Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     2933 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Mümin-Kâfir
Kürsü Mümin-Kâfir

  Sayı: 75 - Ocak / Mart 2013

(İman ve İslâm Atlası’ndan)

PEYGAMBERLER

Kâfir – Allah münakaşasını bırakalım! Bu münakaşada, ne inanmayanın inanana, ne de inananın inanmayana kendisini anlatabilmesine imkân var! Köstebekle balık arasındaki iklim görüşü ve münakaşası gibi bir şey… Hem bu âleme mantık ve aklî murakabe de fazla nüfuz edemiyor. Sizinle kabul ederseniz, dinleri konuşalım.

Mümin – Aczinizi ve halinizi itiraf eder gibi bir üslubunuz olduğunu ve müminlere mahsus silâhları imana zıd yolda kullanmaya davrandığınızı hissediyor musunuz?

Kâfir – Geçelim efendim, geçelim! Dinleri konuşmaya hazır mısınız?

Mümin – Buyurunuz!

Kâfir – Peygamberlere inanıyor musunuz?.. Boyuna inandırmaya çalıştığınız bir oluşa, asıl siz inanıyor musunuz?

Mümin – Peygamberlere, ışık ve hararet kaynağı güneşe inanışımı aşan bir (realite) katiyetiyle inanıyorum!

Kâfir – İnanır göründüğünüzü biliyorum, fakat samimiyetle inandığınıza inanmıyorum! Kendinizi kandırmaya çalışmaktasınız belki…

Mümin – Bari benim inandığıma inanacak kadar olsun, bir inanma nasibiniz olsaydı… Meşhur bir kâfirin bir sözü vardır: “Biz Allah’a ve Peygamberlere değil, ancak Allah ve Peygamberlere inanan insanların mevcut olduğuna inanırız.” Bu nasipsiz kadar da mı nasibiniz yok?

Kâfir – Haydi, Allah’a, o mücerred kuvvete, evvelî ve nihaî müessire inanıyorsunuz, ben de bu inanma ihtimalini anlar gibi oluyorum! Fakat peygamberlerin diyelim; yani bizim gibi alalâde insanların, Allah tarafından gönderilmiş olduğuna nasıl inanılabilir?

Mümin – Bunun “nasıl”ını sormayın! Çünkü siz, inananın, inandığına inanmayacak kadar mücerret inanma hassasını kaybetmiş bir bedbahtsınız!

Kâfir – Ama sualime cevap vermiyorsunuz!

Mümin – Ne yapayım ki, sualinize cevap vermeden evvel Allah’ın lûtfiyle, sizi, sizin fikir ve ruh seciyenizi, bir kere daha tesbit ve müşahade altına almanın enfes fırsatını kazanmış bulunuyorum! Sizin gibilerin fikir seviyesini en mükemmel ifade eden, yine İmam-ı Gazali Hazretleridir:

“Bunlara desen ki, arkandan bir kaplan geliyor, üzerine hücum edip seni parçalayacak, inanmazsan dön ve bak! Sana şu cevabı verirler: İnanmam ve dönüp bakmam; sen daha evvel arkamdan kaplan geldiğini ispat et ki, bakayım!”

Kâfir – Kah, kah, kah! Ne zarif mantık canbazlığı!

Mümin – Mantığa bu kadar güvenen siz, demek şimdi onun canbazlığını da bizde görmeye başladınız!

Kâfir – Mantığı tersinden kullanmak…

Mümin – Öyleyse, işte yine kendi ağzınızla yakalandınız. Demek mantık, tersinden de kullanılabiliyor!.. Ve bu kullanıştan rahatsız olmuyor. Nitekim (sofist)lerin sahte mantığını ezip geçen (Sokrates), üstün mantığın temsilcisiydi. Gelin, size mantık nedir, öğreteyim: Mantık, bir inanıştan sonra, tıpkı bir (geometri) mütearifesine bina edilen icaplar gibi, o inanışa bağlı gereklerin, sebep ve neticelerin idrak ölçüsünden başka bir şey değildir; ve sultan olmak yerine vezir selahiyetinde bir vasıtacıktır.

Kâfir – Sultan kim?

