Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     4637 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Sahil postanesinden sevgiliye mektup
Serpil Tuncer

  Sayı: 70 - Ekim / Aralık 2011

Neden insan aynaya baktığında, aynadaki aksinin kendi yüzüyle uzaktan yakından bir alâkası olmadığını düşünür. Bu his öyle her zaman olmaz, arada bir veya insan aynaya çok uzun zaman bakarsa olur. Şimdi aynaya anlamsız bakıp, yüzümden nefret ediyorum, sanki gördüğüm yüz benim yüzüm değil. Gözleri, kaşları, dudakları bana benziyor ama aynada gördüğüm kadın ben değilim. İçimde başka bir kadın var sanki ve onu bilemezsin. Aynaya bakmaktan nefret ediyorum, çünkü ne zaman aynaya baksam içimdeki kadın üzülmeye başlıyor. İçimdeki kadını keşfedemezsin; çünkü o kadına ulaşmana izin vermedim.

İçimdeki kadın bu aralar yine o bildiğin melankolik ruh halini yaşıyor. Hani benden sana geçen, seni de esir alan, uykusuz bırakan, bulaşıcı hastalık gibi insanın yakasına yapıştı mı bırakmayan o melankolik ruh hali...

İçimdeki kadın bu aralar seni çok özlüyor. Oysa kendinden emindi ve sensiz yaşayabileceğine öylesine inanmıştı ki bu güveni kendinde bulamasa senden ayrılma gücünü de bulamazdı. Elinde ne var? Koca bir sıfır. Şimdi çok pişman…

Bir ev düşlerdim, büyük, ıssız bir sahilde, kumların üzerinde, derme çatma duvarları olan, çatısı tenekelerle kaplı bir ev. Yağmur yağdığı vakit tenekeye düşen her damlanın sesini duyup mutlu olurdum. Yağmur hızlandığında, damlalar da hızlanır, ardı arkasına birbirini takip eden vuruşların sesi içeriye dolardı. Gökyüzüne hiç bakmadan, dışarı çıkıp o yağmur havasını solumadan, sırf teneke dama düşen seslere göre yağmurun hızlanacağını ya da azalacağını anlardım.

Arada bir ziyaretçim olur, yaralı bir pelikan sahile iner, mavi gölden getirdiği balıkları gagasındaki keseye doldurup balıkları yeme telaşına düşerken, ben onun peşine takılıp koşar, havalanmasını izler, gökyüzüne doğru yükselen kuş geniş kanatlarını açtığında kanatlarının büyüklüğüne bakıp hayrete düşerdim. Pelikan kanatlarını açtığında uzunluğu neredeyse bir metreyi geçer, geniş kanatların gölgesi güneşi keser, sahile kuşun kocaman gölgesi inerdi.

Havanın güzel olduğu zamanlar benim en çok sevdiğim zamanlar olur, yalın ayak sahilde dolaşır, üzerimde ince bir tülle oradan oraya koşar, kum lâlelerini toplayıp saçlarıma takardım. Dalgalar öğleye doğru azaldığında üzerimdeki tülü çıkarıp, çıplak tenimi tuzlu sulara bırakır, mercan adalarına kadar yüzerdim. Dibe dalar, yengeçleri izler, yosunların arasından gelin kız gibi süzülerek geçerdim. Her kaya dibini bilir, her kum tepeciğinin bir sonraki gün nereye yığılacağını tahmin eder ve tüm denizaltının keşfedilmeyen yerlerini didik didik ederdim.

Yüzmekten yorulduğum zamanlar sahile çıkar, dalgaların hemen kenarına uzanıp, seni düşlerdim. Kıyının ötesinde, açıkta beliren tekneleri görmezden gelir, tekneler gözden kaybolana kadar kumların üzerinde yatar, buranın ıssız bir ada sanılmasını isterdim. Oysa bilirdim bu zamanda bütün ıssız adaların birileri tarafından keşfedildiğini, ıssız adalarınsa sadece filmlerde kaldığını...

Yüzmekten ve güneşlenmekten arta kalan zamanımda teneke evime girer, bir papağanın gürültüsü altında öğle uykusuna yatar, güneşin keskin ışığını kesmesini bekler, ikindi vaktine kadar kızıl renklerin esiri olacak sahilin dinlenmesini sağlardım. Hava çok sıcak olduğunda her şey dinlenmeli ve uykuya çekilmeliydi; çünkü geceye hazırlanmak yegâne vazifemizdi. Balıklar uyumalı, yengeçler yuvalarında saklanıp güneşten korunmalı, sahil lâleleri taçlarını susuz bırakmamak adına kapatmalıydı. Bütün gün ısınan çakıl taşları da bir gölge kuytu bulup dinlenmeliydi. Dalgalar sükûta ermeli, kumlar denizin dibinde dağılmadan olduğu yerde donup kalmalıydı. Ben uykudayken bu sahilin de hep uyumasını isterdim ve nitekim sahil de deniz de derin bir öğle uykusuna çekilirdi; bu yüzden bu saatte deniz alabildiğine mavi olurdu. Neden biliyor musun? Çünkü içindeki o çalkantılı dünyayı barındıran deniz, benim için durur, dinlenir, gündelik yaşantısına ara verirdi. Gökteki amansız bulutlar illâ güneye göçme sevdasında olur, sahilin üzerinden gitmek istemeseler de rüzgârın itici ve çekici gücüne karşı koyamazlar, ister istemez rüzgârın peşine takılıp giderlerdi; bu yüzden ben uykudayken gökyüzündeki bulutlar göç ederdi.

