Erdoğan’ın Halep ziyaretini vurguluyordu.
VE ŞAM
ŞAM Suriye’nin başkenti Şam, aynı zamanda Arap dünyasının en eski ve kalabalık şehirlerinden birisidir. Deniz seviyesinden 690 m. Yükseklikte Barada Fırat Nehrinin oluşturduğu bir vahada yer alan Şam, Arapça Dimeşk ismiyle de tanınır. Coğrafî olarak Ortadoğu’ya oldukça hâkim bir noktadadır. Beyrut’un 110 km. güneydoğusunda, Amman’ın 210 km. kuzeyinde, Bağdat’ın 600 km. batısındadır. Bütün bu kentlere oldukça iyi karayolu ağıyla bağlıdır.
Halep’te olduğu gibi Şam’da da zengin Suriye mutfağının Türk zevkine hiç de yabancı olmayan lezzetlerini denemek için her keseye uygun çok sayıda lokanta, restoran ya da kebapçı bulunuyor. Nüfusu 4 buçuk milyonu aşan Şam’da görülmesi gereken tarihî eserlerin arasında Emeviye Camisi ve Selahaddin-i Eyyubi’nin türbesi ilk sırayı alır. Kanunî Sultan Süleyman’ın Mimar Sinan’a yaptırdığı Süleymaniye Külliyesi, Hamidiye Kapalı çarşısı ve Hicaz demiryolu istasyonu kentteki belli başlı Osmanlı eserleridir.Şam Valisi Esad El Azim Paşa’nın Müze haline getirilen 17 odalı saray yavrusu taş konağı Kasr’ül Azm ile Suriye Millî müzesi yine bu şehirdeki önemli eserlerdendir. Sadece Şam’da 120 civarında Türk eseri bulunmaktadır.
ŞAM’DAKI EN ÖNEMLIİ GEZİ YERLERİNDEN BAZILARI:
Emeviye Camisi:
Şehrin en büyük, en eski ve görkemli camisidir. Kilise olarak kullanılmakta iken Şam’ın Müslümanlar tarafından fethedilmesinden sonra, 705 yılında Emevî Halifesi Velid bin Abdülmelik tarafından bir kısmı camiye çevrilmiştir. Daha sonraları yapılan tadilatlarla genişletilerek bugünkü halini almış ve tamamı cami olarak kullanılmaya başlanmıştır. Müslümanlar tarafından kıyamete yakın Hz.İsa’nın yeryüzüne ineceği rivayet edilen "Ak Minare" bu camiye aittir. Camide ayrıca, Hz.Yahya Peygamberin kabri ile İmam-ı Hüseyin’in Kerbelâ’da Yezid’in adamları tarafından kesilen ve Şam’a getirilen mübarek başlarının defnedildiği ve ziyaret edildiği bölüm bulunmaktadır. Avluda bulunan 8 sütun üzerine yükselen hazine kubbesi, kamu hazinesini korumak amacıyla Abbasîler döneminde yapılmıştır.Caminin ilginç yönlerinden birisi de, dört farklı mezhebi temsilen dört ayrı mihrap yapılmış olmasıdır. Ünlü İslâm alimi İmam-ı Gazali Hz.’leri meşhur eseri İhya-u Ulumid-din’i bu camide kaleme almıştır. Ayrıca Bediüzzaman Said Nursi de ünlü Şam Hutbesi’ni (Hutbe-i Şamiye) 1911 yılında bu camide irad etmiştir.
Emeviye camisinin kapladığı 7000 m²’lik alanda ayrıca Selâhaddin Eyyubî türbesi, Hz. Hüseyin’in kızı Seyide Rukiye Camisi, Türk Şehitliği ve turistik eşya satan bir çok dükkân bulunmaktadır.
Emeviye Camii’ne akşam namazından sonra girdik. Yerden ısıtmalı. Hava oldukça soğuk... İkinci cemaate imamlık bana nasip oldu. Tabiî bu da aramızda esprilere sebep oldu.
Şam ziyaretinde bahsetmem gereken en önemli olay Muhyeddin ibn’ül Arabî Hazretlerini ziyaretimizdi.