Mümin – İman, inanış… Sultan ferman eder, vezir de icaplar ve gerekler manzumesinin örgüsünü tertipler. Bu işin ismi mantık olur.

 

PEYGAMBER

Kâfir – Peygamber bahsini tekrar ele alalım. Peygambere inanılır mı?

Mümin – Yalnız ona inanılır, inanmak, ona inanmaktır.

Kâfir – Allah tarafından gönderilmiş mutavassıt kullar bulunduğuna inanmak, Allah’ın insana verdiği idrak melekelerini inkâra kadar gitmez mi? Allah’ın, kullarını kendisine davet için mutavassıta ne ihtiyacı var?

Mümin – Ne elem verici sual!.. Bunu, sizin vaziyetinizde bulunanlar, bir de şöyle vazederler: “Asıl kulun, Allah’ı bulmak için mutavassıta ne ihtiyacı var?”… Hâlbuki kul muhtaç ve Hâlik bundan münezzehtir.

Kâfir – O halde?..

Mümin – Kullarını her hususta birbirine muhtaç yarattığına göre, en üstün akıl derecesindeki peygambere de bütün kullarını muhtaç etmesi ve Allah’a ermek yolunda kullarının bu ihtiyacını Peygamberle gidermesi Yaradanın şan ve rahmetine tam uygun değil mi?

Kâfir – Peygamberlik iddiasındaki zatlar bunu kendilerinden uyduruyorlarsa?

Mümin – Şüphe denilen iblis, size bu tarafiyle nüfuz ediyor da niçin, “Ya dedikleri aynen doğruysa!” sualine yanaştırmıyor? Allah’ı kabul eden için onun, kullarına inayet ve rahmet muradıyla Peygamberler hâlketmesinde bir muhal hissi duyulabilir mi? Şüpheci şeytan niçin şüphe madalyonunun öbür yüzünü gizliyor?

Kâfir – İyi ama Peygamberlerin sıdkına ait hangi vesikaya sahibiz?

Mümin – Yine kendi elinizle yakalandınız. Müthiş bir vesikaya sahibiz. İhlâsları… Namütenahi derin ve taklit kabul etmez saffet ve halisiyetleri… Azim ahlâkları, üstün akılları ve en küçük hayal ve vesveseye yer vermeyen örnek doğrulukları…

Kâfir – Yalancı peygamberler görülmemiş değil ya!..

Mümin – Aman, şimdi ne güzel yakalandınız! Elbette görüldü. Fakat onlar peygamber olup da yalancı olanlar değil; yalancı olup da peygamber olmayanlardır. Bu işin yalancısı hemen yakayı ele verdiğine göre, demek bizzat ve bilfiil doğrucunun sıdkına ve doğrucuların varlığına kıyas unsuru teşkil ederler… Hemen foyaları meydana çıkar.

Kâfir – Kelime ve mantık oyunu!

Mümin – Sizinkiyse küfrün peşin hükmü…

 

FELSEFE

Kâfir – İslâm felsefesine göre…

Mümin – Durun, durun, boşuna yorulmayın! İslâm’da felsefe diye bir şey yoktur!

Kâfir – A, o da ne demek?

Mümin – Şu demek ki, siz, tarafsız bir görüşle, yani bir nevi felsefe görüşüyle, ya felsefenin ne demek olduğunu bilmiyorsunuz; yahut da ve en doğrusu, İslâmlığın ne olduğunu kavrayamıyorsunuz!

Kâfir – Ya nedir?

Mümin – Demin tarafsız bir görüş diye bir tabir kullandım. İşte felsefe, tarafsızlıktan yola çıkıp, bulacağı veya bulamayacağı nispet ve istikametlere göre kendisine taraf arayan başıboş düşünce manzumelerinin adıdır. Hakikat, felsefe için güya varılması lazım gelen, fakat asla varılmayan, varılmayacak ve boyuna aranacak olan bir hedef, bir ilk merhaledir. İslâmdaysa sadece bir ilk temel ve bir ilk ve mutlak arayış… Yani İslâm’da hakikat peşin ve varlığın sırlarını aramak ondan sonra… Birbirinin yanlışını çıkartmaktan başka rolü olmayan felsefeyi, perişan ve her dem birbirinin başını yemek gayesinde bir demokrasiye benzetecek olursak İslâm’a hakikat saltanatı gözüyle bakabiliriz. Demek varış önce, arayış sonra… Varışa bağlı tefekkürün adı da felsefe değil, hikmet… Felsefe başıboş bir çıkış ve bulamayış, İslâmî tefekkür ise düzenli bir yol alış ve bulduğunu derinleştiriş ve genişletiş…