Vakit ikindiye yaklaştığında uzaktaki mor dağlara hafif bir mavilik çöker, sahilin üzerine inen kızıl hava denizi boyar sonra her yere elini bulaştıran bu garip grup kızıllığı gökyüzünü de karıştırırdı. Göğün o süt maviliği gider yerini kırmızılar, morlar alırdı. Bu saatlerde öğle uykusundan uyanan ben, güzelliğim için Tanrı'ya şükredip yenilenmenin sevinciyle güzel bir yemek yerdim. Sahilin kenarında bulunan meyve ağaçlarından beslenir, az ileride yerden fışkıran temiz kaynaktan suyumu içerdim, sonra kapımın önündeki kumların üzerine bir kilim serer, bütün gece denizi izler ve seni düşlerdim. Bana geleceğin saatleri bekler, bu kurguladığım evde seninle geçirebileceğim bir kaç saatin hayaliyle yaşardım.

Gece, bir karanlık büyü olup, önce karşıki dağlara çöker, yavaş yavaş sisli bir yalnızlığı beline dolayarak yanıma kadar gelir, damdan başlayan gölgelenme saçlarıma yaklaşıp ayaklarıma çöker sonra da sahili geçip denize doğru ilerlerdi. Bu karanlıktan asla korkmazdım; çünkü her karanlık sonrası sen bir şekilde yanımda olurdun. Bilirdim karanlığın seni bana getirdiğini.

Dalgalar hızlanmaya başlar, bastıran gece rüzgârın gücünü arttırır, ertesi gününü iple çekmeye çalışan bulutlar, artık güneşli bir günden ümidini keser ve bünyelerinde barındırdıkları nemi, boşaltacakları tarlalara doğru yol alırlardı. Sessizlik, kocaman bir sessizlik etrafımı sarar, sadece deniz, taşlara vurduğu dalgaları geri çekerken sinirinden köpürür, kalın bir uğultuyu ardına katarak salınır dururdu.

Oturduğum yerde seni bekleyip, bana gelmeni düşlerken sen karanlığı yararak, yıldızlar tam da göğe serpildiği vakit yanıma gelirdin. Saçlarımı okşar, ellerini yanaklarımda gezdirip, dudaklarıma bir öpücük kondurur, gözlerimin içine bakıp gülümseyerek, ruhumu bir büyücü gibi esir alırdın. Yanıma oturduğun vakit kalbim hızlı çarpar, tüm yalnızlığım gider, bir hayalle seviştiğimi unutup başımı omuzlarına dayardım. Sıcak nefesin nefesime değer, ellerim ellerinle buluşurdu. Olduğum yerde kıpırtısız yatıp dizlerine uzanır ve bana söyleyeceğin kelimelerin ağzından dökülmesini beklerdim. Dizlerine uzandığımda sen saçlarımı okşar, bana geleceğimizden bahsederdin.

Buranın ıssız bir ada olmadığını biliyorum. Bu sahilin az ötesinde vızır vızır işleyen otoban var. Karşıki dağların ardında kocaman bir şehir yükseliyor. Pelikan da buradaki balıkçılar tarafından bulunmuş, kanadı kırık, yaralı bir kuş. En fazla bir kaç metre uçuyor sonra yorulup sahile düşüyor. Sahilin ilerisindeki kaynak suyu, eskiden beri burada vardı ve hep var olacak. Şu karnımı doyurduğum meyve ağaçları ise Terzi İlyas Efendi'nin bahçesinden. Teneke damlı evi ise balıkçı İsmail Ağa yağmurdan korunmak için bir gecede sahile kondurmuş. İlerideki tekneler limanın tekneleri. Hepsinin sahibi var. Papağanı ve denizde çıplak yüzmeyi ise uydurdum. Aynalara baktığım ise doğru. Seni özlediğim ve düşlediğim ise acı bir gerçek.

