Mümin-Kâfir Kürsü Mümin-Kâfir Sayı:
74 - Ekim / Aralık 2012
İSPAT
Kâfir–Bana herşeyden evvel Allah'ı ispat etmeye çalışır mısınız?
Mümin–Size Allah'ı değil, sizi ispat etmeye çalışmak daha yerinde bir cehd olur. Sizi, yani ruhunuzdaki idrak mekanizmasının sefaletini ispat...
Kâfir–İşe hakaretle mi başlayacağız?
Mümin–Asla! Bazı dik kelimelerime karşı sabretmeye alışacaksınız. Nitekim benim sabrım sizinkinden büyük... Bir müminin küfür karşısında sabrı ne demek? Eğer gayemiz hakikate ulaşmaksa, en sert ve haşin tahlil raporlarına göğüs germek lâzım... Fikir ve hakikat, hatır ve gönül dinler mi?
Kâfir –Buyurun efendim, dinliyorum!..
Mümin–Büyük bir veliye, büyük bir zâhir ehli demiş ki: “Ben Allah'ı binbir delille ispat eden adamım!” Veli de şu cevabı vermiş: “Demek senin Allah'tan binbir şüphen var!” Genç balıklar, ihtiyar balığa sormuşlar: “Kuzum, su diye bir şeyden bahsediliyor. Göstersene şunu bize!..” İhtiyar balık cevap vermiş: “Siz ondan başka bir şey gösterin ki, ben de size onu gösterebileyim.” İşte Allah'ın hakikati böyledir. Hem her şeyde O, hem de gösterilemez. O'nu bedahet duygusu görür. İman tam olduğu zaman ispatı kovar ve kendi başına kalır.
Kâfir–Güzel şiir...
Mümin–Ah, siz şiirin de ne demek olduğunu bir bilseniz! Şiir de hakikatin, yıldırım gibi çevik bir metodla aranmasından başka bir şey değildir.
Kâfir–Bu da güzel bir şiir...
Mümin–Fakat sizin inat ve istihzanızda hiçbir şiir yok... Dinleyin! Allah, insan için nâmütenahi saf ve o nispette karışık bir bedahettir... Bu işin kuru akıl metodlarıyla ispat edilecek hiçbir tarafı mevcut değil... Tıpkı mimarlıktaki (akustik) buluşu... Hesap ve hendeseyle çalışılır, fakat sanatla bulunur. Her hesap yerine gelir, fakat yankı doğmaz. Derken hiçbir şey yapılmaz da kubbenin altı çınlamalarla dolar. Büyük bir mimar bunun için diyor ki: “Akustik işi mayoneze benzer; ya tutar, ya tutmaz ve nasıl tuttuğu, niçin tutmadığı bilinmez.” Allah’a derin bir ruh feyziyle inananlar, kulunu kendisine inandıranın da bizzat Allah olduğunu bildikleri için, ispata fazla iltifat etmezler. Bu bir bedahet meselesidir; ruhunda bir his anteni olana ne mutlu, olmayana da ne yazık!..
Kâfir–Sanki ispat mı etmiş oldunuz?
Mümin–Belki ispatın bir zaaf olduğunu ispat ettim. Belki ispat gayretinin bir o kadar şüphe davet ettiğini ispat ettim. Allah'ın akıl üstü bir melekeyle bulunduğuna ve bu melekenin akıldan senet istemeye tenezzül etmediğini ispat...
AKIL
Kâfir–Siz, iman sahipleri ispat edemeyeceğiniz bir mesele karşısında kaldınız mı, hemen aklı ve ispatı inkâr etmek yoluna dökülürsünüz. Usulünüz daima budur. Sanki aklı inkâr etmekle varlığını peşinen kabul ettiğiniz şeyi ispat etmiş oluyorsunuz. Düşünmüyorsunuz ki, ispat akıldadır. İnsanın, mesafeyi kabul ettikten sonra ayaklarını inkâr etmesi, varılacak hiçbir yer olmadığını gösterir. Onun içindir ki, akla birtakım gülünç çıkmazlar açarak onu kendi içinde hayret ve esarete mahkûm ettikten sonra, yine onun vasıtasıyla hakikat avcılığına çıkmak, içine saman doldurulmuş ölü köpekle tavşan kovalamaya çıkmak kadar manasız olmaz mı? Sizin akla biçtiğiniz bu esir memuriyetten sonra, ne iman, ne inkâr, hiçbir şey düşünülemez ve konuşulamaz. Öyle bir yokluk âlemine girilir ki, orada “var” topyekûn yok olduktan başka “yok” da yoktur. O halde susulur, cemadlaşılır, hiçbir tecrit ve teşhise, tefekkür ve muhasebeye yer kalmaz. Sizin hileniz budur!..
Mümin–Bakalım hile kimde? İmanın elinde akıl, anlattığınız bu tabi vaziyete geçerken, inkarın, yani sizin gibilerin elinde de putlaşıyor, kendi olmadığı yerde “var” ve “yok”u gösterecek mutlak bir nefy alemine kaçmak suretiyle nefsini ve hükümranlık hırsını korumaya çalışıyor. Eğer hile ve sahte teselli diye bir şey varsa işte budur; ve bu (taktik) aklın nihâî gözbağcılığı, hokkabazlığı, düzenidir. O kadar ki, bu hileyi hatta yine akılla çözmeyi bilmeyenler için vaziyet tehlikelidir. Bakınız efendim; aklı tüketen ve onun son sınır taşına kadar uzanıp kayaya çarpanların muazzam düsturuna göre “Bu iş ne akılla olur, ne de akılsız...” Akıl, varken yok, yokken var bir keyfiyettir. Ve yine aklî bir zaruret olarak şart... Şu muhakkaktır ki, aklın akıl olması için evvelâ nefsini, zatını idrak etmesi, bu hususta bir his şemmesine malik bulunması bedihîdir. Aklın salâhiyetini tâyin, mutlaka kendisinin tam bir muayene, murakabe ve keşfiyle mümkündür. Bu salâhiyet, muayyen bir mesafe şeridi gibi, kendisinden uzak kalan bir âlemin kapısında nihayete erince, ona, yani akla, dışını inkâr değil, bilâkis tasdik gibi son ve ulvî bir idrak düşer. İdrakin imkânsızlığını anlayan bir idrak... Bu, aklın, kendi aczini müşahede yoluyla becerdiği öyle bir varıştır ki, onda, bir nevi, kendi nefsini de idrak ve ikmal kıymeti mevcuttur. Sizin aklınız, kendi kendisini görmeden, gördüğünü, ölçtüğünü ve binaenaleyh bulmadığını zanneden; bizim aklımız ise kendi kendini görerek, göremediğini, ölçemediğini ve binaenaleyh bir görülemez ve ölçülemez bulunduğunu gösteren bir vasıta... Böylece hile isnad ettiğiniz iman aklı, hakikatin ve olunması gereken şeyin ta kendisi; hakikat ve halisiyet izafe ettiğiniz küfür aklı ise hile ve hokkabazlığın bizzat hem suçlu ve hem güçlü şeklidir.
Kâfir–Safsata!..
Mümin–Cankurtaran simitlerinizden biri... Safsata... Onu hem siz yapar, hem de muhatabınıza isnat edersiniz! Sizin yandan çarklı ve davlumbazlı battal akıl geminizi kızağa çeken herkes, nazarınızda hayal adamıdır. İşte, bizatihi, Allah ve üstün illiyetleri anlamasına imkân olmayan, tek imkânı ancak anlayamayacağını anlatmaktan ibaret bulunan akıl, kendi öz gururunu tekmeler tekmelemez, altından öyle bir akıl çıkar ki, o, bütün bedahetleri görmeğe başlar. Gördüğü ilk tecelli de bedahetlerin en mutlakı halinde Allah'ın varlığı olur.
Kâfir–Allah'ın bu kadar ucuz ispatını hiç kabul eder miyim ben?
Mümin–Demek siz sadece malın pahalısını kabul edersiniz! Pahalı olsun da ne olursa olsun... Fakat Allah'ın, meselâ su gibi, nice nimeti vardır ki, hiç bir bedel onun büyük değerini ölçemez. Bedahet de, bedava olmakla beraber böyle bir nimettir.
Kâfir–Sizdeki yalnız tevilden ibaret güzellik...
Mümin–Sizdeki de tevilsiz çirkinlik!..
Kâfir–Ama yine akıl diyorsunuz. Daima akıl, hep akıl, ondan vazgeçemiyorsunuz!
Mümin–Evet, akıl diyorum! Aklın, nihaî hamle ve kazanç olarak, kendi kifayetsizliğini anlamasından, kendi kendisini tahrip etmesinden başka hiçbir nasibi yoktur. Nitekim, kendisinden evvelki akılcılar sistemini yıkmış olan Garplı bir filozof, hasımlarının “sen akılcılık mesleğini yıktın ama, metodun aklîdir; buna ne dersin?” sözüne şu cevabı vermiştir: “Demek ki, aklın en üstün ve en nihaî faaliyeti, kendi metoduyla kendi kendisini tahrip etmekmiş...” Siz bu filozofu tanıyor musunuz?
Kâfir–Evet... Meşhur (Bergson)... Şair felsefecilerden biri...
Mümin–Demek o da şair sizce.... Ya ondan asırlar önceki İmam-ı Gazalî'ye ne buyrulur?..
Kâfir–Onu bilmiyorum!
Mümin–Bildiğiniz ne var ki, onu bilesiniz?.. İmam-ı Gazali diyor ki: “ Aklı gerdim, gerdim, kopacak kadar gerdim, gördüm ki, o, sınırlıdır ve kendi kendisine varabileceği hiçbir nihayet noktası yoktur. Aklımı kaybedecek hale geldim ve Allah Sevgilisinin ruh feyzine sığınıp her şeyi anladım ve kurtuldum. Peygamberlik tavrı aklın verasıdır.” İşte akıl!.. (Devam edecek)
|