AH BABALAR! O?uz Atahan Ba?aran Sayı:
64 - Nisan / Haziran 2009
Ben küçükken bir sapanım vardı. Ben gibi birçok arkadaşım sapanla büyüdü. Benim çocuklarımın çocukluğu bizimkinden çok farklı. Lastik sapanlara değil, su silâhlarına ilgi gösteriyorlar. Her çeşidi var bu silâhların. Su tabancaları, uzun namlulu su depolu su tüfekleri, hatta yüzük gibi parmağa takılanları var.
Aslında seviniyordum sapanın kırıcılığından uzak büyüyecekleri için. Bu silâhlarla ne bir kuşu konduğu daldan düşürebilir, ne su savaşından daha tehlikeli bir savaşa girebilirlerdi. Anneleri gibi, hasta olmalarından korkmadığımdan çocukların neşe içinde oynamasını hayranlıkla seyrederdim.
Ama yanılmışım. Daha sonra ortalığa boncuklar saçan tabancalardan yaptılar. Tıpkı aynı döneme rast gelen poke-tasolar gibi hızla yayıldı bu oyuncak. Sokakta gördüğüm her çocuğun elinde bunlardan vardı artık. Haliyle benim çocuklarımda istedi. Ben en başından bu silahlara bir tavır almıştım. Almamakta direttim ve almadım.
Saatlerce evlerinin balkonunda oturup dışarıyı seyreden yaşlı teyzeler arkadaşlık ilişkilerinin dahi ne denli değiştiğini görmüşlerdir bu oyuncak devriminden sonra. Çocuklar bu oyuncağa sahip olanın çevresinde toplanmaya, oyunlarında onu lider yapmaya başlamışlardı. Su tabancalarının modası iki günde geçivermişti. Doğru ya, bu iki silâh nasıl yarıştırılabilirdi birbiriyle. Birinin savurduğu, iki metre ötedeki ağacı zor ıslatırken, öteki otuz metredeki teneke kutuyu indiriyordu. Üstelik bu silâhın sahibi kızdı mı diğer çocuklara, cehenneme çevirirdi ortalığı. Çünkü bu silâhlar sert oynamayı seviyordu. Suyun hiç şansı kalmamıştı, renkli bocuklar karşısında.
Çok fazla popüler oldu oyuncak. Bir ara şehre gelip, -oyuncak silâhını getir, yerine istediğin oyuncağı al- diyen hayırsever bir işadamının kampanyasına ve mahalle mahalle gezen kamyonuna kimse rağbet etmedi. Hattâ bir kişi bile... Kimse niyetli değildi babalarına bin bir zorlukla aldırdıkları tabancalarını vermeye.
Günler geçiyor, yollar, sokaklar bu silâhtan çıkan mermilerle doluyordu. Bazıları bu mermileri topluyor, yeniden tabancalarına doldurup saçıyordu.
Değişen arkadaşlıklardan birine de bizzat şahit oldum. Oğlum, bu oyuncaklardan birine sahip hiç de iyi görmediğim bir çocukla samimiyet kurmuştu. Pek iyi sayılmazlardı. Oğlumun samimiyeti, diğer çocuğun silâhınaydı. Öteki bu ilgiden memnun sesini çıkarmıyordu. Yoksa asla kibar ve terbiyeli yetiştirdiğim oğlumun, bu çocukla kafa dengi olduklarına inanmamışımdır. Oğlum bir gün eve getirdi bu çocuğu. Diğer çocuk, bir mafya edasıyla silâhı beline takmıştı. İzin veremezdim evin içinde bu oyuncakla oynamalarına. Dışarıda onlarca namlunun altında, savaştaymış gibi tehlike altındayken, bunu evime sokmak istemedim. Silâhın boncuklarını çıkartıp kül tablasına koyduk. Giderken alabileceğini söyledim ona. Onlar içerde, boş silâhın şarjörünü çekip çekip, etrafa hava pompalarken, küçük kızımda onların peşinden koşuyordu. Birkaç defa daha geldi gitti bu çocuk. Her defasında kapıda kontrol edip, boşalttım silâhı.
Bir gün ben işteyken telefon çaldı. Küçük kızım hastanedeymiş. Aslında sabah o çocuk yine evimize geldiğinden, aynı korkuyu oğlum için taşıyordum. Acaba kızımın nesi vardı. Hastaneye vardığımda kötü bir şeyle karşılaşmamak için Allah'a dua ediyordum. Bir de gittim ki ne göreyim. Kızımın sağ gözünü bandajlamışlar. Sol gözü de ağlamaktan kıpkırmızı olmuş. Çok ciddi değil dedi doktor. Ama gözünün kenarına sıkışmış bir boncuk çıkardık. Ucuz atlatmış.
Meğer o çocuk, cebine sakladığı mermilerden birini evin içindeyken silâha doldurmuş. İşin kötüsü de kızımı vuran silâhın boş olduğunu zanneden oğlummuş.
|