Muhyiddin-i Arabi Hz.’leri:
İsmi, Ebu Bekir Muhammed Bin Ali olup, İbn-i Arabi ve Şeyh-i Ekber lâkaplarıyla meşhur olmuştur. Dini ihya eden mânâsında Muhyeddin ismini de almıştır. Ünlü mutasavvıf, 1165 yılında Endülüs’teki Mürsiyye kasabasında doğmuştur. Mükemmel bir dinî ve fennî ilim tahsili yapan Muhyeddin-i Arabi Hz.’leri, kendisinden yüzlerce sene sonra ortaya çıkacak olan telgrafın çalışma tekniğini bildirmiştir. Yüzyıllar sonra Edison’u dahi "üstadım" demek mecburiyetinde bırakmıştır. Fatih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’u fethedeceğini ve Yavuz Sultan Selim Han’ın Şam’a geleceğini keşif yoluyla haber vermiştir.
Şeceret-ün-Numaniyye fi Devlet-il-Osmaniyye isimli eserinde; "Sin Şın’a gelince, Muhyiddin’in kabri ortaya çıkar" buyurdu. Muhyiddin-i Arabi Hz.’leri Şam’da, kalbi para sevgisiyle dolu bir grup kimseye; "Sizin taptığınız, benim ayağımın altındadır." dedi. Orada bulunanlar bu sözü anlayamadılar ve 1240 yılında 75 yaşında iken Şeyhi şehit ettiler. Halk onu Şam’da bir yere defin etti ve büyüklüğünü anlayamadıkları için de kabrinin üzerine çöp döktüler. 276 yıl sonra Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim Şam’a girdiğinde "Sin Şın’a girince benim kabrim ortaya çıkar" sözünün ne demek olduğun anladı ve araştırarak Muhiddin’i Arabi Hz.’lerinin kabrini buldu. Çöpleri temizleterek, kabrin üzerine güzel bir türbe, yanına cami ve imaret yaptırdı. Ayrıca Şeyh Muhiddin’in vefatından önce ayağını yere vurarak; "Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır" buyurduğu yeri tespit ettirip, orayı kazdırdı. Orada küp içinde altın çıktığı görüldü. Bundan "Siz, Allah’ü Tealâ’ya değil de, paraya ve altına tapıyorsunuz" demeyi kasdettiği anlaşıldı.
ŞAM’DA BİR AKŞAM YEMEĞİ
Şam gezimizin en önemli ziyaret yerlerinden birisi, Emeviye Camii. Adeta tarih içinde seyahat ediyorsunuz. Önce Selehaddin Eyyubî. İlk Türk Hava şehidlerimiz.
Selâhaddin-i Eyyubî
Tarihteki büyük komutanlardan Selâhaddin-i Eyyubî 1137 yılında doğdu. Haçlı seferlerine ilk karşı koyan büyük kumandan, Haçlı orduları tarafından işgal edilen Kudüs’ü 1187 yılında yeniden fethetmiştir. Selâhaddin-i Eyyubî, İslâm dünyasında yetişen, ama Batılılarca da takdir edilen büyük bir kahramandır. Gerek Doğulu, gerekse Avrupalı kalemler tarafından hayatı, kahramanlığı, zaferleri, hoşgörüsü ile en çok merak edilen ve bu vesileyle romanlara, hikâyelere, filmlere konu olan nadir tarihî şahsiyetlerden birisi bu büyük hükümdardır. Salahâddin-i Eyyubî’nin mezarının bulunduğu türbe Emevîye Camisi yanında bulunmaktadır. Aynı türbe içerisinde bulunan diğer mezar ise eşine aittir.
Ayrıca Selâhaddin-i Eyyubî türbesinin avlusunda, 1914 yılında Filistin’de uçakları düşen ve ilk hava şehitlerimiz olan Fethi Bey, Sadık Bey ve Nuri Bey’in mezarları bulunmaktadır.
Yatsı Namazını Ebu Hüreyre (ra) yanında kılıyoruz. Akşam yemeği için Havaalanı yolu üzerinde bir lokantaya gidiyoruz. Ama yine kebap ve yine Suriye mutfağının muhteşem görüntüleri ile süslenmiş yemek masaları.
DÖNÜŞYOLUNDA
Dönüş yolculuğu erken başladı. Son hatıra fotoğrafları... Otobüste herkes yerinde... Önce Hama Halep yolu üzerinde bulunan ve Hz. İsa efendimizin dilini konuşan, o yüzden koruma altında tutulan MALULA...
Hz. İsa ve annesi Hz. Meryem’in 16 yıl yaşadığı, Şam’a 56 km. Mesa- fedeki Hıristiyan köyü Malula’da halen yoğun olarak Hıristiyanlar yaşamakta. Hz. İsa’nın konuştuğu dil olarak bilinen ve bu gün tamamen unutulmanın sınırına gelmiş "Aramice" isimli antik bir dil bu beldede halâ konuşulmaktadır. Ve Hama... 1982 yılında dönemin zalim diktatörü Hafız Esad tarafından bombalanarak 36 bin müslümanın katledildiği şehir. Duvarlarda hala mermi izlerini görüyoruz. Hama’nın bir başka özelliği değirmenleri ile ünlü.
Otobüse binerken olayı anlatıyorum. Ve "Yaşasın zalimler için cehennem." diyorum.
Gezimizin ilginç bir yönü ise, Suriye Meclis seçimleri dönemine rastlaması... Köy, kasaba ve şehirler milletvekili adaylarının afişleriyle süslenmiş. Bir hususu belirtmekte yarar var. Halen Suriye’nin tek yönetici Beşar Esad, Londra’da tıp tahsili yapmış. Babasına göre biraz daha mülâyim. Ama Suriye caddelerini hala zalim Hafız Heykelleri ve posterleri süslemektedir.
M. Akif Ersoy’un FİRAVUN için kaleme aldığı şiiri hatırlıyorum.
"Zehirli ot gibi fışkırdı yer yer heykelin, Yazık ki bir avuç toprak bulupta murdarı örtmedin Değer mi dağları dişle tırnakla oydurmak, İçinde bir leş için muhteşem saray kurmak."
Seçimlere 14 siyasî parti katılmakta. Nasıl bir seçim sistemi olduğunu anlayamadım. Partiler değil adaylar seçiliyorlar. Önemli bir not, Mahallî yöneticiler atama ile gelmekte, mahallî yönetim için seçim yapılmamakta.
Öğle yemeği için Halep’e giriyoruz. Mihmandarımız Şahin, yeniden Halep hakkında bilgiler veriyor. Yukarıda da işaret etiğim gibi Halep mimarisi kendine has ve taş üzerine kurulu. Beton henüz Halep mimarisinin ihtişamını yıkamamış.
Dönüş yolunda otobüsten kısa da olsa bahsetmek yerinde olacaktır. Çünkü Sayın Ahmet Hatipoğlu’nun sonderece musikişinas ekibiyle seyahat, yorgunlukları unutturdu. Bilâl Demiryürek’in güzel sesiyle Kur’ân-ı Kerîm tilâveti ve esprileri. Şiir tahlilleri, hatıralar ve nükteler. Ali birinci, Mustafa Aşkar Hocanın anlattıkları uzun zaman bu yolculuğun birer sıcak anısı olarak kalacak.
Ve en önemlisi ayrılık saatinde insanların sanki hiç görüşmeyecek gibi bir birlerini kucaklaması ve helâllik dilemeleri. Doğrusu anlatılır gibi değildi.
Cilvegözü’nden giriş yapıyoruz. Seyahatin en unutulmaz yönü, geçtiğimiz sınır kapısı artık sanal. Çünkü çizginin her iki tarafındaki insanlar biri birlerini anlıyorlar ve seviyorlar. Yöneticiler farklı düşünseler de.
Beş gün önce TYB önünde obüse binerken en azından seyahate katılanların yarıdan çoğusu birbirini ilk kez tanıyordu. Gecenin ilerleyen saatinde ayrılıp, herkes evinin yolunu tutarken arada değil tanımamak, derin bir muhabbet bağı ile ayrılıyorlardı.
|