Bir Ystanbul Macerasy Mustafa Kınıkoğlu Sayı:
63 - Ocak / Mart 2009
İnsan her zaman yaşadıklarının notunu tutma gereksinimini duymuyor. Belki sayıları çok az olan günlük tutanlar hariç.
Ben günlük tutanlardan değilim, ama bazı günlerin notunun tutulması, o anların unutulmaması kanaatini taşıyorum.
2007'nin 3 Kasım'ı da öyle bir gündü benim için.
Kafa dengi arkadaşım Emre ile ne zamandır İstanbul'daki tekkeleri ziyaret etmeyi plânlıyorduk. Nasip bugüneymiş.
Gezimizden önce Emre birçok tekkenin adresini çıkartmıştı. İstanbul haritası üzerinden nerelere gideceğimiz aşağı yukarı belliydi.
İlk durağımız Kasımpaşa'daki Uşşakî tekkesi olacaktı.
Saat iki buçuk sularında Eminönü'nde buluştuk ve İETT'nin EM2 hattı ile Kasımpaşa'ya gittik. İlk durağımız olan Uşşakî tekkesi Kasımpaşa'da idi.
Uşşakî tarikatı, Pir Hüsameddin Uşşakî tarafından kurulmuş bir tarikat. Şu anki şeyhleri Naci Eren isminde bir hocaefendi. Elbette başka kollarından gelen başka şeyhler de mevcut. Tekke Kasımpaşa'nın çok da işlek olmayan bir sokağında. Yanında bir okul var.
Tekkeye girişte hemen ayakkabılarınızı çıkartıyorsunuz. Yani bir avlusu yok. Girişte ilk karşınıza gelen, görevlinin bulunduğu kabin. Sağda ve solda kapılar var.
Girişte sağda, Uşşakî tarikatının kurucusu Pir Hüsameddin Uşşakî Hz.'nin kabri var. Uşşakî Hz. lerinin kabri yüksekçe. Orada tanıştığımız görevli, bulunduğumuz yerin altında başka kabirlerin de olduğunu söylüyor ve bize orayı da gösteriyor. Uşşakî Hz.lerinin kabri de alt odada aslında. Alt kısım oldukça alçak. Eğilmeden giremiyorsunuz. Buradaki kabirlerin kendisi ile birlikte hanımına, bazı çocuklarına ait olduğunu öğreniyoruz.
Girişin sol tarafında küçük bir mescit alanı ve kabirler var. İkindiyi orada kılıyoruz. Oradaki görevliye ısrar etsek de bize imam olmuyor. Biz Emre ile cemaat yapıyoruz.
Dergâhın asıl girişleri bu mescitte bulunan kapılar sanırım. Ancak kendi başınıza gidilecek gibi değil. Birisinin kılavuzluğu ile gitmek gerekir.
Oradaki görevliden bilgi alıyoruz. Cumartesi günleri Eyüp'de bir evde meşk, perşembe günleri Kasımpaşa'daki dergâhta zikir töreni olduğunu söylüyor. Ben, herkesin bu törenlere katılıp katılamayacağını soruyorum, "tabi katılabilir, ama yine de kimin nesidir bakarız" şeklinde cevap veriyor.
Dikkatimi çeken nokta, dergâhın, girişinden dolayı herkesin rahatça içeri girebileceği bir yer olmadığı. Yani oradan geçerken, diyelim ki vakit namazı kılmak için pat diye içeri girmek pek mümkün değil. Zaten burası türbe hükmünde ve akşam sekizde kapanıyor. Kapıdaki tabelâdan anladığım bu...
Uşşakî tekkesinden ayrıldıktan sonra yürüyerek Şişhane'ye çıkıyoruz. Yürürken yolda eski bir bina dikkatimizi çekiyor. Çok da hayat belirtisi olmayan, ahşap iki katlı bir bina... Kapısındaki tabelâda "Aynî Ali Tekkesi" olduğu yazıyor. Ancak kimsenin olmadığı belli... Oradaki seyyar köfteciden sadece perşembeleri açık olduğunu öğreniyoruz. Daha sonra netten yaptığımız araştırmadan, burasının Rufaîlere ait bir tekke olduğunu gördük. Uşşakî dergâhındaki görevli buralarda bulunan Çürükçüler Tekkesinden bahsetmişti. Demek bahsettiği yer burası...
Yola devam ediyoruz. Şişhane'nin ünlü avizecilerinin arasında küçük bir cami... Emre bir keresinde bu camide namaz kılarken bir zikir törenine rastladığını söylemişti. Ancak biz gittiğimizde kimsecikler yoktu. Zikir yapan tarikate ait dernek de oradan taşınmış...
Bu camide abdest tazeledikten sonra, Kadirî tekkesine doğru yürümeye başlıyoruz. Plânımız akşam namazını orada eda etmek. Karaköy'ün üst taraflarından, yokuş sokaklardan heyecanlı şekilde yürüyoruz. Neyse ki Galata Kulesi'nden sonra yol biraz düzleşiyor. Genelde sokaklar boş... Galata Kulesi'nde yerli yabancı turistler var...
Emre daha önce yolları çıkardığı için plânlı bir şekilde ilerliyoruz. Akşam saati yaklaştığından acele de ediyoruz. Bir yandan aceleci olmamız, bir yandan İstanbul yokuşları derken, haliyle ikimiz de sırılsıklam ter... Ama bir türlü tekkeyi çıkartamıyoruz.
Yalnız farkettiğim bir şey var. Cihangir civarının o kadar muazzam bir deniz manzarası varmış ki... Ama şimdi deniz bizi çok ilgilendirmiyor.
Emre'nin de benim gibi yolları kimseye sormama gibi bir huyu var ama akşam ezanının okunmasına dakikalar kaldığı için acele etmemiz de gerek... Yolumuzun ilersinde bir kuryeyi görüyoruz. Hemen ona soralım diyorum... Yolları kuryelerden daha iyi kim bilecek?
Evet, sonunda güzel bir tarif alabiliyoruz. Yine koşar adım ilerlemeye devam...
Koşturmalar sonunda adresi bir kişiye daha soruyoruz ve nihayet Kadirî Tekkesine ulaşıyoruz. Akşam okundu okunacak... Ama o da ne? Ne ışık var içerde, ne de kimse... Üstelik kapıda kocaman bir kilit... Çevredekilere soruyoruz... Meğerse tekke sadece salı günleri zikir yapılırken açılıyormuş. Büyük bir hayal kırıklığı ile akşam için yakındaki bir camiye yetişmek için tekrar başlıyoruz koşmaya...
Akşam namazını kıldıktan sonra eşim arıyor. Yedide özel ders için öğrencisi gelecek, haliyle çocuklarla ben ilgileneceğim, kaçta evde olacağımızı soruyor. Yetişebileceğimi, birazdan eve doğru yola çıkacağımı söylüyorum...
Biz durağa doğru yürümeye başlarken eşim tekrar arıyor ve dersinin iptal olduğunu söylüyor. Biz de fırsattan istifade geziye devam kararı alıyoruz.
Emre yatsıyı Arap Camisinde kılmayı teklif ediyor. Ben ise "madem tekkeleri dolaşıyoruz neden Karagümrük'teki Cerrahî tekkesinde kılmıyoruz" diyorum? Böylece bir sonraki durağımız belli oluyor.
Yatsıya yaklaşık bir saat var. Karaköy'den Beşiktaş-Edirnekapı otobüsüne biniyoruz. Otobüs oldukça kalabalık... Karagümrük'e geldiğimizde yatsıya yarım saat var. Karnımız da hayli aç... Oradaki bir lokantaya giriyoruz. Lokantada son lokmalarımızı yerken ezanın sesi gelmeye başlıyor. "Haydi bismillâh, en azından farza yetişiriz".
Yatsının farzına yetişebileceğimizi umuyoruz, tabiî tekkeyi hemen bulabileceğimizi zannederek... Emre'nin haritadan aldığı yerin yanlış olduğunu anlayınca canımız sıkılıyor. Üstelik çevre esnafının dergâhı bilmemesi de bir o kadar üzücü. Yine de yılmıyoruz, sora sora yürümeye devam ediyoruz. Ama artık namaza yetişme umudumuz yok. En azından yerini öğreniriz diyerek yola devam ediyoruz. Mahalleli gençler sağ olsunlar bize sonunda yeri tarif ediyorlar.
Cerrahî tekkesi Karagümrük Canfeda camisinin hemen yanında. Tekkenin girişinde, başta yolun kurucusu Pir Nureddin Cerrahî hazretleri olmak üzere eski şeyhlere ait kabirler var.
Emre ile çekine çekine giriyoruz kapıdan. İki kadın var kabirlerin orada. Birisi dileniyor, diğeri de "tevekkül et" diyor dilenciye...
Avluda duruyoruz. Üst katta bayanlar fark ediliyor. Ama avluda kimse yok. Etrafımıza bakınıyoruz... Birden içerden bir bayan çıkıyor. "Erkekler bu tarafta" diyor. Hemen gösterdiği kapıya doğru ilerliyoruz. Bakıyoruz ki yatsının farzı için kamet getiriliyor. Hemen içeri giriyoruz ve farza duruyoruz.
Mescit ve dergâhın çok güzel bir havası var. Yola özel giysiler, levhalar, sarıklar... Tütsü kokusu bir yandan... Cerrahîlerin kendilerine özgü bir takkesi var. Beyaz ve yüksek... Mescitteki çoğu kimsede bu takkelerden var, bizim yabancı olduğumuz hemen fark ediliyor.
Yatsıyı şu anki Mürşidlerinden sonra gelen hocalardan biri kıldırıyor. Kıraati çok güzel... Dikkatimizi çeken, Fatiha'dan sonra hep bir ağızdan "amin" demeleri ve kalabalık cemaatlerde olduğu gibi imamdan sonra müezzinin de tekbirleri tekrar etmesi... Ayrıca namaz bittikten sonra tek bir secde daha yapıyorlar.
Namaz sonrası çay faslına geçiliyor. Biz de bir grubun arasına giriyoruz ve muhabbet başlıyor. Yol hakkında bilgiler alıyoruz. Orada içtiğimiz çayın tadı da bir farklı.
Birkaç bardak çay ve muhabbetten sonra "Bir İstanbul Macerasının" -şimdilik- sonuna gelmiş oluyoruz. Eve dönüş yolundayken, günün ne kadar güzel geçtiğini ve yaşadıklarımı kesinlikle kâğıda dökmem gerektiğini düşünüyorum.
İşte bu notlar, o notlar...
|