Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 35 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     2401 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Gazeteden Haberler
Muhammet Ali Öztürk

  Sayı: 59 - Ocak / Mart 2008

Saat beş deyip de mesai bitince bütün kaldırımlar yeniden canlanıveriyor bu şehirde. Sokaklar yeniden bin bir türlü sesle çınlıyor. Biran önce evine dönmek isteyen insanlar otobüslere, tramvaylara, vapurlara zor atıyorlar kendilerini. Sadece birkaç saat sonra en kalabalık caddeler bile iyice tenhalaşacak. Köprü altlarında yatan birkaç evsizden ve parkları mesken tutan serserilerden başka kimseler kalmayacak dışarıda. Ve tabi ki eve dönemeyecek kadar içip bir elektrik direğinin dibine sızan sarhoşları da unutmayalım…

İşte böyle bir akşamın ilk saatleriydi. Atölyeden çıkar çıkmaz müthiş bir rüzgâr suratıma sanki bir tokat attı. Paltomun yakalarını kaldırdıktan sonra bir sigara yaktım. Öğle yemeklerini yediğim dönerciye başımı sallayarak selam verdim. Tam selâmıma karşılık verip her zaman ki gibi bir sigara isteyecekken bir sokak kedisi dönercinin dükkânına girdi. Kediyi tutup öyle bir tekme savurdu ki hayvancağız bir an yerden kalkamadı. Toparlanıp ayağa kalkan kedinin ardından kaldırımda yürümeye başladım. Sokak lâmbaları ve mağazaların vitrin ışıkları yanmaya başlamıştı. Büyük bir caddeye açılıyordu sokak. Trafik lambalarının yanında karşıya geçmek için bekleyen insanlar vardı. Kısa boylu ve şişman bir adam gelip ateş istedi. Sigarayı uzattım. Kırmızı ışık yanınca bende diğerleriyle birlikte karşıya geçtim. Diğer kaldırıma varınca kalabalığın çoğu vapur iskelesiyle otobüs duraklarına yöneldi. Az önce benden ateş isteyen adam ve bir iki kişi biraz daha burada kalmaya karar vermiş olacak ki meyhaneler sokağına, balık pazarına saptılar. Belki hiç evlerine dönmeyecek sabaha kadar anason kokulu bir meyhanede kafayı çekip, patronlarına söveceklerdi. Belki birkaç kilo istavrit alıp kayalıklarda soluğu alacaklar, elleri ceplerinde titreyerek mangal yapacaklardı. Kim bilir? Canım eve gitmek istemiyordu. Göbekli adamı takip etmeye karar verdim. Arkadan usulca yanaşıp onun hikâyesini yazmayı istediğimi söyleyip nerden gelip nereye gittiğini, ne iş yaptığını belki de o kadar büyük bir göbeği nasıl yaptığını soracaktım. Ancak ne var ki bütün bu gereksiz soruları soracağımı anlamış olacak ki hemen sokağın başındaki terziye giriverdi. Biraz bekledikten sonra vitrine yanaştım. Ahşap bir tezgâhın üzerine atılmış kumaş parçalarına bakıyormuş gibi yapıp içeriyi süzdüm. Kocaman bir masanın ardına oturup gazete okumaya başlamıştı adam. Birden üşüdüm. Hava adamakıllı soğuktu. Göbekli adamın hikâyesinden vazgeçtim. Terziden bir şey çalmış ta kaçıyormuş gibi koşar adımlarla durağa kadar yürüdüm. Uzun bir sıra yapmıştı insanlar. Anlaşılan kimsenin ayakta gitmeye niyeti yoktu. Fazla beklemeye gerek kalmadan otobüs geldi. Canım eve gitmeyi hiç istemiyordu. Hem eve gidip ne yapacaktım. Pencere kenarındaki sandalyesine oturmuş babam elinde gazetesiyle çoktan sızmıştır şimdi. Annem hep bir şeyler ördüğü şişleri elinden atmadan odama gelir. Gözlüklerinin üzerinden bakarak karnımın aç olup olmadığını sorar. Canımın istemediğini söylesem “hasta mısın” der. Sonra birden yemek bahsi kapanır. Usulca yanıma oturup falancanın kızından bahsetmeye başlar.”aman ne marifetli kız. Okumuş da... Tam bize göre. Gideyim, bir soruşturayım mı oğlum, ne dersin?” Biraz itiraz edecek olsam hemen gözleri dolar ve hep o ağlamaklı sesiyle başlar.”bizim bir ayağımız çukurda oğlum! Biz ölürsek nasıl evlenirsin sen? Hem ölmeden mürüvvetini görsek fena mı olur? Evlenmeyeceksin de ne yapacaksın. Şimdi gönül eğlendirmek hoştur. Vakit geçince istesen de evlenemezsin. İhtiyarlayınca…” hiçbir zaman sözünü tamamlamasına izin vermeden razı olurum. Birkaç gün sonra falancanın kızında bin bir kusur bulunmuştur. Yeni bir aday çıkana kadar evlenmek bahsi kapanmıştır.

