Elmü'min Ali Erdal Sayı:
74 - Ekim / Aralık 2012
“Resmî hizmete mahsus” pikap, güneşi bazen sağına ve soluna, bazen önüne ve arkasına alarak yokuşu tırmanıyor.
Devlet, tepedeki küçük köye gidiyor.
Yaşlı şoför, genç memura:
–Sen Anadolu’nun cevherini nasıl göreceksin? Anadolu’ya, kadının makyajına aldanan erkek gibi bakıyorsun. Bense röntgen makinesi gibi… Sen maddedeki perişanlığını görünce, onu, ruhu sanıyorsun. Maddedeki eksikliğinin suçunu ona yüklüyorsun. Bugün madde hâkimiyetini kaybetmişse, senin varlığını bile bilmediğin ruhundan uzaklaşmasındandır. Şu gideceğimiz köyün adını düşün bir: Elmü’min!..
Genç memur:
–Sen de ilk defa gidiyorsun değil mi?
–Evet…
–Ben ilk defa bir köye gidiyorum. Madem sen görülmesi gerekeni biliyormuşsun, gör ve bana göster…
Tepedeki 15 hanelik Elmü’min köyünde, ellerini güneşe siper ederek bakan iki kız çocuğundan başka kimseyi bulamadılar. Şoför, büyük olana:
–Kızım, muhtar nerede?
–Babam tarlaya gitti…
–Uzak mı?
Çocuk, başıyla evet işareti yaptı.
–Araba gider mi?
Omzuyla “bilmem” cevabını verdi. Yine de konuştu:
–Çok taşlıktır, gitmez belki.
Genç memur, az ilerde oturan ihtiyar kadını gösterdi:
–Ona soralım…
Çocuk bilgiç bilgiç:
–Onun gözleri görmez, kulakları duymaz. Hem yatalak. Onu sabah çıkarırlar, akşam alırlar. Ona biz bakarız. Dudakları kıpırdar ama konuşmaz. Tesbih çeker.
Genç memur, sıkıntıyla etrafına bakındı… Yaşlı kadın gibi kambur evler… Bazılarının camları kırık. Kırık camlarının bazıları kâğıtla kapatılınca, tek gözlü korsanlara dönmüş. Kapılar çarpık ve kırık. Ne olduğu anlaşılamayan bir belâya uğramış âfet bölgesine geldikleri hissine kapıldı:
–Felçli bir yüze dönmüş burası. Sanki fezada bilmediğimiz bir gezegene inmişiz… Çocuğa:
–Kimseyi bulamaz mıyız?
Meydandaki tek bakımlı ve büyük binayı gösterdi:
–Molla Dede, az önce buradaydı. Camiyi temizledi, bizi okuttu. Sonra şöyle gitti. Uzakta değildir. Çünkü cumaya gidecek. Şöyle gidin, görürsünüz…
Gösterilen istikametteki ağaçların arasındaki yola girdiler. Genç memur:
–Çocuk, cumaya gelecek diyecekken, cumaya gidecek dedi… Farkında mısın?
Şoför, başıyla evet dedi. Yeşil gölgeli, dolambaçlı yolda az ilerleyince Molla Dede’yi buldular. Selâm verdikten sonra memur:
–Siz Molla Dede olmalısınız?
–Evet.
–Köyün imamı mısınız?
Molla Dede’nin güneşte pişmiş sert yüzü gölgelendi; yere bakarak yavaşça:
–Bu köyün imama ihtiyacı yok. Benim de imamlık yapmaya iktidarım yok…
Sağ eliyle o ana kadar fark edemedikleri sol omzunu tuttu. Ceketinin sol kolu, bayramlarda okul duvarlarını süsleyen kâğıtlar gibi sallandı. Yenini cebine soktu. Misafirler ne diyeceklerini bilemediler. Ceketin koluna dikkat, Molla Dede’nin elbisesinin temizliğini fark ettirdi. Yamalı potur, örgü kuşak, aba ceket tertemizdi. Hepsi yeni yıkanmıştı, gıcır gıcır… Ayağındaki lastikler ve örme başlığı da öyle… Besbelli ki Cuma içindi bu hazırlık. Sessizliği bozmak gerektiğini düşündü şoför:
–Hangi muharebede?
–Sakarya’da… Medrese talebesiydim… Tahsilim bu sebeple yarım kalınca, molla dediler…
Genç memur:
–Sizin durumunuzu anladık… Köyün imama ihtiyacı yok, ne demek?
Molla Dede dudaklarını ısırdı:
–Ben imamlık yapamam… İmamlık yapsam bile, yanıma her zaman ikinci kişiyi bulamam… Cuma günleri komşu köye giderim… Başka gidenler de olur. Orası bizden büyük, biraz cemaat olur… İmamı da var.
Dikkatle dinlediklerini görünce devam etti:
–Her ezanı okurum. Sonra kendim namaz kılarım. Her Cuma ümitle camiyi temizlerim. Vakit yaklaşınca da komşu köye namaza giderim…
–Bayramda?..
–Komşu köye gideriz…
–Cenazeleriniz?..
–Oranın imamını getiririz; veya cenazeyi götürürüz.
Genç memur:
–Kusura bakmayın, sizi üzdük…
–Üzen siz değilsiniz… Hatırlatan da… Unuttuğum yok ki… Zaten de unutulmamalı… Kimsenin gelmeyeceğini bile bile, günlük temizlikten ayrı olarak, Cuma günleri umumî temizlik yaparım… Bir gün ufuktan atlılar belirir gibi, beklenmedik bir cemaat çıkagelir; imamları ile birlikte, diye… İş değil insanı üzen; kimsenin gelmeyeceğini bile bile yapmak…
Genç memur, konuyu değiştirmek için:
–Çok zindesiniz, maşallah… Yaşınızı hiç göstermiyorsunuz…
–Zinde olmak ve zinde kalmak mecburiyetindeyim! Yoksa bu köyde ezan okunmaz, camide namaz kılınmaz, cami temizlenmez. İşe götürülmeyen çocuklara Allah kelâmı öğretilmez. Bir gün caminin kullanılacağı ümidini taşıyan kalmaz…
Gözleri ufuklarda:
–Camiyi bu hale getiren zihniyet, dört oğlumu da çekip götürdü… Birini Almanya’ya, diğerlerini büyük şehre… Bir gün bu mânâyı benden devralan olur ümidiyle ve gayretiyle ayaktayım. Neyse bırakalım bunları… Sebeb-i ziyaretiniz?
Genç memur:
–Hayvanlarınızda şap varmış. Köyünüz karantinaya alındı. Bunu tebliğe geldik.
Molla Dede, oğullarının kaybolduğu ufuklara dumanlı gözlerle baktı:
–Hayvanlarımızın ayaklarındaki hastalığı, bizden önce fark eden devlet, insanımızın halinden ve insanımızın ıstırabından habersiz…
|