KIL?IK Mustafa Bilg?c? Sayı:
63 - Ekim / Aralık 2008
Benimki sadece kendini aklama çabası."
"Anlıyorum."
"Anladığınızı sanmıyorum. Bu benim için bir ölüm kalım meselesi. Nasıl anlatayım, size güveniyorum ve... Şey yani, aslına bakarsanız içimi kemiren bu kurt, artık dayanılmaz huzursuzluğumdan medet umuyor. Yenilmek üzereyim."
"Durun bakayım, yanlış anlamış mıyım? Dergimizin bu sayısında sırf siz huzur bulasınız diye içinizi döktüğünüz beş para etmez birkaç satırlık aklanma ifadesine yer vereceğiz. Niçin? Sadece rahata kavuşasınız diye."
"Aynen öyle. Zorlamıyorum sizi, yalnızca fi tarihinde başımdan geçen bir gerçek olayı yayına vermenizi rica ediyorum. Olay yaklaşık kırk sene evvel sıradan bir arka mahallede yaşandı. Hayatımın en mesut dönemiydi. Neredeyse kanatlanıp havalanacağım zamandı. İlk resmî işime başlamıştım, âşıktım, sevgi dolu ve insancıl duygular denizinde yüzüyordum. Anlıyorsunuz beni, değil mi? Hayatın çiftesi genelde hep böyle gamsız ve mutlu dönemlerde suratına çarpar insanın. Kendi halimde yaşamın cömert tutumuna boyun eğiyordum. Lanet olsun, galiba aranıyordum. Kazara âşık olmak gibi bir deliliğe bulaştım."
"Şimdi de geçmiş zaman ayrılığı pişman olmanıza neden oldu."
"Asla! Doğru, sevme gafletini gösterdim. Fakat çoktan unuttum onu. Benim derdim daha başka bir konu. Nasıl anlatayım?"
"Dinlemeyi severim."
"O halde en başından başlayayım. Dedim ya, evvelce irademi büken bir sevdaya tutulmuştum. Yıllar ve yıllar önce gözüme uyku girmeyen gecelerde sayıklayıp durdum onu. Kâh kavga ettim onunla, kâh barıştım. Ateşli ve kudurmuş ruhlar, anlıyorsunuz değil mi? Bazan kırıp darılttım onu, bazan da affedilmez hatalarını bir kalemde siliverdim. Fakat en sonunda delirtti beni, çıldırttı. Bir çeşit aldanıştı benimki, farkında olmadan, gizliden gizliye içe sinen, yavaş yavaş alışılan bir aldanış! Ah, nasıl da kandım tatlı, cezbedici, arsız sözlerine! Erkek ruhunun kıskanç ve bencil tabiatını avucunun içi gibi bildiğinden ses çıkaramadım ona. Fakat patladım günün birinde, gümbür gümbür, sular seller gibi çağladım. Sözlerim yalan ya da hikâye gelmesin size, tastamam doğruları anlatıyorum. Ve günün birinde sadece bir kelime yaralanıp can vermesine yetti. Ona ne mi demiştim? Hah, aslında hak ettiği bir kelimeyi utanmaksızın çarptım suratına. Ona, 'Seni öldürürüm!' diye haykırdım. Ve oracıkta koptu film. Bir daha ne yüzünü gördüm, ne soluğunu hissettim dudaklarımda. Pişman olup olmadığımı sorabilirsiniz bana. Acele etmeyin, hikâyem burada bitmiş değil. Hikâye diyorum, hayat hikâyem, yani yaşamımın bir kesiti işte."
"Kuşkucu biri değilim. Devam edin anlatmaya lütfen."
"Delirmek işten bile değildi. Kara kara düşünüyor, bu kızıl saçlı, havaî yosmanın ardımdan çevirdiği dolapları öğrenmek için can atıyordum. Günün birinde kırıştırdığı dazlak kafalı andavallılardan biriyle gördüm onu. Düştüm peşine. Ah budala kafam, neden yaptım sanki bunu?"
"Niyetiniz onu öldürmek miydi?"
"Elbette! Ne sandın? Kızıp köpürüyordum. Gerçi işim gücüm olsa da kadınsı vericiliği ve şu sadece karşı cinse özgü umursamazlığı kanı beynime sıçratıyordu. Arka sokaklarda gözden yitiverdi bir ara. Nefes nefese kalmış, kan ter içindeydim. Hesap soracaktım ona."
"Hımm. Sanırım sizi anlıyorum, bana beş dakika izin verir misiniz?"
"Niçin? Koştura ede polise yetişesiniz diye mi? Yemezler kuzum, hem daha hikâyemi anlamadan dinlemeden bu aceleci yargıya varma ciddiyetsizliği de ne? Dediğim gibi, bir kere düşmüştüm peşine. İçimden, 'Sen ona ne demiştin? Tatlı canını almak istediğini haykırmıştın.' diye geçiriyordum. 'Hazırlıklı olmalı. Yine şu saçma kadınsı ezadan, benim kendi statü ve sınıfımda aranmam gerektiğinden bahsedecek. Belâ mı arıyor bu kız be?'"
"Fakat yayımlamamızı istediğiniz hikâye sanırım, şayet yanlış anlamadıysam onu öldürmediğinizi kanıtlayabilmeniz için kaleme alınmıştı."
"Aynen öyle!"
"Fakat bu, şu anda yaşamıyor olduğunu kanıtlamaz mı?"
"Evet. Ne var bunda?"
"............"
"Öfkemi dizginlediğimi sandığım bir gün ansızın çıkıverdi karşıma. İnce narin ellerini gözlerine siper etti, şaşkın ve temkinli bakışlarını kaçırmaya kalktı. İlkin umursamaz, aldırışsız tavırlarla boğmaya kalktı beni, ardından, yadsınamaz varlığımı kabullenip odaklandığı bakışlarımı okumaya çalıştı. Ne düşünüyor olduğumu seziyor gibiydi. Kadınları bilirsiniz, içinizi şıp diye okuyuverirler. Derken belli belirsiz açan bir tebessüm yerleşti dudaklarına. Galiba hani şu meçhulü bekleyiş içinde arada sırada karşınıza çıkıp köşe başlarından birinde amaçsız bekleyen kadınlardan sayılmak istemiyordu. Acıdım zavallıya, yufka yürekli olduğumu biliyordu. Teklifsiz konuşacağımı biliyor olması gereksiz suskunluğuma kafa tutuyordu. Öylece, suskun, çaresiz, hüzünlü ve tükenmiş halde anılar canlandı zihnimde. 'Neden yaptın bunu?' diye sordum ona. 'Gözyaşları mı dökmedim senin için, tanrıya mı kafa tutmadım? Dünyanın gözümde zerre kadar değeri kalmadı senden sonra. Fakat sen ne yaptın? Kaçmayı, kopmayı savaşmaya tercih edip kolayı seçtin. Hâlâ seninleyim! İçime doğman bile, rüyalarımda yaşaman bile yeter bana. Senden ne bekliyorum? Öylece geçip gitmeliydim ayakucundan. Seni tanıdığım güne lanetler yağdıran ben, istenmeyen sevdalara diş bilemek yerine teslimiyetle yutkunmalıydım. Ama yapamadım bunu. Affet beni! Affet! Affet! Affet! Utancından başını kaldıramaması gereken yalnızca benim. Affet!' O gün yeniden doğdum işte, o gün gerçekten seviyor olduğumu anladım. Çünkü onu mutlu mesut olacağı kaderiyle baş başa bırakabilmeyi başarmıştım."
"............"
"Affedin beni."
"Günahın büyüğünü üstlenemeyecek kadar düşüncesiz ve bencildim o dönemde."
"Kendinizi suçlamanıza izin veremem."
"Yanı başında vasiyet benzeri bir veda yazısı buldum kızımın. İlk göz ağrımdı benim, ilk aşkım. Günün birinde karşıma çıkıp kendisine olmayacak sözler söylemen halinde seni bağışlamam gerektiğini yalvarmıştı yazısında. 'Kılına zarar gelirse iki elim yakanızda olur her zaman!' diye haykırıyordu âdeta. Hak etmediği acıları kendisine yaşatan bu gizli kahramanın kim olduğunu düşündüm o ara. 'Günün birinde...' sözü çakıldı aklıma. Kızımın intiharından sorumlu alçak bir çapkın ancak ölümü hak ederdi gözümde. Aylar ve yıllar su gibi akıp geçiverdi. Tek dert ortağım olmuştu veda yazısı. Koynumda sakladığım, gözyaşlarımla suladığım kuru gül yaprağımdı benim. Güveniyordum ona. Günün birinde kendi ayaklarınla tıpış tıpış kapıma dayanacağına güvenim o kadar tamdı ki..."
"Hak etmediğim, lâyık olamadığım biriydi o."
"Kendini bu kadar küçümseme. Odasına kapandığında kulak kesilirdim içli, sessiz hıçkırışlarına. Eminim yorganı suratına çekip yalvarıyordu Tanrı'ya. Neden yaptı bunu? Anlayamadım, asla bilemedim. Alâkası olduğu insanlardan biri mi gücünü üzmüştü? Hayır! Vakti mi gelmişti? Asla! Gencecikti, hayat doluydu. Yaptı işte, olan oldu. Neden eğik boynun? Mezar taşına elini sürüp ağlamanı istermiş senin. Kendi el yazısından okumak ister misin vasiyetini?"
"Sadece gitmek... İstediğim sadece bu. Affedin beni. Mezarı çok ötelerde, çok derinlerde, çok uzaklarda olan biri artık benim için o. Kirli ellerini kanla temizleyen biri olmadığımı artık anladınız. Kendimi olduğum gibi ifade etmeye kalktım, bir tek sansür uygulamadan açtım yüreğimi size. Affettiniz beni, buna inancım o kadar tam ki... Ayaklarına kapanamadım, affettiremedim ona kendimi. Yutulmuş sözlerimin kederim olduğunu gördünüz. İsteklerime kulak verdiniz. İğrenç bir intikam plânına ortak olmadığımı anladınız. Oralarda bir yerde mutlaka... Koşturup yetişmeliyim ona. Bekliyordur beni, hesap bile sorabilir hattâ. Kızıp köpürür, huyunu bilirim, gecikmem hoşuna gitmez."
|