Otobüs gelince çaresiz bindim. Sanki itiyorlardı arkamdakiler. Hani mevsim yaz olsaydı köşedeki dondurmacıdan iki liraya dondurma alıp sahilde denizi, martıları ve vapurları seyrederek yerdim. Hep aynı hayali bir gün karşı kıyıda demirlemiş şu kocaman yolcu gemilerinden birine binip uzak sahillere gitmenin hayalini kurardım. Sonra gözüme annemin ağlamaktan şişmiş gözleri gelir oturduğum kayalıklardan kalkıp evin yolunu tutardım. Parayı ödeyip en arkaya geçtim. Otobüs her zamanki gibi kalabalıktı. Daha ilk durakta hareket etmek bile zorlaşmıştı. Her gün aynı saatte aynı otobüse binice artık yolcuları tanımaya başlıyorsunuz. Hafta içlerinin o çalışan insanları kolları bacakları birbirlerine değerek ve hattâ kimi zaman kucak kucağa yolculuk ettikleri halde birkaç kelamı esirgiyorlar birbirlerinden. İşte onlardan biri kocaman gözlükleri ve garip şapkasıyla bizim profesör çoktan yerini almış. Profesör dediğime bakmayın. Belki bir devlet dairesinde memurdur. Bacakları arasına sıkıştırdığı eski bir deri çanta ve elinden hiç eksik etmediği gazete yüzünden ona profesör diyorum. Bir kaç sefer gazeteyi alırken kafamı uzatıp gördüğüm kadarıyla içinde birkaç dosya bir fotoğraf makinesi ve her mevsim bir şemsiye var. Bir gün yağmur yağsa da çıkarsa şu şemsiyeyi sanki otobüsün içinde ıslanacakmışız gibi açsa. Sonra durup dururken bana kendi hikâyesini anlatıverse. Nerden gelip nereye gittiğini, ne iş yaptığını, neden fotoğraf makinesi ve şemsiye taşıdığını anlatsa... Belki diyorum kendi kendime baba yadigârıdır şemsiye. Belki de ufak bir çisede hemen meydana doluşup bir liraya şemsiye satan çocuklardan almıştır. Yok canım! Koskoca profesör sanmam ki bir liraya şemsiye almış olsun. Ya fotoğraf makinesi?

–İzledin mi diziyi?

Hemen arkamda iki liseli kız konuşuyorlar. İsimlerin yabancı olduğundan anlaşıldığı üzere bir Amerikan dizisinden bahsediyorlar. Falanca kızı alıp kaçmış. Kasabaya kadar kilometrelerce yürümüşler. Adamlar köşe bucak bunları arıyorlarmış. Hattâ az kalsın yakalayacaklarmış da. Karanlığa iki üç el ateş edilmiş. Tam da orda dizi bitmiş.

Babam izlettirmiyor ki. Adi herif!

Birden üşüdüm. Camları mı açtı birisi. Bakıyorum yağmur çiselemeye başlamış dışarıda. Aç şemsiyeyi profesör. Islanacağız. Kızlar gülüşüyorlar. Babası belki bankadan yüklü bir kredi çekip ev almıştır. Akşamları işten yorgun argın dönüp o kanal senin bu kanal benim ekonomi haberlerini, açık oturumları izliyordur. Acaba faizler yükselecek mi. Ya yükselirse? Nasıl öder borcunu? Nasıl? Ya dizide ki herif? Ölür mü? “Yok, canım!”,“ölmez” diyor diziyi izleyen. O ölürse dizi biter. Ama adi herif izlettirmiyor ki!

Uzakta bir siren sesi var yaklaşan. Ambulans ya da itfaiye olmalı. Bu trafikte varacağı yere yetişebilirse aşk olsun! Profesör gazeteyi açıp okumaya başladı. Göz ucuyla bende bakıyorum. Petrolün varili fiyatı bilmem kaç doları bulmuş. Dolardaki düşüş bir türlü engellenemiyormuş. Sanki yastık altında binlerce dolarım ya da bodrum katta petrol varillerim var. Sanki benzine zam geldi diye patron maaşımızı artıracak ya da fırıncı ekmeğe zam koyacak? Ev sahibi biraz daha mı arttıracak kirayı? Profesör kafayı kaldırıp suratıma bakıyor.”hiç olur mu?” der gibi. Olmaz tabi. İneyim mi şu durakta. Sabahlara kadar dolaşayım mı sokaklarda. Sonra bir sabahçı kahvesine oturup… Orta sıralarda bir bebek birden bağıra bağıra ağlamaya başladı. Bu soğukta neden dışarı çıkarmış bebeği? Belki hastaneden geliyorlardır. Kız mı erkek mi acaba? Hala ağlıyor küçük bebek. Yolculardan bir kaçı homurdanmaya başlıyor. Kadın mahcup mahcup bakıyor etrafa. Muavin dayanamayıp bağırıyor.

Abla sustur şu çocuğu artık!

Aaa! Ne yapsın ayol! Bebek bu…

Salı pazarından dönen bir kadın elindeki poşetleri bir çocuğa verip genç kadından bebeği istiyor. Bir anlaşılmaz ninniye başlıyor. Profesör kafasını kaldırıp bebeğin ağladığı yere bakıyor. bir şeyler söylerse ensesine bir tokat atmaya karar veriyorum. Sonra yeniden gazetesine dönüyor. “Polis cinnet geçirdi. Kayınpederini…” Bir gün bende cinnet geçireceğim. Fakat önce kimi vurmalı? Kimden başlamalı? Herhalde ev sahibi olurdu. Kirayı üç yüz liradan dört yüz elli liraya çıkardı diye. Sonra sokağa çıkar bayat leblebileri kilosu bilmem kaç liradan satan bakkalla devam ederdim işe. Hazır cinnet geçirmişken patronun evine de gitmeli. Sonra şu profesör… Nerde oturuyor acaba?

Bebek sustu. Fakat bu sefer de neredeyse otobüse bindiğimden beri kesik kesik sesini duyduğum ambulans ve itfaiye yanaştı yanımıza. Sıkışık trafikte kendilerine yer arıyor, emniyet şeridini işgal etmiş arabalar yüzünden zar zor ilerliyorlardı. Yolculardan bir kaçı camı açıp ambulansla itfaiyenin geçişini engelleyen araba sahiplerine sövmek bile istediler. Profesör sakindi. Kısık sesle sadece “yazık oldu” dedi. “Çoktan ölüp gitmişlerdir” Liseli kızlar hararetle yılın modasından bahsediyorlardı. Geçenlerde mağazanın birinde yüzeli liraya bir ayakkabı görmüş diziyi izlemeyen. Yarın diyor okul çıkışı gidip alalım. Birden patronun suratı aklıma geliyor. “Haftada yüz elli lira neyine yetmiyor koçum!” Ah bir cinnet geçirsem!

Mahalleye iyice yaklaşmıştık. Hattâ hep benden bir durak önce inen profesör gazetesini katlayıp deri çantasına koyduktan sonra ayaktaki yolculardan müsaade isteyerek kapıya yanaştı. Az sonra bütün o gazete haberleriyle birlikte arabadan indi. Takip eden durakta bende indim arabadan. Rüzgâr esiyordu. Üşüdüm. Köşeyi dönünce apartmanın önünde bekleyen kalabalığı fark ettim. Otobüsteyken yanımızdan geçen itfaiye ve ambulans da oradaydı. Ne olduğunu anlamak için apartmana baktığımda donakaldım. Her zaman babamın önünde oturup uyukladığı pencereden alevler yükseliyordu. Kalabalığı yarıp yukarı çıkmak istediğimde polisler izin vermediler. Az sonra itfaiye erlerinin taşıdığı iki sedyede anne ve babamı çıkardılar. İkisi de tanınmaz haldeydi. Yağmur yağıyordu. Islak kaldırımın üzerine oturup hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Adamın biri boynuna astığı fotoğraf makinesiyle yanıma yanaşıp;

Ben gazeteciyim. Başınız sağ olsun! Ölenler neyiniz oluyordu?

Dedi. Kafamı kaldırıp baktım. Profesör şemsiyesini açmış karşımda duruyordu.

(Sokak Kedisi)


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Gazeteden Haberler... - Sayı 59
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (127):
Sünnete uygun beslenme...

Son Eklenen Yorumlardan
 Bugün 18.11.2025Konu nedir? ...

 Deprem kuşağında yer alan ülkemizde: çok katlı yapılar yerine, tek katlı bahçeli evlerde yaşamak asl... yusuf

 Muazzam bir çalışma olmuş,tebrik ediyorum.... Ahmet Durmuş

 yukarıdaki hikayeyi ve eklemeleri yazan kişi biraz zorlamayla günün modasına uymuş işi dış güçlere a... HALİL KÖSE

 test"... test


Kalem, İlahi Kelam’ın yazılmasına ve yayılmasına, yani insanın iki dünyasının da saadetle olmasına vasıta oluyor.
Kalem, insanın iki dünyasını da mahveden bâtıl fikirlerin yazılmasına ve yayılmasına alet edilebiliyor…
Kalemle kazığın şekil olarak birbirine benzemesini bir inceliğe işaret olarak göremez misiniz?
Kardelen: Sayı 3, Aralık 1993
Büyük camgözlerle yüzen karahindiba
Hakkın hâdimleri ve bâtılın vekâlet sava
Ehl-i gönül
Nesl-i muazzez
Nereye kadar?
Gelecek sayı (127) konusu


Ali Erdal - Nereye kadar?
Kadir Bayrak - Mukaddes beldelere-2
Ekrem Yılmaz - Korkaklar
Ekrem Yılmaz - Nerdeyiz
Fatma Pekşen - Dağlara çen düşende
Dergi Editörü - Ben kazandım, biz ka...
Site Editörü - Vekâlet savaşları
Necip Fazıl - Yahudi (Terkip ve Te...
Necdet Uçak - Annem var güzel anne...
Necdet Uçak - Bu vatan bizim
Kardelen Dergisi - Gelecek sayı (127) k...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
Kardelen Dergisi - Gazze ateşkes görüşm...
M. Nihat Malkoç - Gördüm seni, gördüm ...
M. Nihat Malkoç - Gazze, ümmetin imtih...
Zaimoğlu - Gündüz, geceye muhta...
Zaimoğlu - Sağlam kulp
Halis Arlıoğlu - Hâramiler
Halis Arlıoğlu - Meçhule hitap
Ahmet Değirmenci - Geri verin
Ahmet Değirmenci - Kurban
Ahmet Değirmenci - İki ara bir dere
Büşra Duru - İslâmın meşalesi ile...
Remzi Kokargül - Malatya suskun, durg...
Murat Yaramaz - Şüphe
Murat Yaramaz - Amnezi
Gözlemci - Hadiselere bakış
Mahmut Topbaşlı - Duruldum
Mahmut Topbaşlı - Cemre sancıları
Cahit Ay - Kimdendir
Cahit Ay - Ondördünde
Cahit Ay - Sana geliyor
Rıdvan Yıldız - Kaş ve bulut
Vahid Aslan - Adam olmaq derdi
Vahid Aslan - Günəbaxanlar
Emine Öztürk - Yolun sonu
Osman Akçay - Büyük camgözlerle yü...
Mustafa Makas - Vesâyet savaşları
Yaşar Akyay - Hakkın hâdimleri ve ...
İbrahim Durmaz - Kızılelma
Mehmet Emin Armağan - Nesl-i muazzez
Mehmet Emin Armağan - Ehl-i gönül
Mustafa Kozlu - Mutluluk
Uğur Utkan - Hz. Ebubekir Sıddık
Kemal Çerçibaşı - Bir yıldırım çarptı ...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 16389379
 Bugün : 1899
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 704280
 Bugün : 118
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 316
 126. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 1
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 9 Mart 2025
Künye | Abonelik | İletişim