Kâfir – Hep şiir, hep şiir, hep büyü sanatı, sözleriniz…

Mümin – Şimdi “İslâm felsefesine göre” lâfını durdurup “İslâm hikmetlerine göre” diye sözünüze devam edebilirsiniz…

Kâfir – Vazgeçtim! Siz felsefeyi yermekte devam edin.

Mümin – Yerdim, yereceğim kadar.

Kâfir – Peki onun hiç mi faydası yok?..

Mümin – Var!.. Hem de ne büyük fayda!.. Söylediğim gibi, birbirinin yanlışını çıkarma, birbirini yerme, yeme faydası… Ve iman sahiplerine bâtıl aklın ne demek olduğunu göstermeleri, mücadele sahası açmaları ve tababette mikroba karşı yapıldığı gibi bir nevi (asepsi) ve (antisepsi) tedbirine meydan vermeleri…

Kâfir – Aklım almıyor!

Mümin – Aklınız yok ki, alsın!..(Devam edecek)


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Elveda... - Sayı 82
Kelime... - Sayı 81
Zina - Sirkat... - Sayı 80
Zekât... - Sayı 79
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (123):
"Mülteci" meselesine bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 Çok teşekkür ederim Amin hepimize🤲🤲... Ayşenur

 Çok beğendim.Buna benzer yazılar çokça işlenmeli.... mahir

 mükemmel anlatım; af etmiş olsan da gönül kırıklığı çok acı veriyor. buna öneriniz , makaleniz olur ... dr. Elvira

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun


Batı’nın Pompei’sinin günlerini andırmasının sebepleri Osmanlı Devleti’ni çökerten “metal yorgunluğu”nun ilk safhası değil midir?
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1992
Yalnız ve başıboş değiliz
İranın neye ihtiyacı var?
Tevhid yoksa huzur da yok
Kaleme yemin
Kardelenden Haberler


Ali Erdal - İranın neye ihtiyacı...
Kadir Bayrak - Fars irfanı var mıdı...
Necip Fazıl Kısakürek - Devletleşen şiilik
Ekrem Yılmaz - Bizden gibi görünen
Ekrem Yılmaz - Al beni
Dergi Editörü - Kaleme yemin
Site Editörü - Tevhid yoksa huzur d...
Necdet Uçak - Ömür
Kardelen Dergisi - Kardelenden Haberler
M. Nihat Malkoç - Öz musikimizin piri:...
M. Nihat Malkoç - Filistin için ne yap...
Hızır İrfan Önder - Dermansız dertlere s...
Nihat Kaçoğlu - Serçelerin sesi
Mehmet Balcı - Almanya
Ahmet Çelebi - Bilemem
İktibas - İşte Budur Humeynî D...
Muhsin Hamdi Alkış - Fars palavrası
Kubilay Ertekin - Eşek ve deve
Halis Arlıoğlu - Gülerek günah işleye...
Erdem Özçelik - Geçmişten Geleceğe
Remzi Kokargül - Çoban çeşmesi
Murat Yaramaz - Çapraz sorgu
Gözlemci - Olayların düşündürdü...
Mahmut Topbaşlı - Sırt döndüğüm şiirle...
Mevlüt Yavuz - Umutsuz
Cemal Karsavan - Aşk uyanır sabaha
Bekir Oğuzbaşaran - Âhir zaman ümmetiyiz
Yaşar Akyay - Yalnız ve başıboş de...
Yaşar Akyay - Hayatın Kaynağından ...
Yaşar Erim - Camiler boşaldı
Cahit Can - Türk farkı
İbrahim Durmaz - Yunusca
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14593666
 Bugün : 4207
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 631126
 Bugün : 772
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 88
 122. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 5
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim