Adın en çok neye yakışır senin Rüveyda Nesibe Kantar Sayı:
72 - Nisan / Haziran 2012
Sabahın ansızın karanlığı sarmasıyla kuşlar bütün cıvıltısını saldı… Göz çukurlarında kâbusları biriktiren yetim çocuklar rengârenk renkleri alarak bağırlarına, taştan yataklarından kalkıyorlar… Hadi buralarda bir yerlerde olmalı zahmetli ve zor gecelerden, gündüzlerden kalma yaşlı vefa kaldırımları…
Masaldı yaşadığımız kimseler inanmadı, biz bile… Uzaklar boyut değiştirdikçe yakınlaşıyorduk gerçeğe, sahipsiz sokak köpeklerini bizdik bağrımıza yaslayan… Açıl dersem açıl, kapan dersem kapan gökyüzü… Es dersem es, savur dersem savur bizi rüzgâr, yetim gülüşlerinden kuleler dikelim huzur ülkesinde… Vefa kıyısında gönlümüzce…
Sabah erkenden sokakta nasiplerini arayan yaratıklar gibi, vefanın geçtiği yerden yayılacak kokunun, nasibin peşine düşüyorum…
Üzerine basa basa yoksulluk ve çirkinlik, bahtsızlık ve talih dinlemeden “insan” olanın yolculuğudur vefa… Uzun ve çileli bu zorlu yolda İsa’nın(a.s) havarilerinin göbek adı, sahabelerinin künyesidir vefa…
Vefa insani bir eylemdir. Düşünce, akıl sistemi olan önemli araçlarla gerçekleşir. Hayatında bir gün olsun insan olamamışlara olmaz, yakışmaz bu elbise…
Her üstte şık durmaz defo yapar vefa, aldığın fazlalıkları gizlemez şeffaftır ve halisanedir… İçin başka dışın başka tutmaz bulanır bu su… Akif’im insanlığın ölçüsü derken vefa libasını, erdemli olan giyer elbette onu…
Vefanın her şeyi var sanki bozası, pastanesi, hastanesi… Ama burada neden yok sol yanında mı olmalı… Sağ yanında mı? Vefayı nereye koymalı nasıl saklamalı…
Bakışlarını simsiyah gövdesine mıhlayan asi ve günahkârların, maddiyattan öteye anlam ifade etmeyen sarhoş zavallıların idrakine sığamayacak kadar büyük ve özel bir duygudur...
Şimdi yolların en amansız yerinden derinden bir vefa istiyordu yaşlı kadın, çizgilerle haritaları avuçlarına biriktiren bu kadın ne zor bir yoldan geçmiş, ne zor bir hayat yaşamıştı kim bilir… Gözleri gece gündüz tik taklarda vefa yollarına düşen masum kelebekleri içeriye almak için seherde pencereleri açıp, kapısının önünü temizleyip, belki bu gün diyerek pencere kenarlarına bazen kapı önlerine oturup bekleşmenin en hazin saatlerini yaşıyordu her gün… Nafile beklemekle gelseydi keşke beklenilenler…
Unutmuştu gazeteler, televizyonlar, insanlar vefayı birbirlerine sorup duruyorlarken, bir yandan cilt cilt kitaplarda tanımlara boğuluyordu yüzüm, vefa neydi neredeydi? Onu bulup tanımalı belki bir plaket verip onurlandırmalıydı insanoğlu…
Sabah erkenden kalkmayı adet etmeye her gece söz veren ben, acı bir sesle irkiliyorum yerimden… Sokak bomboş bir ben, bir ayyaş şoför ve iki köpek uyanık… Göklerde ararken vefayı, resmini çekmek nasip oldu sokak ortasında… Yerde inleyerek yatan, kıvranan köpeğin başucundaki diğer köpek inliyordu onunla… Saat 02.23 saatler ilerliyor inlemeler bir artıp bir yükseliyor… Vefa kaldırımlardan buradayım diyordu saat 03.56 can veriyor masum köpek oracıkta… Koşuşturmalarım sonuçsuz kalıyor telefonlardan yüreğim hüzünle dönüyor… Saat 05.34 ensesinden sürükleyerek bir ağaç altına sürüklüyor cansız bedeni iniltiler arasında… Arkasında 5 köpek daha ulumalar ulumalar ağlamalar… Vefayı gördüm diyorum sabah uyanan herkese… Ellerinden tutup çocuklara… Vefayı gördüm dün gece işte tam burada, bu ağacın altında…
Vefanın kaldırımları çile, gözyaşı, vefanın kalp atışları yürekten, vefanın asfaltı masumiyet sadakat örülü…
En çok gri bir yalnızlığı alıyor omuzlarına vefa, sonuçta terk edip giden insandı onu nasılsa, bir mahzun iki damla yaş göz bebeklerinden cefakâr avuçlarına doğru kayıp gidiyordu yine… Yalnız senden başka kimsenin bilmediği, görmediği yerleri anlatacak kimselerin olması hâlâ ne tuhaf, anlayamayanların sayısı ancak acını arttırmaya yarıyordu ne de olsa…
Yalanların arkasına düşüp, hayatın nasıl zehir edileceğini en iyi insanoğlu bilir… Hadi söyle sahici yalanların tadı aklımda, unutmak üzereyim, yoruldum hepsi bu, gerçekler çok ağır geliyor çoğu kere… Ucundan tutsak rengârenk uçurtmaların, çocuk yanımızla güneşe bakıp gözlerimizi kamaştırsak… Yaşaran gözlerimizi omuzlarımızda kurulasak, itişsek, dövüşsek, dokunsak ağrıyan yanlarımıza…
Vefa tünelinden en sahte maskelerle geçmek zor bilirim, aynalarda parça parça aksini seyreden adamın aksakallarını kara eylememesi sanırım bundandır… Aynalar kadar vefasız, azıcık kayırsa karşısındakini örtse tüm kusurlarını… Kör bir kuyuya bağırmak gibidir vefa… Açlıktan ağlamak kadar, susuzluktan çatlamak kadar masumane ve yalın…
Her babayiğidin harcı değil vefa, zırhını yüreğine geçirip adım adım ömrünü sürüklemek, yürek ister emek ister, kalın ve güçlü bilekler ister vefa adına…
Her bedene uymaz, her kıyafetin üstüne şık durmaz vefa… Annenin evladına seslenişi gibidir. Kulaklarda yalnızca tatlı nidasını bırakır sansan da gözlerde en esaslı gözyaşı olabilecek bir nimettir.
Namuslu sofralarda başköşededir, boşuna meyhanede arama… Elindeki nasırların arasından sızan tatlı bir acıdır, gururla yürüyen adamın yüzündeki nurdur, kara gölgeli, kara sesli, kara vicdanlı biçarelerde arama…
Koşulsuz sevmelere masumane istekleri bilmeyenler nerden bilsin ki vefanın kıymetini… O öyle bir şeydir ki demircinin elindeki antika baston gibidir… Eehhh deyip yolun bir tarafına fırlattığı… Sahi demirci nerden bilsin ki antika bir bastonun kıymetini… Onca sene onurlu yılların destekçisi olduğunu… Gözlerini maddenin kabaran iştahına dikmiş kaba saba bir demirci nereden bilsin kıymetli geçmişin geleceğe nasıl ışık tuttuğunu, görmeyen gözlere fer, yalnızlıktan ölen biçarelere çare olduğunu… Bilmeyen ne bilsin vefanın kadrini kıymetini…
Şimdi yanıma ak haliyle vefanın tel tel dökülen geçmişini alıyorum, uzayan yollarda tek dayanağım en esaslı yoldaşım vefanın hassas ve kırılgan ama bir o kadar insani yoldaşlığıyla ahirete bakan en uhrevi yarınımı süslüyorum… Yanımda vefa gemisi yoldaşlarımla…
Kara gecelerde, kara adımları görüp, kara sesleri duyan Allah’ım Vefanın saf, temiz ve aydınlık baharlarında en sakin ve huzurlu yarınları yaşat bize…
Vefa önünde başka kapılar açılsa da gidememektir… Vefa kabrinin başında dökülen iki damla yaştır… Vefa kalamamaktır… Vefa sevememektir… Vefa sevmektir… Bir isim bulsam sana ve uyansam en huzurlu yanımla… Sahi, adın en çok neye yakışır senin?
|