Amerika hatyralary Muzaffer Can Sayı:
49 - Temmuz / Eylül 2005
Uzun yolculuklar oldum olası beni sıkmıştır. Bir de bu Amerika olunca bir yığın sözde güvenlik kontrolları da cabası...
Uçağımız uzun bir uçuşun ardından Chicago’ya indiğinde hayatımın en uzun günlerinden birini yaşıyordum. Öğle saati başlayan yolculukta aradan 12 saat geçmesine rağmen halen akşam olmamıştı. Batıya giderken bitmeyen gün, doğuya giderken yıldırım hızıyla biterek ‘Borç yiyen kesesinden yer’ sözünün doğruluğunu isbat edecekti.
Sam Amca başka milletlere ne kadar cimriyse kendi vatandaşlarına da o kadar cömert. Bunu ilk bakışta fark ediyorsunuz. Yollar, binalar, arabalar, yeşil alanlar, evler hattâ insanlar alabildiğine geniş. İnsanların özellikle de bayanların nasıl bu kadar geniş yani şişman olduklarını anlamak için biraz etrafınıza bakmanız yeterli. Ellerinde devasa boyutta kola ve hamburgerlerle yürüyen, oturan hattâ araba kullanan insanlar Amerikan yaşam tarzı hakkında size ilk ipuçlarını verecek. Hazır yiyecekler ve hızlı yaşam tarzı her şeyi kullan-at şekline çevirmiş. Otel kahvaltısında bile kullanıp da atmadığınız hiçbir şey yok. Arabaların büyük olması ise benzin fiyatının bizim memlekettekinin üçte biri olmasıyla açıklanabilir. Bu tüketimin tabiî sonucu Amerika tek başına dünyada üretilen petrolün yarısını harcamaktadır. Ortadoğu’ya olan ilgisinin ve işgallerinin sebebi başka ne olabilir?
İnsanlar arabalarıyla öyle özdeşleşmişler ki yolda yürüyen insan görmek pek olası değil. Araba bu kadar çok olunca buna paralel olarak her yer devasa otoparklarla donatılmış. Herkeste araba olunca belediye otobüsü, dolmuş ve taksi de pek yok ortada. Sokaklarda insan olmayınca meydan kaz ve ördeklere kalmış. Kimsenin rahatsız etmediği bu hayvanlar rahat rahat ortada dolaşıyorlar. Ağacın ve yeşilin bu kadar çok olduğu bir ortamda aksi düşünülemez herhalde. Amerika’nın iki yeşili meşhur derler; biri doların yeşili diğeri de çimenlerinin yeşili. Doların yeşilliğini pek göremedik ama çevre yeşilliği gerçekten muhteşem.
Cuma namazını eda etme fırsatını bulduğumuz Cincinnati Camii bize Amerika’da İslâmiyet’in Hristiyanlık’tan sonra ikinci din olduğunu isbat etti. Oldukça geniş bir alana kurulan cami Cuma namazında nerdeyse doluydu. Altta erkekler, mahfilde bayanlar camiyi doldurmuşlar. Simalara baktığımızda genelde müslüman ülke insanları, zenciler ve azımsanmayacak sayıda beyaz Amerikalılar’ı görmek mümkün. Namaz çıkışı bizdeki gibi yangından kaçar gibi insanlar camiyi terk etmiyorlar. Bir bayram havasında birbirleriyle musafahalaşıp hasbihal ediyorlar. Belli ki Cuma namazı uzaktaki insanları bir araya getiriyor ve insanlar kendi frekanslarından olan insanları görünce bayram havası kendiliğinden oluşuyor. Bizim gibi %99’u müslüman olan ülkelerde yaşayan insanlar için alışılmadık bir durum.
Fatih Sultan Mehmet Han Bizans’ın surlarını dövmek için Macar ustalar getirip toplar döktürmüş. Çünkü zamanının en güçlü devleti olan Osmanlı her şeyin en iyisini yaparmış. Bugün de Amerika dünyadaki iyi beyinleri toplayarak aynısını yapıyor. Bizi Cuma namazına götüren Ürdünlü kardeşimiz Mervan bu iyi beyinlerden bir tanesi. Kendine ait matematik denklemleri olan bu kardeşimiz dünyanın en büyük motor imalatçısı olan bir şirkette yanma odası dizaynı yapıyor. Keşke böyle insanlar kendi milletine ve İslâm coğrafyasına faydalı olsalar. Ama maddî cazibe ve imkânlar onları bir mıknatıs gibi batıya çekiyor.
Amerika’nın coğrafî büyüklüğünü anlatmak için fazla söze gerek yok. Bir başından diğer ucuna 6 saatlik bir uçuşla gidilebiliyor. Aynı sürede Türkiye’den Hindistan’a gidebilirsiniz. Osmanlı’da olduğu gibi ülke eyaletlere bölünerek yerinden yönetim uygulanmış.
Memlekete dönüş için New York’a geldiğimiz- de ağaçların ve yeşilliklerin yerini gökdelenlerin aldığını gördük.11 Eylül paronayasıyla saatler süren güvenlik kontrollerinden sonra kanat açtığımız memlekete artık saatler kalmıştı…
|