ANNEE!.. MİKROP KADAR!.. Gönül Karaarslan Sayı:
62 - Ocak / Mart 2010
Aslında biliyordum cevabını, hattâ anlamını ifadelerinin... Ama sormak istedim, mahzun çehresinin ifadesini, kelimeleri dizerken yüzünün aldığı hali görmek istedim.
Yavrum, tatlı şeker oğlum beni seviyor musun?
Diye sorarken… Üfledi ve:
Ama anneee biliyorsun kii...
Derken suratı asıktı. “Nasıl böyle bir soruyu sorarsın?” gibisinden... Çok hoşuma gitmişti, benim bildiğimi bilmesi, nasıl böyle bir soru soruyorsun diye yargılarken kızmıştı bana, 6 yaşındaki oğlum…
Evet, çocuk masumiyetine, öylesine densiz bir soru... Plân, riya, gizem vb. taşımayan bir kalbe sorulan soru ve hiddetli cevap. Asılan asık bir surat her ne kadar zorlansa da yine de tatlılaşan berrak bir yüz…
Bizler büyüdükçe; farklı kişilikler, farklı statülerle hemhal olunca, yer ve zamana uygun cümle ve kelimeler ifşa ederken, plânlaştık, plânlaştırıldık. VE masumiyetimizi, kural ve kaidelerle sınırlandırdık. Belki çok masumuz belki değiliz bilemiyorum ama yüze düşen her çizgi gibi yıllar da, konuşma stilimizi değiştirdi. Bizce yani bence en masum soruydu sorduğum... Oğluma göre de sarf edilmeyecek bir cümleydi! Çünkü onun sevgisi yalındı. O kadar saftı ki sorulması acayip bir soru...
Neyse tekrar üsteledim…
Hıı seviyorum tabiî ki de…
Aldım ya cevabımı durur muyum tekrar sordum:
N E K A D A R?
ANNE SENİ MİKROPLAR KADAR ÇOK SEEVİYORUM. Uzay mikroplarla dolsa tüm gezegenler, dünya, yıldızlar o kadar.
Afalladım, büyümüştüm ya anlayamadım cevabı.
Nasıl yani oğlum?
Derken yutkundum. Alacağım cevabın korkusu mu desem, bilmezliğimi bilemiyorum ama tereddüt yaşadım. O bana:
Hani anne ellerimizde görünmeyen çok çok mikrop var ya... Hep yıkıyoruz görünmüyor…
İşte anne derken sesini yükseltti.
Uzayı o kadar sayabilir misin, noktadan küçük o kadar çok seviyorum…
Hayret içinde o küçük ağızdan çıkanları dinlerken donakaldım. İçerim bağırdı!.. Rabbim ayırma tüm çocukları anne ve babalarından diyerek duaya durdu. Elbette ki sevgisinin karşılığı anne yüreğinde katmer katmer fazlaydı. Ama o yüreğin tek dayanağı annesiydi. O masum çehrenin dünyasıydı annesi, dayanağıydı, kucağı barınağıydı... Anlattıkça sevgisini yüzü parlıyor giderek güzelleşiyordu yavrum. Ben sevgimi nasıl ifade etsem diye düşündüm. Bakımıyla, terbiyesiyle, eğitimiyle uğraşırken, bazen kızdığım cezalandırdığım olmuştu... Ama sevgimi böylesine hiç ifade edememiştim… Bende on katı derken, o misillemelerle katlandırarak sevgisinin büyüklüğünü bana ispatlamaya çalışıyordu bıkmadan. Ben büyümüştüm pes ettim. Zafer oğlumundu... Şükürle, niyazla, duayla...
Rabbim: Hiçbir çocuğu anasız, hiçbir anayı çocuksuz bırakma, Resul (sav) aşkına...
Duamda hep Rabbim, Rabbim, Yaradanım beni ve her kulunu halk edeni andım, ancak düşünebildim. Ya evet ya.. O ya içimden geliyordu, sen bu kadar evladını severken ya Rabbin kuluna olan sevgisi... İçerim bayram yeriydi. Beynim durdu, kalp halay çekiyordu fütursuzca o sevinç şimdiye kadar tatmadığım bir duyguydu...
Günahlarla boğuşurken, kul olarak acziyetimi, Rabbime şükürde yapamadıklarımın, yetersizliğimin, ne yapsam da ifa edemeyeceklerimin AFFIYDI.. Çünkü biliyordum ki RABBİM beni çok seviyor. Kuluna sunduklarını düşündükçe... “Hani biz çocuklarımızın eğitim, bakımıyla uğraşırken, sevgi dairesinde yaaa” işte öyle… Rabbim bizim terbiyemizi; Peygamberlerle, bakımımızı; tabiatla, milyarlarca yıldır karşılıksız verirken, şükrümüzü bir çocuk masumiyetiyle eda etmeyi nasip etsin. AMİN!..
|