Muktedir olmanın vazgeçilmezliği ve lâiklik Turgay Ertem Sayı:
78 - Ekim / Aralık 2013
Dünyada ve Türkiye'de, gücü ve iktidarı ellerinde tutanlar bu güçlerini devam ettirmek için ellerinden geleni esirgemiyorlar. Hattâ bu uğurda haksızlıklara, zulümlere göz yumuyorlar, görmezden geliyorlar. Yalan haberden, komplolara, suikastten iftiraya kadar her yolu kullanıyorlar.
20. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti'ni elbirliği ile yıkıp topraklarında sömürge devletcikleri kurduran Avrupalılar, adına lâiklik dedikleri bir tabu icad ederek, İslâm dünyasını baskı altına aldılar. İktidara getirdiklerinden bu yönde söz aldılar ve iktidarda kalmalarını bu şartla garanti ettiler. Müslüman olmayanların haklarını koruyabilmeniz ancak lâiklikle mümkündür. Onlara lâik bir yönetimle özgürlük sağlayabilirsin dediler. Suriye halkının katili Esed, Eylül ayında bir batılı televizyondaki mülâkatında, ülkede lâikliği koruyanın kendisi olduğunu söyleyerek batıdan yardım dileniyordu. Mısır halkını kurşuna dizen, masum insanları katleden Sisi de, yaptığı darbenin lâikliği korumak için olduğunu belirterek, batının ses çıkarmamasını sağlamaya çalışıyordu. Halbuki lâiklik onlar için bir kalkandı.
Ülkemizde de yapılan bütün darbelerde lâikliğin korunmasından, irticanın önlenmesinden, böylece ülkenin huzura kavuşturulmasından bahsedildi. Ama darbe yapanların bütün çabalarının aslında iktidarı ele geçirmek olduğu, lâiklik tabusunu malzeme olarak kullandıkları anlaşıldı.
Söz konusu Türkiye olunca hemen harekete geçen Avrupa ve Amerika binlerce kişinin katledildiği Suriye ve Mısır için oyalama, engelleme ve hedef saptırma gayretinde. En son Esed'in kimyasal silâh kullanmasına ceza vermek yerine, kimyasal silahlarını imha ederse göz yumma anlaşmaları yapılıyor. Türkiye, maalesef Suriye konusunda hezimet ve hüsran yaşamaktadır. Bir yandan Suriye'den kaçan milyona yakın insanın ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmakta, diğer yandan Suriye ve Mısır ile aksayan dış ticaretinin yaralarını sarmaya uğraşmaktadır. Ayrıca hem İslâm dünyasını hem Birleşmiş Milletler'i harekete getirmeğe çalışmaktadır. Dışişleri bakanının bütün koşuşturmalarına, başbakanın Birleşmiş Milletler'de toplantısında: “Bir ülkenin vetosuna, bütün dünya feda edilemez” demesine rağmen gelişmiş ülkeler kılını kıpırdatmamaktadır.
Türkiye'nin düşmanları ve hükümetin hasımları bu durumdan memnundur. Çünkü böylece Türkiye yalnızlaşacak ve maddî olarak sarsılacak, onlar da zil takıp oynayacaktır. CHP heyeti Suriye'ye ziyaret düzenledi. Acaba Esed'e, katliamlara son vermesini bir an önce seçimlere ve özgürlüklere imkân tanımasını tavsiye etti mi? Yoksa ne dediler? Dış politikada bile muhalefet yapmak ve bu muhalefetini devlete düşmanca tavır alanlarla dostane ilişki kurmaya kadar götürmek nasıl izah edilebilir? Türkiye'yi yönetme yetkisini almış bir parti ve onun hükümeti, ülkenin dış politikası icabı, bir ülkeyi hasım sayıyorsa, bazıları da o ülke ile dostça tavır içine giriyorsa eskiden olsa ihanetle suçlanırdı.
Dünya yeni bir döneme giriyor. Artık sadece harp gücü, teknolojik üstünlük, ekonomik üstünlük veya nüfusun çokluğu o ülkeyi güçlü kılmıyor. Savunduğu değerleri herkese anlatabilmek de, gelişmiş ülkelerin ikiyüzlü tavırlarını dile getirmek de, Birleşmiş Milletler'in dünya barışına hizmet edemediğini haykırmak da önemli bir çığır açmaktır. Türkiye'nin dış politikası son zamanlarda şahsiyetli bir yoldadır. İnsanî, İslâmî ve uluslararası değerleri dile getiren ve ecdadımızın kültürel ve manevî mirasına sahip çıkan çabalarıyla dünyada yalnız başına kalsa da takdire lâyıktır. Dileğimiz muktedir olanların iktidar olmak uğruna kurdukları tuzaklarının, hilelerinin bozulması ve masum ve mazlum dünya insanlarının muhtaç olduğu huzur ve sükûna kavuşmasıdır.
|