Fetih Ruhu Turgay Ertem Sayı:
52 - Nisan / Haziran 2006
Fetih; açmak demektir. Fethedilen bir yer, İslâm’a açılır. İslâm dininde Allah’ın ve Peygamberi’nin rızasına en uygun olan hususlardan biri de, bir bölgenin veya bir yörenin İslâm’ın tebliğine açılması, serbestçe İslâmî değerlerin anlatılabilmesi ve yaşanabilmesidir. Böylece FETİH gerçekleştirilmiş olur. Bu mümkün oluncaya kadar yapılan mücadeleye CİHAD, bunun gerçekleştirilmesine ZAFER denir. Gerek Peygamberimiz zamanında gerekse daha sonraki devirlerde bir yerin fethedildiği veya kendi isteğiyle İslâm’ı kabul ettiği haberi İslâm dünyasına ulaştığında şükür secdelerine varılır, Allah’a hamd ü senalar edilir, sevinçle karşılanırdı… Denize ulaşan Sultan Melikşah, kılıcını çekmiş denize doğru atını sürmüş ve şöyle seslenmişti: “Ya Rabbi senin yüce adını duyurmak için çıktığım bu gazada önüme bu derya çıkmasaydı ömrümün sonuna kadar atımı sürmek isterdim.” İşte bu ruh İslâm’ın Türk Milleti’ne kazandırdığı ruhtur. İstanbul’un fethinde aynı ruh, sevgili Peygamberimiz’in müjdesi ile daha da güçlenerek çağ açan çağ kapayan muhteşem bir fethe dönüştü. Allah,Türk Milleti’ne İstanbul’un fethini nasip etti. Oysaki müslümanlar Peygamberimiz’in övgüsüne kavuşabilmek için (“Konstantiniyye elbette fetholunacaktır. Onu fetheden asker ne güzel askerdir. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır.”) İstanbul’u defalarca kuşatmışlardır. Bu olayı Hıristiyan âlemi, halâ içine sindirememiştir. Avrupa’nın hayalinde bir gün Kontantinapol’u ele geçirmek vardır. Çanakkale Boğazı’ndan girerek İstanbul’a ulaşmaya çalışan ve 18 Mart 1915 de boğazın sularını boylayan donanmanın hayali de aynıydı. Bu savaşlarda Türk Milleti’ne, Mehmetçik’e Çanakkale destanını yazdıran da, aynı ruhla yapılan müdafaadır. Milletimiz bu ruhunu hiçbir zaman kaybetmedi çok şükür. Ancak, bizi idare edenlerin özellikleri, dış etkenlerle ruh kökümüzden uzak değerlendirmeler yüzünden milletimizin bu özellikleri inkıraza uğradı. Kullanamamasına yol açtı. Böylece Türk Milleti ile beraber İslâm dünyası da “fetret devri” ne girdi. Yirmi birinci yüzyıl, Allah’ın izni ve yardımı ile müslümanların bu fetret devrinin, sona erdiği, bütün dünyada (Bosna’da, Arnavutluk’ta, Afganistan’da, Cezayir’de, Filistin’de, Sudan’da, Çeçenistan’da, Karabağ’da, en son Irak’ta) çektiği çilelerin son bulduğu günlere gebedir. Bunun önemli âlametleri var. Yeter ki biz aramızdaki fitnecilere, münâfıklara, bizden olmayanlara dikkat edelim. Onların yaygaralarına aldırmayalım. Düşünün ki gelişmiş ülkelerde beş milyona yakın insanımız yaşıyor. Bu insanlarımız Türkiye’den, devletinden doğru dürüst bir ilgi görmediği halde, yine de milletine, devletine, bağlılığını sürdürmüş ve sürdürmektedir. Otuz binden fazla üstün zekâlı, kabiliyetli ve başarılı insanımız Dünya’nın ileri ülkelerinde (mecburen) yaşamakta ve o ülkelerin kalkınmasına hizmet etmektedir. Onlar bizim yurtdışındaki gönüllü elçilerimizdir. Diğer yandan dünyanın dört bir tarafındaki okullarda, binlerce gencimiz ve öğretmenimiz Türkiye’yi, Türk insanının gerçek özelliklerini en iyi şekilde temsil etmeğe, öğretmeye ve tanıtmağa çalışıyor… İnşallah Allah nurunu tamamlayacaktır, kâfirler istemese de…Nisan 06
|