Ystanbul da Ystanbul Mücahit Koca Sayı:
52 - Nisan / Haziran 2006
Aziz Dost Merhum Ömer Kaya’nın Aziz Hatırasına..
İnsan, yaratılış gayesine hizmet ettiği ölçüde bir anlam taşır. Müslüman da bu anlama uygun olarak kuracağı düzende huzur bulacağını çok iyi bilirdi. O, savaşı da bunun için yapar, barışı da. Kur’an ve Sünnet, onun için bu bakımdan çok önemlidir. Çünkü bütün geleceğimizin plânı ve programı burada saklıydı.
Sevgili Peygamberimiz ile başlamış olan açıklama ve örnek, varisleriyle bugün de sürüyor.
Lâyık olmak istiyorsak, sapmadan ve saptırmadan sahih bir yorumla biz de ecdadın yaptığı gibi yapalım. Öncelikle çalışmaya ruhsat olandan başlayalım, giderek her türlü çile ve gözyaşını göze alarak örnek olan azimet yoluna girelim. İslâm’da azimet, diyoruz; bunu; “Aydın Müslüman,” hayatının bütününe mutlaka yaymamız gerekir. Yayınca da; oruçta ve susmadaki azimetten, iş başarmadaki azimete kadar her çileyi göze alarak zirveye tırmanmamız ve önümüzde de bunun bizde en kâmil örneği olarak İstanbul Fethi’ni görmemiz gerekir.
Bunca konuşan ve yazanlarımıza bakıyorum da malûmatfuruşluktan öte dişe dokunur bir şey bulamıyorum. Nedeni, bildiklerini ve yaptıklarını içselleştirememeleri... Amaç, büyük bir sorumlulukla iyiliklerde yarışmak olmalı... Eğer iyiliklerde yarışma olmasaydı, bu çetin yolda ölüm bu kadar sıcak karşılanabilir miydi?
Ne zaman büyük işler başarmış birisini görsem ve duysam aklıma ilk gelen hep onun millet, devlet ve medeniyet ülküsü olmuştur. Bu ülkü kimi İstanbul’un Fethi kadar İslâm’ın geleceği ile ilişkili ve kutlu; kimi de Haçlı Seferleri ve sömürgecilik gibi Hıritiyanlığın kalleş yüzü ile ilişkili. Artık bakmasını ve görmesini bilenlerce gün ışımıştır.
İslâm, ne kadar dünyayı imara adaysa; Batı ve ait olduğu medeniyet o kadar yıkmaya aday!.. En son Irak’ta ve Afganistan’da demokrasi gibi gösterilenler, aslında en büyük yıkım değil miydi?
Benim gibi yaşı altmışa merdiven dayamış birisi, olanlar hakkındaki sayısız sorulara verilen cevabı duydukça çıldırmasın da ne etsin? Kendim adına hayatımın bir döneminde azimet yerine, genelin yaptığı gibi ruhsatla iktifa edip; tembellikle kaybettiğim şeyleri şimdi hatırlamam çok acı oldu.
Bir dönem İslâmî önceliklere göre birlikte kavga verdiğim nice arkadaşım artık benimle değil... Bir kısmı ebedî âleme gönüldaşlarının alkışlanacak şehadetiyle göçerken, bir bölümü de hiçbir iyiliğe imza atmadan sessizce dünya defterini kapadı, gitti. Herkesin nasibine Osman Gazi’ye Osmanlı gibi devlet, Fatih Sultan Mehmet Han’a İstanbul gibi şehir, Mevlâna’ya Mesnevi gibi kitap, Sinan’a Süleymaniye ve Selimiye gibi cami, Hafız Osman’a hattatlık, Itrî’ye bestekârlık gibi sanat, velhasıl Battal gazi’ye kahramanlık, Koca Yusuf’a pehlivanlık, Rabia Hatun’a kadın velilik gibi büyük bir nasip düşmeyebilir.
Benim gibi bazıları ise nelerle karşılaşacağını bilmeden dünyada hâlâ ya gafil yaşıyor yahut hayatta oluşunu nimet bilip; son günlerini canavarın ağzından çekip almak için savaşıyor.
Ben, bir yazımda; “İki Üstad Bir Usta,” diye andığım, “Üstad,” dediğim Necip Fazıl ile Sezai Karakoç ve “Usta,” dediğim Nuri Pakdil’i çok okudum. O dönem İslâmcılarının yanına İstanbul’un Fethi’nin dün ve bugün için taşıdığı anlamı her vesile ile konu eden Üstad Necip Fazıl’ın; “Büyük Doğu” dergisi, kitapları, Sezai Karakoç’un “Diriliş” dergisi, kitapları ile Nuri Pakdil’in o ünlü “Edebiyat” dergisi ve kitapları mutlaka gelir ve yerini alırdı.
Bizler, “Kardelen”in Üstad Necip Fazıl ile yaptığı gibi kurtuluşumuzun yol haritasını bu üstad ve ustalarla çizer; “Sevgili gençler, bunun dışındaki yollarda oyalanıp, sakın yeteneklerinizi köreltmeyin,” mesajını hem kendimiz alır, hem de çevremize aktarırdık. Almayı bırakın; 553. Fetih Yıldönümü’nü kutladığımız günlerde; “İstanbul’da İstanbul,” der, kimimiz çocuğunun adını; “Fatih,” koyarak, kimi; “Ulubatlı Hasan,” olmaya özenerek çalışırdık.
Şimdilerde İstanbul’un Fethi üzerinde çok düşünülmeli... Büyük bir sorumlulukla çalışmakla ilimde İslâm’ın yüzakı Gazalî, şiirde Büyük Sûfî Mevlâna, Hafız, Fuzulî, musikîde Itrî, Dede Efendi, Hüsn ü hatta Şeyh Hamdullah, Hafız Osman, mimarîde Mimar Sinan, minyatürde Nigâri vb. yetişecek; yeni fetihlere giden yol açılacaktı.
Hep günü kurtaran politikalarla bizi uyutanlar, aslında İstanbul’un Fethi ruhuna ve ülküsüne yabancı olanların tezgâhından geçenler değil miydi? Nerede asıl fethi önce kendinde başaranlar, hattâ azimetin kutlu bayrağını Ulubatlı Hasan gibi burçlara dikenler ve nerde Selâhaddin Eyyûbî gibi Haçlı kalabalığını kutsalımız Kudüs’e sokmayanlar?
|