HEY GYDY G?NLER... Dergi Editörü Sayı:
63 - Ocak / Mart 2009
Askerden dönüp büromuzu açtığımızda takvimler 2000 yılını gösteriyordu. Aldığımız eğitim adımızın önüne "avukat" ibaresini eklemeye yetmişti de, mesleği icra edeceğimiz mekânı bulmakta ve mekânın tefrişatında iş yine başa düşmüştü. Dışı sizi, içi beni yakar misali şimdi güzel bir hatıra olarak kaleme alınan o günlerde maddî bakımdan neler çekildiğini bir Allah bilir bir de en yakınımızdaki dostlar...
Ancak bir kucak dolusu paraya sahip olabildiğimiz bilgisayar denen "harika kutu"yla (!) tanışmamız tam da o günlere denk gelir. Maddesini dışarıdan görüp seyrettiğimiz ama önüne geçip tuşuna dahi basmadığımız bu âlet, artık büromuzun mütemmim cüz’leri arasına girmişti.
Sohbetin girişinin, o anki gelişmeleri görüp 50 yıllık bir maziyi hatırlayan eskilerin konuşmalarına benzediğinin farkındayım. Ama olsun. Onların teknoloji alanında bir ömür boyu görüp geçirdiğinin daha fazlası bizim gözlerimizin önünde cereyan etti ve ediyor.
Bir başına bilgisayarın anlamsızlaştığı, eksik kaldığı ve internet denen bir kaynağa bağımlı hale geldiği dönemler de yukarıda bahsettiğimiz zaman dilimiyle örtüşür. Üç haneli telefon numaraları ile girilen, hâlâ kulaklarımızda çınlayan bağlantı sesi ve "sörf"ünüz devam ettiği müddetçe telefonunuzu meşgule düşüren internetle tanışmamız böyle olmuştur.
Yeni yetmelere komik gelse de çok değil 10 yıl öncesinden bahsediyoruz. Ama öyle bir 10 yıl ki bilmem büyük hadiselerle açılıp kapanan tarihî devirlere internet vesilesiyle bir yenisini de ben eklesem yanlış yapmış olur muyum... O kadar da değil diyenler için söylüyorum; daha telefona, faksa hayretler içinde bakıp nasıl oluyor da benim sesim, yazılı evrakım kilometrelerce uzaktaki birine ulaşıyor diyen birinin, künhüne vakıf olamadığı internet karşısındaki tavrını varın siz düşünün...
Günahıyla sevabıyla, çoluk çocuk hepimizin hayatına giren ve bu saatten sonra hayatımızdan çıkması da pek muhtemel görünmeyen insanlığın bu yeni oyuncağı interneti, 63. sayımıza konu seçtik. Sınır tanımayan, zaten de zaman ve mekâna sığmayan interneti hangi fikir ve iman manzumesinin disiplin altına alabileceğine dair kafa yoranların görüşleri sayfalarımızda.
Nerede olursa olsun ilmi almak emrine baş kesenlerin, kendi icat etmedikleri yeniliklere karşı takınmaları gereken şahsiyetli tavrı söylemeye, emrin içinde bu inceliğin de olduğunu belirtmeye ne hacet.
İnternet karşısında bu tavrı geliştirip geliştiremediğimizi takdirlerinize bırakıyor ve sohbetimize küçük bir alıntıyla son veriyorum.
"Önündeki taşa, elindeki tek malzemesi daha sert bir taşla, ancak akşama kadar bir yüz kazıyabilen insanın; bir gün bütün yaptıklarının resim gibi, film gibi, ayna gibi, aynen yaşadığımız gibi karşısına çıkarılacağını anlayamamasına, haydi hakkı var diyelim (aslında yok ya...)... Ama bugün koskoca kütüphaneyi bir küçük maddeye görüntülü, hareketli ve sesli kaydedebilen ve onları istediği zaman tekrar tekrar görebilen, uzaklara adını sanını bilmediği insanlara bile anında ve istediği vakit gönderebilen, hattâ üzerinde oynayabilen insanın "Hesap gününde" her şeyin, karşısına çıkarılacağını anlamamaya hakkı yok..." (Ali Erdal, Yeni Bir Diyalektik, 2000)
İyi okumalar dileğiyle, Kardelen’den selâmlar...
|