Senle yollarımızı ayırdıktan sonra bu sahile sık sık gelip bu hayalleri kurar oldum. Buranın ıssız bir sahil olmasını düşleyip yalnızca Âdem'le Havva'nın yaşadığı bir dünyada yaşar gibi seninle birlikte olmayı diledim. Senin bana, benim sana, yaşamak adına mecbur olduğumuz bir dünya... Olmadı işte, yapamadım. Seni deli gibi sevmeme rağmen yapamadım. Bu ilişkide sevginin yetersiz kaldığını ben senden önce fark ettiğim için yollarımızın ayrılmasına karar verdim.

Bu sahilde dolaşırken az da olsa acım diniyor ama aynalara baktığımda bizim adımıza ayrılık kararı vermiş olan içimdeki o kadından nefret ediyorum. Aynalara baktığımda, gördüğüm yüzün bana ait olmadığını düşünüyorum. O seven kadının, sana onca hakareti etmesine bir türlü akıl sır erdiremiyorum. Her gece bu sahilde seni düşleyen kadının, neyi doğru neyi yanlış yaptığını ayırt edemediğinin farkına varıp elinden hiçbir şey gelmemesine dayanamıyorum. Ona ayrılıkla ilgili karar aldığı için bazen hak vermiyor değilim. İlerisi için çok acı çekmekten beni kurtardığı için bazen ona teşekkür edesim geliyor; ama yine de o kadına kızmadan duramıyorum. Bizi ayırdığı için o kadından yani içimdeki kadından nefret ediyorum. Her aynaya baktığımda içime yapışmış o yüzü, benim yüzümün hemen karşısında görmeye dayanamıyorum.

Biliyorum. Biz ayrı dünyaların insanıydık; ama aşk ayrı dünyaların buluşması değil de nedir? Uzun bir süre daha bu melânkolik sevgi içimde yer alacak. Seni seviyorum; çünkü seni sevmeme engel olacak bir çözüm yolu bulamadım. Seni seviyorum; çünkü aşk karşılıksız bir duygu.

Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Portakal... - Sayı 85
Akdeniz... - Sayı 76
Sahil postanesinden sevgi... - Sayı 70
Kör olma korkusu... - Sayı 69
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (123):
"Mülteci" meselesine bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 Çok teşekkür ederim Amin hepimize🤲🤲... Ayşenur

 Çok beğendim.Buna benzer yazılar çokça işlenmeli.... mahir

 mükemmel anlatım; af etmiş olsan da gönül kırıklığı çok acı veriyor. buna öneriniz , makaleniz olur ... dr. Elvira

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun


Marksizm’in, her şeyin cevabını veremediği, “ilk insanı ve tabiatı kim yarattı” sorusuna “bunu ortaya atmakla tabiatı ve insanı yok farz etmiş oluyorsun. Bundan vazgeçersen, bu soruyu sormaktan da vazgeçersin” demesinden(diye karşılık vermesinden) anlaşılmaktadır. Ancak her şeyin cevabını verebilecek bir kriteryuma sahip olan “benim düzenimi kabul et, kurtulursun!” deme hakkına sahiptir.
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1993
Yalnız ve başıboş değiliz
İranın neye ihtiyacı var?
Tevhid yoksa huzur da yok
Öz musikimizin piri: Mustafa Itrî Efendi
Kaleme yemin


Ali Erdal - İranın neye ihtiyacı...
Kadir Bayrak - Fars irfanı var mıdı...
Necip Fazıl Kısakürek - Devletleşen şiilik
Ekrem Yılmaz - Bizden gibi görünen
Ekrem Yılmaz - Al beni
Dergi Editörü - Kaleme yemin
Site Editörü - Tevhid yoksa huzur d...
Necdet Uçak - Ömür
Kardelen Dergisi - Kardelenden Haberler
M. Nihat Malkoç - Öz musikimizin piri:...
M. Nihat Malkoç - Filistin için ne yap...
Hızır İrfan Önder - Dermansız dertlere s...
Nihat Kaçoğlu - Serçelerin sesi
Mehmet Balcı - Almanya
Ahmet Çelebi - Bilemem
İktibas - İşte Budur Humeynî D...
Muhsin Hamdi Alkış - Fars palavrası
Kubilay Ertekin - Eşek ve deve
Halis Arlıoğlu - Gülerek günah işleye...
Erdem Özçelik - Geçmişten Geleceğe
Remzi Kokargül - Çoban çeşmesi
Murat Yaramaz - Çapraz sorgu
Gözlemci - Olayların düşündürdü...
Mahmut Topbaşlı - Sırt döndüğüm şiirle...
Mevlüt Yavuz - Umutsuz
Cemal Karsavan - Aşk uyanır sabaha
Bekir Oğuzbaşaran - Âhir zaman ümmetiyiz
Yaşar Akyay - Yalnız ve başıboş de...
Yaşar Akyay - Hayatın Kaynağından ...
Yaşar Erim - Camiler boşaldı
Cahit Can - Türk farkı
İbrahim Durmaz - Yunusca
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14596627
 Bugün : 850
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 631582
 Bugün : 384
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 845
 122. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 5
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim