Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     2491 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Akdeniz
Serpil Tuncer

  Sayı: 76 - Nisan / Haziran 2013

Irmağın kenarındaki bataklıkta bir avuç toprağa tutunmaya çalışan zümrüt yeşili söğütleri izliyorum. Söğütler, yorgun bir çocuğun uykuya yatması gibi ince yapraklarını rüzgâra bırakmış. Öğle sıcağında salınıp duruyorlar. Kadife kumaşa benziyorlar uzaktan. Parlak ve yumuşak. Kıvrılan ırmağın arkasında beliren uzun kavak ağaçları bu kısa söğütlere gölge yapıyor. Karşıki dağlara doğru uçsuz bucaksız tarlalar uzanıyor. Dağın yamaçlarındaki bodur ağaçlar asil başlarını güneşe kaldırmışlar. Birkaç kırlangıç sınırsız gökyüzünü keşfe çıkmış. Uzaktan her şey öylesine güzel gözüküyor ki içine düştüğüm yalnızlığı unutturuyor. Doğanın dokunulmazlığı buralara adını kazımış. Bir asi rüzgâr saçlarımı uçururken Akdeniz’in o sıcak esintisi tenimi yalayıp yutuyor. Her yanımı garip bir sıcak sarıyor. Bir fön makinesinin içinde savrulup duruyorum sanki. Güneş tam tepede. Gittikçe bastıran sıcağa daha fazla dayanamıyorum. Ana yoldan ayrılıp tarlaların içine ilerliyorum. Irmağın kenarını süsleyen uzun sazlıklara dalıp güneşten korunabileceğim bir yer arıyorum.

Gölgedeyim. Sıcak az da olsa serinliğe kendini bırakıyor. Büyük gürültü çıkararak çağlayan ırmağa bakıyorum. Yeşil sularını görmemle içine atlamam bir oluyor. Üstüm başım ırmağın bulanık sularının içinde ıslanıyor. Havadaki sıcaktan nasiplenmeyen ırmağın suları buz gibi. Ayaklarım bir anda donmaya başlıyor. Zorlukla tutunduğum otlardan güç alarak kıyıya çıktığımda sıcak bir anda bedenimden uzaklaşmış oluyor. Kıyıdaki çamurun üzerine yatıp ağaçların arasında kâh gözüken kâh kaybolan gökyüzüne bakıyorum. İçim şenleniyor, ferahlıyorum. Esen rüzgâr bedenime dokundukça üzerime garip bir uyku çöküyor. Olduğum yerde kısa bir şekerleme yapıyorum. Uyumakla uyanık kalmak arasında gidip geliyorum. Başımın üzerinden geçen bir kuşun acı çığlığıyla ayılıyorum. Geçen zamanı hesaplamıyorum. Geldiğim yere yani ana yola tekrar dönmek zorundayım.

Yolda kalan aracımı merak ediyorum. Çantam, telefonum özel eşyalarım hepsi arabada. Eski bir fortun içinde. Gerisin geri ana yola çıkıyorum. Sağa sola bakındıktan sonra yolda gezinen ıssızlığa dayanarak kaybolduğum fikrini kafamda sabitliyorum. Acı gerçek işte. Otobanda giderken yanlış yola girmiştim, yetmezmiş gibi üstüne üstük arabam arıza yapmıştı. Araçta tık yok. Ne ileri ne geri gidiyor mübarek. Irmağın suyu üzerimde buharlaşmaya başlamışken aklıma cep telefonum geliyor. Polis, jandarma, ilk yardım bütün telefonları deniyorum. Kör bir noktada olmalıyım ki cep telefonu çekmiyor. Bu ıssız yolda ne yapmalıyım diye düşünürken aklıma ilk gelen yol kenarında beklemek oluyor. İllaki bir araç geçer. Başımı gölgelendirecek bir kayanın dibine dayanıp bekliyorum. Saatler geçiyor. Gelen giden yok. Acıkmaya başlıyorum. Susamak da işin içine girince ağzım yapış yapış oluyor. Üzerim ise çoktan kurudu. Arabanın içindeki torpido gözüne bakıyorum. Erimiş bir çikolata parçası bulduğumda dünyalar benim oluyor. Hemen ağzıma atıyorum. Çikolata anında mideme iniveriyor. Aynı kayanın altında gelip bekliyorum. Doğayı, otların sallanmasını, muhteşem gökyüzünü izliyorum. Soluksuz bir zevkin pençesindeyim ama ıssızlık ve açlık canımı sıkıyor.

Güneş, öğleden ikindiye yaklaştığında susuzluktan kurumuş dudaklarımı yalayıp duruyorum. Tekrar tarlayı geçip söğütlerin altında saklanmış ırmağa geliyorum. Sıcak çöllerden gelen hayvan misali suya atlıyorum. Kana kana su içiyorum. Üstüm başım tekrar ıslanıyor. Sıcaktan başıma bir ağrı oturuyor. Açlık canıma yetti. Başım dönüyor artık. Irmaktan çıkıp toprağa uzandığımda bir aracın sesi kulaklarıma geliyor. Hızla koşuyorum. Islak ayaklarım toz toprak içinde kalıyor. Araca yetişemiyorum. Kâbus gibi. Arkasından bağırıyorum ama sesimi duyan olmuyor. Araç basıp gidiyor. Elde var yine sıfır. Nasıl olur da böyle ıssız bir yola girebilirim. Direksiyonda uyudum mu yoksa? Bir biri ardına araçların aktığı o işlek otoyola ne oldu anlamadım. Nasıl oldu da bu yola girdim? Tekrar beklemeye başlıyorum. Saatler geçiyor ve ikindi nazlı gelin gibi terk ediyor peyzajı. Arabanın içine giriyorum ürkerek. Alaca karanlığın elinde kuklayım artık. Gölgemden korkuyorum. Garip hayvan uğultuları duyuyorum. Şizofrenler gibi karanlıkta koyulaşan bitki topluluklarını insan yüzlerine, koyunlara, eşyalara benzetiyorum.

Ağustos böcekleri ötmeye başladıklarında yanık çiçek ve ot kokusu etrafı sarıyor. Cennetin içinde cehennemi yaşamak bu demekmiş. Açlık bir taraftan, susuzluk diğer taraftan... En kötüsü de ıssızlık. Bu gece buradayım anlaşılan. Korkarım karanlıktan. Hele ıssızlık... Aklımı götürür ötelere. Sonra dua etmek geliyor içimden. Bildiğim bütün sureleri okuyorum. Ellerimi yıldızlı gökyüzüne açıp karşıma bir insan çıkarması için yaratana dua ediyorum. Gözlerim küçülmeye başlıyor. Yıldızlarla kaynayan sema bana uyku vaktimin geldiğini hatırlatıyor. Biyolojik saatime daha fazla direnmeden uyumaya çalışıyorum ama bir türlü uyuyamıyorum. Aracın kapıları kilitli ama yine de canıma yeten korkuyu bastıramıyorum. Belki tok olsam uyumam daha kolay olurdu. Tekrar yiyecek bir şeyler arıyorum. Arabanın içini ve ceplerimi didik didik ediyorum. Nafile... Yorgun düşen bedenimi uykuya bırakmaktan başka çarem yok. Yıldızlar çoğalırken, ağustos böceklerinin sesi, kurbağa seslerine karışıyor. Sessizlikte ırmak çağladıkça çağlıyor.

Gün ışıdığında bir kamyon sesi kulaklarıma çarpıyor. Rüya mı gerçek mi acaba? Gözlerimi açtığımda tam karşımda bir kamyonun hızla yaklaştığını görüyorum. Üzerimdeki uyku mahurluğu bir anda gidiyor. Aracın kapısını açtığım gibi sıcaktan ısınmaya başlayan asfalta yalın ayak basıyorum. Kamyon duruyor. Şükür olsun!

Kamyonun içinden üstü başı perişan bir adam çıkıyor. Çiftçiye benziyor. Kamyonun arkası ot balyalarıyla dolu. -Geçmiş olsun birader! Hayırdır?

-Yanlış yola girdim herhalde. Bu sapa yolda araç da arıza yaptı. Dün öğleden beri buradayım.

-Eee ni yidin ni içtin?

-Ne yemesi ağabey. Açlıktan ölüyorum. Üstelik telefon da çekmiyor.

-Çekmez. Otoban nire bura nire. Burası Sedir Yaylasının yoludur. Araç da pek olmaz. Bazen ota gideriz. İyi ki bana rastladın. Yoksa işin zordu. Gerisin geri yürüseydin onkilometre aşağı da bir benzinci vardı.

Kamyoncu deyince hatırlayıverdim. Evet, son gördüğüm o benzinlikti ama? Neden hatırıma gelmedi ki?

-Neyse önemi yok artık. Beni aşağıya kadar götürün. Araç için çekici çağırırım.

Adamla aynı anda kamyona biniyoruz. Yanındaki sırt çantasının içinden el yapımı tepsi ekmeğini çıkarıyor, al gibi domatesi de... Olanca iştahımla ekmeği ve domatesi yemeğe başlıyorum. Kendime geldiğimde etrafa gözüm takılıyor. Sabahın köründe bile sıcak dayanılmaz. Kadife söğütler yine nazlı ceylan gibi salınıp duruyor. Irmak daha coşkun. Albenisi bitmeyen doğanın içinde olmak... Adam;

-Buraları çok güzelidir. ‘’Ya ne demezsin’’ diyorum dünkü korkuları unuturcasına. Birkaç dakika sonra benzinlikte oluyoruz. Kamyondan indiğimde bildiğim tüm hayır duaları adamın ardından döktürüyorum.


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Portakal... - Sayı 85
Akdeniz... - Sayı 76
Sahil postanesinden sevgi... - Sayı 70
Kör olma korkusu... - Sayı 69
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (123):
"Mülteci" meselesine bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 Çok teşekkür ederim Amin hepimize🤲🤲... Ayşenur

 Çok beğendim.Buna benzer yazılar çokça işlenmeli.... mahir

 mükemmel anlatım; af etmiş olsan da gönül kırıklığı çok acı veriyor. buna öneriniz , makaleniz olur ... dr. Elvira

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun


Milli Eğitim Bakanlığı’nın anketine göre, gençlerin %61’i kitap okuyormuş.
Hayret! Ya gizli gizli okuyorlar, ya büyüklerinden ders almamışlar ve gizli gizli okuyorlar.
Kardelen: Sayı 3, Aralık 1993
Yalnız ve başıboş değiliz
İranın neye ihtiyacı var?
Tevhid yoksa huzur da yok
Öz musikimizin piri: Mustafa Itrî Efendi
Kaleme yemin


Ali Erdal - İranın neye ihtiyacı...
Kadir Bayrak - Fars irfanı var mıdı...
Necip Fazıl Kısakürek - Devletleşen şiilik
Ekrem Yılmaz - Bizden gibi görünen
Ekrem Yılmaz - Al beni
Dergi Editörü - Kaleme yemin
Site Editörü - Tevhid yoksa huzur d...
Necdet Uçak - Ömür
Kardelen Dergisi - Kardelenden Haberler
M. Nihat Malkoç - Öz musikimizin piri:...
M. Nihat Malkoç - Filistin için ne yap...
Hızır İrfan Önder - Dermansız dertlere s...
Nihat Kaçoğlu - Serçelerin sesi
Mehmet Balcı - Almanya
Ahmet Çelebi - Bilemem
İktibas - İşte Budur Humeynî D...
Muhsin Hamdi Alkış - Fars palavrası
Kubilay Ertekin - Eşek ve deve
Halis Arlıoğlu - Gülerek günah işleye...
Erdem Özçelik - Geçmişten Geleceğe
Remzi Kokargül - Çoban çeşmesi
Murat Yaramaz - Çapraz sorgu
Gözlemci - Olayların düşündürdü...
Mahmut Topbaşlı - Sırt döndüğüm şiirle...
Mevlüt Yavuz - Umutsuz
Cemal Karsavan - Aşk uyanır sabaha
Bekir Oğuzbaşaran - Âhir zaman ümmetiyiz
Yaşar Akyay - Yalnız ve başıboş de...
Yaşar Akyay - Hayatın Kaynağından ...
Yaşar Erim - Camiler boşaldı
Cahit Can - Türk farkı
İbrahim Durmaz - Yunusca
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14596457
 Bugün : 680
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 631512
 Bugün : 314
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 845
 122. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 5
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim