Bir Kurala Ba?lylyk ve ?? Demokrasi T?zesi ?zerine Jurgen Habermas Sayı:
58 - Ekim / Aralık 2007
Türkçe Söyleyen: Sinan Ayhan
Giriş: “İzlek-tüzeci Yapı”lar ve Ancak Bir Kurala Bağlı Kurulabilen Şey
Öncelikle bu çalışmada, liberal ve cumhuriyetçi izleklere göre davranış değişikliği gösterebilen demokrasi anlayışları ve bilinçli bir siyaset yapma açısından bu anlayışların deneysel kurgulanabilen tarafları bir taslak olarak ortaya konmak istenmiştir. Bu açıdan bu metin üç bölümden oluşmaktadır: öncelikle liberal ve cumhuriyetçi model üzerinde konuşulmuş, ardından bunların karşılıklı özellikleri tartışılmıştır, sonra yeni cumhuriyetçi anlayışın ahlakçı bakışını irdelemek suretiyle “izlek-tüzeci ekol”lerin yeni kavramlarını açıklama usulu takip edilmiş ve denemenin sonunda ise, bunların devletle toplum üzerindeki izdüşümlerini karşılaştırmak suretiyle, bu bir kurala bağlı üç demokrasi modelini kısaca tahlil etmek hedeflenmiştir…
Genelde Kabul Gören İki Demokrasi Kültürü: Liberal ve Cumhuriyetçi Anlayışlar
Liberal bakışa(veya Lockçu felsefeye) bağlı anlayışa göre, demokratik süreç, icracı kurumun bir kamu yönetimi aracı olarak sunan ve toplumu bireyler üzerinde eylemler arası yapının kurduğu pazar-yapılı ağ olarak tasavvur eden hükümetlerin, icra görevini üstlendiği bir siyasi sonuçlandırma sürecidir… Burada ortaya çıkan siyaset, ortak hedefler için harekete geçen yönetimle ilgili konumlanmaların hükmünde yer alan yönetim organına karşı gelişen özel ilgileri kavrayan ve öteleyen bir işleve sahip olmalıdır… Cumhuriyetçi anlayışta ise, her ne kadar, politika arabulucu bir yüz var olsa bile; mevcut anlayış, toplumsal süreçte bir bileşke olarak “kurucu bir karakter” gösterir… Dolayısıyla “siyasi taktikler”, ahlaki algıların bir yansıması olarak şekillenmektedir; bu mevcut ortalama bir teşkilatlanmaya dahil olan üyeliği, vatandaşların hareketlerini ve her şeyi serbest ve birbirine eşit kılan yasalar etrafında ortak bir akıl edinmiş bir araya gelmelerin karşılıklı ilişkilerini geliştirmekte ve onlara ayrı bir anlam vermektedir… Bunla, yönetim ve toplumların liberal mimari örgüsünde, önemli bir değişim gerçekleşir; yönetici erkin, bireysel ilgilerin dayanışmanın ve toplumda ortak uyumun sosyal bütünlüğe dair bir kaynak oluşturmasına karşın değişimlerin getirdiği sürece ek olarak devlet düzenin hiyerarşisinde ve bir merkezden kaçınan bağımsız piyasaların bir düzene gelme şeklinde de bir değişim gözlenir… Gerçekte, bu dikey siyasi “istem-düzeneği”, hem genetik algıdan, hem bir kural doğrultusunda işlerlik kazanan öncüllerin kurduğu ortak bir anlayışa bağlı çoklu bir anlamayı veya bilişselliği edinmeyi amaçlamıştır… Toplumun özerk görüleri, kamu yönetimi ile özel sektörü yönlendiren piyasanın bağımsızlık temelleri yurttaşlıkla ve uygarlıkların kendi kaderini çizmesiyle ilgili önkoşullar olarak ileri sürülmüştür. Teoride bu temeller, siyasi yapıları ve iletişim biçimlerini, yönetici erk tarafından yok edilmekten veya piyasa yapısı yüzünden yozlaşma etkilerinden geri tutabilmek adına vardır. Cumhuriyetçi kavram örgüsü açısından bakıldığında, siyasi kamu alanı ancak bir sivil toplum temeli ve bir stratejik anlamla eşzamanlı olarak oluşturulabilmekte ve yürütülebilmektedir. Bu mücadeleci anlayışlar, yurttaş denilenin iki karşıt görüntüsüne işaret etmektedir.
Liberalizmaya göre, bir yurttaşın konumunu, bir moral değerden çok onun devlet ve diğer vatandaşlar karşısında bulunduğu yer ve zaman tayin eder. Bir yüklenici anlam ifade etmesi bakımından yurttaşların bu tür hakları, yasal statüler tarafından çizilmiş sınırlarla birlikte, bütün özel halleri takip eden onu icracı organlar karşı da kollamayı içeren bir yönetim güvencesine haiz olmasıyla benimsenmiş haklardır. Oy kullanma ve serbestçe fikrini söyleme gibi siyasi haklar, aynı içeriğe sahip haklar değildir, ama dış zorlamaların fark ettirdiği bir hareket alanıyla sağlanan sivil haklara çok benzer bir anlamdadır. Aslında bu yurttaşlar açısından bir fırsattır, bir tür konuşma fırsatı; oy verme, seçimler, parlementer organların şekillenişine müdahil olma, hükümetin icra yordamlarına etki etme, bütün bunların bir araya gelen etkilerin oluşturduğu idare sürecini oluşturma; halkın bu temsile dayalı konuşma dilini nasıl sökmüş olduğuna bağlıdır.
Cumhuriyetçi anlayışta ise, moral değerler, kişisel ayrımı gözeten vurgular önplandadır; yurttaşın statüsünü bu ayrımlar belirler. Siyasi haklar daha çok, siyasi katılım ve siyasi iletişim üzerinedir; burada moral serbestiler önem kazanmıştır. Her ne kadar dış zorlamalara dair tam bir serbesti sağlanamamış olsa da, yurttaşlara onların siyasi varlıklarını sınayabilecekleri bir ortak hareket edebilme imkânı sağlanmış ve siyasi özerklik kurabildikleri toplulukların kendiliğinden bir parçası olarak serbest ve eşit hareket edebilme imkânı verilmiş olmaktadır. Bu verimin uzantıları yurttaşlara sadece, özel haklarının veya siyasi özgürlüklerinin yüklediği yönetim icraatlarını gözetim altında tutma yükümlülüğü değildir; bu, sadece yerel otoritelerden oluşmayan bir başka tüzeye sahip idare otoritesiyle toplum arasında gelişen farklı bir dayanak noktasına işaret eder. Bu otorite gücünü daha çok, yasası kendi hareketinde gizli bir yurttaşlık bilincinden alan ve kamusal serbestinin kurumsallaşmasıyla korunan ve öyle yasalaşan bir tüzedir. Dolayısıyla devletin varlık sebebi, basitçe eşit hakların korunması olarak ifade edilmez, serbest ve eşit yurttaşlar tarafından bütün hedefleri ve değerleri eşit bir varoluş şekliyle benimsenmiş bir görüş ve usule haiz olarak dillendirilir.
Özel hakların yüklenicisi meşru kişi kavramının tanımına bağlı klasik anlayışa karşı olan tartışmanın getirdiği ihtilaf hukukun kendi içindeki kavramsal tartışmalar üzerine olmuştur. Liberal veya cumhuriyetçi bakış açılarından farklılık, siyasi sürecin doğasından kaynaklanır. İki anlayış da çoğulculuğa önem verir, ama cumhuriyetçi anlayışta siyasi süreci ve hakların kullanımının kime ait olduğunu belirleyen ortada galip gelen siyasi görüştür, öncül o değere bırakır kendini; liberlizmada ise üstün bir hukukun eşik sağladığı bir sebep temeli vardır, bu temel de yurttaşların seçimine bağlı olarak gerekçelendirilir. Bu yüzden, iki bakış açısına bağlı olarak yurttaş hakları ve hukukun oluşması birbirine aykırı sonuçlara varır. Sonuçta liberalizmde katılımcılar, piyasalardan gücünü alır ve siyasi partiler piyasa gücü aracını kullanarak başarı kazanmaya çalışır; cumhuriyetçi anlayışta piyasanın yerini kamusal alanı oluşturan veya bürokratik çevreyle yüklenmiş karşılıklı güçler arasındaki diyalog çabaları alır.
“İzlek-tüzeci Siyaset”
Cumhuriyetçi modelle liberal modeli kıyasladığımızda, demokrasinin orijinal anlamını ölçü alırsak cumhuriyetçi modelin diğerine göre bir avantajı göze çarpmaktadır; bu da paradigma çatısını veya terimlerini, gücünü piyasadan alarak değil, özerk yurttaşların diyalog örgüsünden gelen bir kurumsallaşma gerekçesini alarak oluşmaktır. Bu modeldeki kültür, iletişim koşulları politik görüş ve inisiyatif oluşumu üzerinde yasal güçlerin müzakeresini önde tutar. Liberalizma çoğulculuk içinde rasyonel stratejiyi, cumhuriyetçilik de siyasi uzlaşmayı, liberalizmadaki siyasi şüpheciliğin önüne koyar. Bu uzlaşma kültürü, bir tartışma alışkanlığı, gerekli yorum ihtiyacından ortaya çıkar ve bu bir anlayış tarzının değişimi anlamına gelir.
Modern cumhuriyetçilik bu kamusal iletişim gücünü daha toplumsal okumalara, bağlamlara yönlendirmiştir. Siyasi tartışma ahlaki daralmalara doğru hareketlenmiş durumdadır. Sonuçta siyasi hareket, hayatın paylaşılan tarafı veya kolektif kimliği bakımından kendi kendini ören bir anlam olarak geçici bir süreç gibi benimsenmeyebilir. Siyasi sorunlar, cumhuriyetçi anlayıştaki ahlaki sorunsallara benzer tartışılamayabilir. Ondaki toplumsalcı yan, içeriğindeki bütün kuralcı sınırlara rağmen daha idealist öğeler taşımaktadır. Bu okumalarda mevcut demokratik süreç, yurttaşların faziletinin sadık halk ülküsüne etkisine göre değişiklik gösterir. Sonuçta bu faziletin çağrıştırdıkları, Rousseau’ya yurttaşla ahlaki olarak fazla yükümlülüğü olmayan bireyin ortaklıklarının ayrı düşünülmesi gerektiğini ilham etmiştir. Ardından yasa koyucu da bütün unsurlarıyla, ileri derecede güvenliğin ahlaki uzlaşmada olduğuna inandırılmıştır. Aksi takdirde teorik yorum, demokratik istem oluşumunun etkenlerinden ibaret kalırdı; fakat bütün önkoşullanmalar ihtiyatlılığın her türlü şekline ve makul bir pazarlık ölçüsüne işarete etmektedir. Aslında teorik tartışma kentsel özerkliğin ahlaki terimlerine odaklanıp kalmıştır.
Ortaklaşmacı izleğin kavram örgüsü bir keşif olarak, demokrasi bilinci ve nesnel bütünlükçü bir ahlaki birliğin soyut atıfları arsındaki gerekli bağlantıya dikkati çekmiştir. Aksi takdirde, ortak mülkiyet içinde yurttaşlık uyumu tanımlanamaz olurdu. Böylelikle ancak belki birey kolektif hayat şeklinin bir alt-üyesi olarak her şeyden haberdar hale gelebilir; sosyal sınırlarını bilebilir ve ancak böyle başkalarıyla ortaklaşmayı, beraber yaşmayı deneyebilirdi. Ortaklıkların ve ayrılıkların farkına varmak bu uyarımdaki birey için bir devrim niteliğindedir; bu sayede kişi ne olduğunu ve ne olmak istediğini keşfeder; aynı geleneklerin ve oluşum süreçlerinin içinde yoğrulmuş kişiler arasında ancak bir değişim, bir alışveriş, bir toplumlaşma olabilir. Kendi kendini özümseten kolektif ahlaka göre netleşen bir siyasi anlayışın benimsenişi, başlık başlık atılmış kanuni süreçlerin işlevlerinden pek de haz etmez. Kesin olarak hukukileşmiş kanunlar, bir bakıma teolojik unsurlar taşır üzerinde; fakat bu, paylaşılan değerlerin geçici ayaklar taşımasından daha büyük bir anlam ifade eder. Bu yapı, yurttaşlık değerleri üzerinde bir ortak yaşam sorgusudur. Argüman şöyle gelişir: tabakalar, millet ve yurttaşlar, devlet ve vatandaşlar, vilayet ve ikamet edenler; burada belirlenen tabakalar arası hangi geleneksel yapının şekilleneceğidir; azınlıklar, ötekiler, insanlar nasıl muamele görecektir; bu soru siyasi bir sorunun önemli bir parçasını oluşturur. Bunlar alt alta dallanıp budaklanan ahlaki sorulardır ve pragmatik sorularla iç içe geçmişlerdir. Yani bir bakıma Kantçı geleneğe bağlı bu tür bunaltıcı sorular aslında adalet kavramına dair sorulardır. Buradaki hukuk siyasetine bağlı öncül, bir mesele eşit etkiyle nasıl düzenlenecek sorusuna aranan cevaptır. Bir kural oluşturmak için adaletin bir tema haline gelmesine ve buna göre devlet ilkelerine bir ayar verilmesine bağlıdır. Aslında birbirinden apayrı olan ahlaki sorunsal ile adalet sorunsalı ilgisini hayat formlarından ve belirli kolektif ölçülerden alır. Soyut yetke kişiliğinin sahnelediği siyasi ölçü, en azından yasal oluşumlar üzerinde bir evrensellik iddiası bulunan bir ahlaki doktrin olarak ilişkide olduğu alanlarla bir uyumluluk hali içermelidir.
Bütün bunlara ek olarak, uzlaşmalar siyasi süreçlerin oluşturduğu kitleleri yapılandırır. Yani böylelikle inanca bağlı koşullar, herhangi bir kültürel ve sosyal çoğulculuk hali ve ilişkili siyasi hedefler; algı ve değer inşası melekeleri tarafından belirlenmiş olur. Çekişmeler ve uzlaşmazlıklar karşısında içeriğinde bir konsensüs talimatnamesi yer alan siyasi algı ve değerler; asla temel kültürel değerlerle çatışmayacak sözleşmeye konan şartlar misali ahlaki argüman üzerinde bir denge unsuru meydana getirmek ihtiyacına işaret eder. Dengesi muhakkak tutturulması şart çatışan çıkarların ayarı, birçok tehlike ve tehdit karşısında güveni sağlayabilen ilişkili taraflar arasındaki uzlaşma zemini hakkında ancak işler kılınabilmektedir. Bu, özünü-kurala bağlılık anlamında-parlak sonuçların öncül yanlarından alan bir tür ilişkili taraflar arası karşılıklı teklifler düzenlemesidir.
Mevcut hal, ahlaki darboğaza karşı dayanışmacı siyaset iletişimin çeşitli formlarından mürekkep bir deneysel atıflar örgüsüdür. Bir “genesis-yaratılış kitabı” yazar gibi ahlaki bir vurgu yoktur demokrasinin kendi çerçevesini oluşturmasında. Bunun yerine dayanışmacı siyaset, bütün farklı iletişim öncül ve yordamlarına vakıf; bütün tecrübî ve ahlaki sistemlerin unsurlarına tabi, karşılıklı teklif sürecini oluşturmaya ve tartışma biçimlerini üst düzeyde oluşturabilmeye haiz adil bir düzen kurma ağının belirtilerini bir araya toplamak ve hepsini birden dayanışan bir tasarı haline getirmek zorundadır. Bu tasarı bilgisi, çıkar dengeleriyle çözümlenen rasyonel bilgilenmeye dayalı bir strateji kotarabilmesi ve kökenleri net tercihlerin moral ölçülerle sınanabilmesi işidir. Böylece “diyalog” siyaseti ve “şeyleri araç görme” siyaseti gibi kutuplaşmacı bir üslup takınarak dayanışma ortamlarının birbirleri üzerine geçmiş çeşitli şekillerini sergilerler.
Sonuç: Devletin ve Toplumun Gizli Suretleri
Yapılan mevcut okumalar için, eğer dayanışmacı siyasetin “izlek-tüze”ci yönünü bir başlangıç olarak ifade edersek; demokrasi bize toplumsallık kavramının içinde saklı olan anlamlarıyla görünür. Hem liberal, hem cumhuriyetçi model; toplum görünümünün devlet içinde yuvalandığını önceden varsayar; yani devlet piyasa çevresinin gardiyanıdır veya bir ahlaki yapının kurumsallaşmasında biricik kendiliğindenlik bilinci devlettir, denir…
Liberalizma kişiye, demokratik sürecin ancak çatışan çıkarların ve uzlaşma alanlarının oluşturduğu koşul dizaynı içinde yerini alabileceğini ilham eder; adaletin bu koşul dizaynını yüklenen parlementer organların icracı kompozisyonu içinde ve genel, eşit şartlar altında gerçekleşen seçimlerle karar alma ilkeleri, ve benzeri ilkeler tarafından büyüyüp serpilebileceğini düşündürtür.
Cumhuriyetçi bakış açısına göre mesele başka türlüdür; demokratik eğilimlerin oluşumu siyasi ve ahlaki söylemin veya karşıt tezlere bağlı diyalog bileşenlerinin dahilinde konumlanabilir; burada dayanışma kültürel olarak, bütün vatandaşlar tarafından paylaşılan bir konsensüs arka planıyla sağlanabilir. Ortak pragmatik kararlar, uzlaşmalar, söylemler, tezler, antitezler, kendi algısını kuran argümanlar, iddialar demokratik yapıyı temellendiren varsayımsal ve kabul edilebilir yordam dokusunu teşkil ederler.
“İzlek-tüze”ci yaklaşıma göre ise, işin inceliği pratik gerekçelerin evrensel insan haklarından veya tartışma şekilleri ve söylem kurma kuralları içinde belirli bir kuruluşun sahip olduğu soyut ahlaki esastan alınmış ve kotarılmış olmasındadır. Son kertede söylenebilecek şey, kural koyucu içerik iletişim eyleminin yapısından çıkmakta ve yayılmaktadır. Yani demokratik sürecin tarifi devlet ve toplum arasındaki farklı kavramlaşma aşamalarında ve onların her aşmada görünen farklı suretlerinde gizlidir.
|