İslâm Dünyasının Talepleri Turgay Ertem Sayı:
68 - Nisan / Haziran 2011
İslâm âleminin önemli bir kısmı, ondokuzuncu yüzyılın sonlarından itibaren sınırları geri çekilen Osmanlı Devleti'nin enkazı altında kaldı. Akbabalar misali İslâm ülkelerinin üzerine üşüşen sömürgeci ülkeler; Amerika, Fransa,İngiltere, İtalya… Uzun yıllar sonunda bu sömürgelerinden çekilir gibi yaptılar. Ama dillerini, kültürlerini, kurdukları düzenlerini bırakıp gittiler. 1950-1970'li yıllarda bile hâlâ bağımsız olamamış İslâm ülkeleri vardı. Baştaki yöneticileri de ustaca kendilerine bağımlı hale getirmişlerdi. Böylece bu monarşik yöneticiler vasıtasıyla kontrollerini ve menfaatlerini devam ettirdiler.
Son günlerde İslâm dünyasında görülen hürriyet ve refah istekleri neredeyse bir asrı aşan bir sömürü ve esaret sürecinin sonunu inşallah getirecektir. Yıllardır baskı ve zulüm altında yaşayan, zenginlik kaynaklarını başka ülkelerin ve uluslararası şirketlerin sömürdüğü Müslüman ülkelerde, yeni doğum sancıları çekilmektedir. Dileğimiz, Müslüman halka refah ve huzur sağlanmasıdır. Yaşanan bu gelişmelerde pek çok faktör rol oynamaktadır ve en önemlisi de haberleşme ve haber alma imkânlarının artmasıdır.
Hemen bütün İslâm ülkelerinde görülen rahatsızlık; daha hür, daha refah bir hayatı ve daha çok yönetime katılma isteğini aksettiriyor. İnsanlar televizyon, internet, telefon gibi çok yönlü haberleşme vasıtalarını daha çok kullanmaya başladılar. Dünyayı takip ediyorlar ve başkalarında olan ve kendilerinde olmayanları fark ediyorlar. Sonra da olmayanları talep ediyorlar. Bu taleplerden bazıları belki de sağlıksız ve yanlış istekler. Toplumu sıkıntıya sokacak, düzenini bozacak istekler… Ama hiçbir toplum, ikna edilmeden zorla, baskıyla yaptırılan şeyleri veya dayatılanları kabullenmek istemiyor, huzursuzluk duyuyor. Türkiye'de de özellikle geçmişte çağdaşlaşmak adına, batılılaşmak adına kılık kıyafet, hukuk, yazı, dil, eğitim ve inanç gibi pek çok kültürel konuda dayatılan, mecbur tutulan kurallar, milletimizi huzursuz etmekten, Devletine kırılmasından ve gücenmesinden başka bir işe yaramamıştır.
İslâm dünyasının uyanışında Türkiye'deki gelişmelerin de payı var. İslâmî değerleri bilen ve yaşayan insanların demokratik yollardan seçimle yönetime gelerek başarıya ulaşması, askerin vesayet anlayışına ve müdahalelerine karşı koyması İslâm ülkelerinde olumlu etkiler yaptı. Zaten Türkiye her şeye rağmen lider ve model ülke olma özelliğini koruyor.
İslâm ülkelerindeki bu halk hareketlerinde dış güçlerin rolü olmadığını söylemek mümkün değil. Özellikle petrole sahip Arap ülkeleri, Avrupa ve ABD tarafından yakından takip ediliyor. O ülkelerdeki yönetimin isteklerine karşı koyacak kimselerden olması veya petrol fiyatlarını yükseltecek gelişmeler olmasını istemez bu ülkeler. Dolayısı ile buradaki insanların isteklerinden çok, Avrupa ve Amerika'nın menfaatleri ön plâna çıkıyor. Afganistan, Irak örnekleri ABD ve diğer ülkeler için hiç de iyi bir sınav olmadı. Bu müdahaleler, o ülkelere kan, zulüm, korku ve sefaletten başka bir şey getirmedi. Amerika, kendi ülkesinde benzinin litresini bir dolardan daha ucuza satıyor. Biz ise litresine dört liradan fazla para ödüyoruz. Bu durum sömürü değilse nedir?
Libya'da Kaddafi'nin kendi halkına karşı, iktidarını korumak için acımasızca ve ölçüsüzce güç kullanması, Birleşmiş Milletleri ve Güvenlik Konseyi'ni olağanüstü çabuklukta karar almaya sevk etti. Burnunun dibinde Bosna'daki Müslümanların, Sırplar tarafından uğratıldığı katliama aylarca seyirci ve sessiz kalan Avrupalı, şimdi Libya'daki muhalifleri güya korumaya kalkıyor. Bahreyn de iktidarı korumak için muhaliflere çok sert müdahalede bulunulmasına neden sessiz kalındı acaba?
Libya'da Kaddafi'nin veliaht oğlu Seyfullah, iyi tahsil görmüş bir genç. Babası fırsat verse, geçen yıllar içinde Libya'yı daha güzel ve yaşanır bir ülke haline getirme azminde imiş. Öte yandan Kaddafi'nin diğer oğullarının israf ve sefalet içinde oldukları ve babalarını dinlemedikleri anlatılıyor. Buna rağmen küçümsenemeyecek kalkınma gayretleri vardı. Nitekim son olaylardan önce Türkiye'den giden müteahhitlerin Türkiye'den götürdükleri 25 bin kişiyle üslendikleri, 25 milyar doları aşmış bulunan iş hacmi bunu ispatlıyordu. Ama anlaşılan bu yapılanlar Libya halkına refah olarak yansımamış, anlaşılamamış, anlatılamamış…
Bütün bunlara rağmen Fransa, İngiltere ve ABD gibi ülkelerin, kara harekâtı yapmayacaklarını söylemelerine rağmen Libya'ya karşı başlattıkları hava ve deniz saldırısı ne haklıdır ve ne de adildir. Limanların, hava alanlarının, yolların kullanılamayacak hale getirilmesinin faturası Libya halkına çıkmayacak mıdır? Bu bombardımandan Libya halkı kârlı mı çıkacak? Hiç sanmıyorum.
Türkiye'nin Libya'daki gerilime karşı aldığı tavır oldukça tutarlıdır. Libya'daki vatandaşlarımızın Türkiye'ye getiriliş operasyonu takdire şayandır. Artık Kaddafi'nin meşruiyeti kalmamıştır. Kendi halkına silâh doğrultan bir ordu ve iktidarın hiç kimse yanında olamaz. Devletimiz Libya halkının daha hür, daha refah ve mutlu olmasını sağlamak için, elinden gelen her şeyi yapmalıdır.
Allah bütün Müslümanların yardımcısı olsun. Kötülere fırsat vermesin. En hayırlısını nasip etsin…
|