Kelime Kürsü Mümin-Kâfir Sayı:
81 - Temmuz / Eylül 2014
KELİME
(İman ve İslâm Atlası’ndan)
KÂFİR ‒ Bir müddettir sizinle görüşemeyişimi, sakın zaafıma yormayın!
MÜMİN ‒ Sizin kuvvet ismini verdiğiniz zaafınıza yorar mıyım hiç? O zaman sizi gerçekten kuvvetli kabul etmiş olurum!
KÂFİR ‒ Ah, sizdeki bu kelime oyunu hastalığı! Bütün muvaffakiyetinizi şaşırtıcı mantığınızla elde ediyorsunuz!
MÜMİN ‒ Bakın, bu nokta, hadiseleri müşahede ve muhakeme usulünüzdeki sakatlığın ayrı bir tezahürü... Biraz da kendi kendimi tahlil ve müşahedeye tabi kılacak olursam, diyebilirim ki, bende, kelimelere kurban gitme korkusu çeken ve lâf hokkabazlığına yeltenip hakikati boğma ıstırabını yaşayan çileli bir kafadan başkasını bulamazsınız.
KÂFİR ‒ Öyleyse niçin şaşırtıcı oluyorsunuz?
MÜMİN ‒ Karşımda nefs muhasebesine malik bir insan bulamadığım için ister istemez böyle oluyorum. O zaman da, asıl küfrün hüneri olan şaşırtıcılık belki bana da sıçrıyor ve kelimelere var kuvvetimle abanmamı gerektiriyor. Görü-yorsunuz ki, sizi imana çekmeye çalışırken kendimi muayene ve teftişten de yoksun kalmamak gayreti içindeyim. Sizde ve benzerlerinizde olmayan şey...
KÂFİR ‒ İşte yeni bir şaşırtmaca numarası!..
MÜMİN ‒ Şaşıran adam, gerçek mantığı şaşırtıcı telakki edeceğine, kendi şaşkın vaziyetini müşahede etse ya... Hem siz ciddi olarak cevap veremez bir hale düştüğünüzü kabul eder misiniz hiç?
KÂFİR ‒ Konuşalım mı konuşmayalım mı? Sizi görmeyeliden beri bütün meselelerimi başından sonuna kadar dü-şündüm ve buldum!
MÜMİN ‒ İşte yine yakalandınız! Demek ki, sizde inkâr, pek çok nasipsizde olduğu gibi, ciddî ve hakiki bir nefs muhasebesi sonunda meydana gelmiyor da, peşin bir hüküm halinde doğuyor! Bu peşin hükmünüzü, sonradan ve aklınızca gerçekleştirmek için de düşüne düşüne, ıkına sıkına, kendinize, kendinizi ifade etmek için zorla mesele arıyor-sunuz!
KÂFİR ‒ Of, bana cevap verin, cevap!
MÜMİN ‒ Ben size hep cevap veriyorum. Sorun!..
KÂFİR ‒ İçinde binlerce amelenin çalıştığı bir fabrikada bütün bu amele Müslüman olduktan sonra, ayrıca fabri-kanın Müslüman olup olmadığı diye bir mükellefiyet düşünülebilir mi?
MÜMİN ‒ Fabrikadan maksat, birtakım ruhsuz ve beyinsiz aletler manzumesi ise, elbette böyle bir şey düşünüle-mez; fakat oradaki insanların topluluk ifadesi ise elbette düşünülür.
KÂFİR ‒ Hep zekânızla beni önlemeye çalışıyorsunuz; fakat hakkınızla değil...
MÜMİN ‒ Yani?..
KÂFİR ‒ Ben demek istiyorum ki, her ferdi Müslüman olan bir toplulukta devletin ayrıca Müslüman olmak gibi bir mükellefiyeti var mıdır?
MÜMİN ‒ Devam edin! Açılın!
KÂFİR ‒ Şu (Lâisizim), sizin tabirinizle lâisizma meselesi... Her şeyden evvel dini dünya ve devlet işlerinden ayır-mak manasına gelen (lâisizm) anlayışına karşı Müslümanlığın hiç bir müdafaa şekli bulabileceğine kani değilim... Ceva-bınız ne olabilir!
MÜMİN ‒ Siz artık hakikati arama yolundan sapmış ve şantaj istikametine dönmüş bulunuyorsunuz! Cevabım bundan başka ne olabilir?..
KÂFİR ‒ Ya ne konuşalım?..
MÜMİN ‒ Hamlet’in sevgilisine dediği gibi, kelimler, kelimeler, kelimeler... Kelimelerin yol vericileri üzerinde ko-nuşalım...
MUHABBET NEFRET
(İman ve İslâm Atlası’ndan)
KÂFİR ‒ Dikkat ettiğim bir şey var; siz İslâm davasında sevgiden ziyade nefret cephenizle hareket ediyorsunuz! Dost kutuplarınızı okşamak yerine düşman hedeflerinizi yıkmak... Bu mu İslâmda usul?
MÜMİN ‒ İslâmda esas ve usul, muhabbettir. Fakat koca bir dağa benzeyen bu esasın bir de aynı çapta uçurumu vardır. O da nefret... Ve ikisi bir arada... Biz nefret ettiğimiz için mukabiline muhabbet göstermek yerine, asıl muhab-bet ettiğimizin zıddına nefret duymakla mükellefiz. Muhabbet öncedir ve sağ kanadı teşkil eder. Nefret ise sonradır ve sol kanat... Müslüman işte bu iki kanatla uçandır.
KÂFİR ‒ Bunun için muhabbet tarafınızı nazardan saklayacak derecede zıtlarınıza saldırmanız mı lâzım?..
MÜMİN ‒ Uyuşturucu merhemden anlamayan yarayı kızgın demirle dağlamak lazım... Hele zamanın şartları başka türlü, uslu ve akıllı tedbirleri iflâs ettirmiş bulunuyorsa... Keşke vicdanlar hakka açılmış olsa da bize kapı kapı gezip muhabbet serenatları besteleme vazifesi düşse... Bu mes’ut iklim dünyaya kurulduğu günden beri gelmemiştir.
KÂFİR ‒ Peki ama nefrette en büyük hisse, şu sizin nefs dediğiniz benlik duygusuna hizmet etmez mi?
MÜMİN ‒ Doğru!.. Zira babasız hak Peygamber Hazret-i İsa’da melekiyet galipti; halbuki ondan yüksek dereceli İbrahim ve Musa Peygamberlerde ve bilhassa topyekûn zaman ve mekânın Peygamberinde beşeriyet galiptir ve melek beşere secde emrini almıştır. Nefret kutbu olarak Hazret-i İbrahim’in karşısında Nemrut, Hazret-i Musa’nın karşısında da Firavun var...
KÂFİR ‒ Ya topyekûn zaman ve mekânın Peygamberi dediğinizin karşısında?
MÜMİN ‒ Ebu Cehl ile cehalette onun manevî nesli Yirminci Asır hazırlayıcıları var... Onlar da birer Ebu Cehl ve İbn-i Cehl...
KÂFİR ‒ Son peygamber üzerinde kapalı konuşuyorsunuz!.. Teşhis yapın, isim verin!
MÜMİN ‒ Aksine, gayet açık konuşuyorum! Bir mücerredi basit teşhisler ve isimlerle boğamam! Onun karşısında bütün bir Batı dünyası ve dünyanın Batılı ve Doğulu taklitçileri var!... (Volter)den (Karl Marks) ve (Lenin)’e, İbn-i Teymiyye’den Mısırlı Muhammed Abduh ve Cemaleddin Afganî’ye kadar say sayabildiğin kadar isim!..
|