Mistik bir dağcılık hikâyesi Mücahit Koca Sayı:
75 - Ocak / Mart 2013
İBRAHİM ÜNAL TAŞKIN HAKK'A YÜRÜDÜ
…Mayıs/1989
Bundan büyük kaybı olur mu biz dağcıların? Öyle acıydı ki İbrahim Ünal Taşkın'ın vefat haberi, sanki elinden tutulup öteye beriye getirilip götürülen biri gibi yapmıştı beni..
Dağ, her şeyiydi onun..
O, son dakikalarında yanında bulunan ablasının göğsüne başını yaslamış bir halde; “Abla beni dağa doğru çevir,” derken bu dağ tutkusunu göstermiyor muydu?
Merhum Dağcı ve Şair İbrahim Ünal Taşkın, 'Mavi Derin' şiirinde, sanki Uludağ'a çıkış amacını anlatıyor gibi; “değiştiremiyorsan elden başka ne gelir/çengisi çalgısıyla şehir/cinnet terleri döktüğü hengâmede/yürümek yürümek mavi derin bir vadide” diye yazacaktı.
Antik Çağ'dan beri Uludağ'da süregelen bir yolculuk vardı. Bu yolculuğun bitmemesi, geleneğin bugün de sürmesi için Merhum İbrahim Ünal Taşkın, bir derviş gibi yalnız, ya da bizlerle Uludağ'a az mı tırmanıp durmuştu.
Bugün bana düşen de bu yolculuğu ondan aldığım ilkelerle sürdürmek değil miydi?
GELDİ AMMÂ NEYLEYİM SENSİZ BAHÂRIN ŞEVKİ YOK
…Haziran/1989
Bugün yaptığım dağcılık İbrahim Ünal Taşkın'ın vefatından sonra onsuz yaptığım ilk dağcılık olacaktı. Üzüntümden olacak ayaklarım hiç dağa gitmek istemiyordu. Üstelik hiç olmadığı kadar yorgun bir halim vardı.
Canım bugünlerde çok acıyordu. Ne baharın gelişine, ne de yaza sevinmek aklımdan geçmemişti.
Sanki her şey bana dokunuyor gibiydi.
Yol boyu dilimde tekrarlayıp durduğum-oğlunu kaybetmesi üzerine Şair Recaizade Mahmut Ekrem'in yazdığı şiirinden-hep aynı dize vardı: “Geldi ammâ neyleyim sensiz bahârın şevki yok!”
ALLAH BU ÇEŞMEYİ YAPANDAN RAZI OLSUN
…Temmuz/1989
Bugün pek bilmediğimiz bir yoldan Gürbüz Işık, Cengiz Taşkın ile ekip olmuş; yeni bir dağ tırmanışına başlamıştım. Belirlediğimiz rotaya göre Fidyekızık Köyüne Kaplıkaya Deresi'nden su alan beton kanalın üstünden yürünecekti.
Kaplıkaya Vadisi'nin sağ kısmı ne kadar çeşmesi, deresi ve kaynağı bol bir bölgesiyse; sol kısmı olan burası da o kadar suyu az bulunur bir bölgesiydi.
Fidyekızık Köyünün oldukça üstlerinden tırmanış bayağı ama Sansar Pınar'a kadar tek bir pınara ve kaynağa rastlanmamıştı.
Sansar Pınar'a geldiğimizde müthiş susamıştım. Onun soğuk suyundan içerken çeşmenin alnında 'Hasan Acar' ismi okunuyordu.
Birer ikişer saat ara ile karşılaştığım bu bölgedeki pınarların alınlıklarında hep; 'Hasan Acar Hayratı' yazıyordu. Şu anda Erikli Yayla'dan doğu tarafına saparak Balıklı Dere'ye doğru yürürken mola verdiğimiz çeşme de Hasan Acar'ın hayratı olup; tarihi 1985'ti. Hasan Acar, ona şahane bir depo yapmış; depo üzerine bir de kilit asmıştı. Zaman zaman gelip deponun bakımını yapıyordu anlaşılan. Bir an aklıma Hasan Tabip Efendi'nin 'Hatıra ya da Bursa'nın Aynası' isimli kitabında okuduğum Kavaklı Camii'nin avlusundaki çeşmenin kitabesinde yazılanlar geldi: “Hayırlar ve güzellikler sahibi Nesibe Hanımın ruhu için; iç şifa olsun,” diyordu. Fidyekızık eşrafından olan Hasan Acar da suyun az bulunduğu bu bölgede yaptığı bu çeşmelerle yazmasa da aynı şeyi amaçlamış değil miydi?
Yanımızdan katırlarıyla iki oduncu geçti. Köpeklerin saldırısına karşı elimizdeki asayı daha bir sıkı tutar olmuştum.
Erikli Yayla'nın terk edilmiş yıkılmaya yüz tutmuş evlerinin arasından geçerek Balıklı Dere'sine gelmiştik ama iyi de yorulmuştum.
Bu dere alabalık kalan ve tutulan Uludağ'daki ender derelerden biri sayılıyordu. Kıyısında bir balıkçı barınağı bile yapılmıştı. Yine derenin sol kıyısında bir yerde hâlâ sağlam duran binayı biraz inceleyince terk edilmiş bir su değirmeni olduğunu hayretle görecektim. Değirmen taşları, un ve buğday konulacak yerler bile olduğu gibi duruyordu. Buralarda Kaplıkaya'daki gibi daha kim bilir böyle kaç değirmen vardı?
Mevsim dolayısıyla dere yatağındaki sular azaldığından aynen Zobran'daki gibi oyulmuş, havuz havuz olmuş kayalar görülüyordu. Derenin içinde ilerlendikçe yer yer şelâleler, küçük küçük göletlerle karşılaşılıyordu.
Yine de zorluk bitmiyordu: Dere içi çok sarptı. Bazı çınarlar suyun üstüne devrilmiş, Cengiz Taşkın'ın dediği gibi 'Pekosbil' köprüleri oluşmuştu. Çoğu onların üzerinden atlayarak karşıdan karşıya geçilecekti.
Burada en büyük keşfimiz derenin aşağılarında karşılaşacağımız oldukça yüksekten dökülen bir Şelâleydi. Böyle görkemlisini Uludağ'da ilk defa görüyordum.
Şelâle suları, yüksek bir kayadan adına 'Kanlı Göl' denilen büyük bir havuza dökülüyordu.
DAĞ ÇIĞIRI AÇAN ŞAİR: İBRAHİM ÜNAL TAŞKIN
…Ağustos/1989
Teleferikle önce Kadıyayla'ya gelen ekibimiz, bu defa Sarıalan Yaylası'na çıkacak olan ikinci teleferiğe binmişti.
Teleferik, Kaynana Çukuru'na yaklaştığında bir tünelden geçer gibi bembeyaz bir bulutun içine girilecekti.
Artık dağ çığırı açan Ekip Liderimiz İbrahim Ünal Taşkın, yoktu. Ama o, yine bizimle olacak; bundan sonra her fırsat düştüğünde; “Merhum Usta şunu söylemişti. Şu rotayı izlemiş, şu tepeye çıkmış, şu tepeden de inmişti,” gibi sözlerle anılmadan edilemeyecekti.
Mola yerinde çayımızı yudumlarken konuşmalar hep olduğu gibi gene de Merhum İbrahim Ünal Usta ile ilgiliydi.
Ben; “Dağ çığırı açan Şair İbrahim Ünal Taşkın,” dedim.
Gürbüz Işık; “Doğru söylersin. O, olmasaydı bizim aklımıza dağcılık nereden gelecekti?” dedi.
Benim bu sözüm üzerine onun dağcılığı ve şiiri üzerine derin bir sohbet başlamıştı.
Burada benim anlatmaya çalıştığım İbrahim Ünal Taşkın'ın yoksulluk, acemilik ve gariplikten kurtularak geçmişin kapısında Bursa'nın eski büyük şair ve dağcılarından birisi oluşuydu.
Sarıalan Tepesi'ne çıkılmış; oradan sıkı bir dağcılık için Bakacak'a yollanılmıştı.
DAĞCILIĞIN SAĞLIK BOYUTU
…Eylül/1989
Ben, ilk günden bugüne şuna çok inanırım: “İnsan, vücudundaki zehri birincisi oruç, ikincisi de terleyerek atar.”
Ben, bu yüzden olacak o gün bugündür ciddi şekilde terlemeden dağdan geri döndüm mü, kendimi dağcılık yapmamış sayarım. Haklı olarak sağlığımdaki düzelmeyi de bu zehir atmaya, bol oksijenli bir ortamda, bol şifalı sularından içmeye bağlayacaktım.
Tonoz Yayla'ya doğru yokuşu inerken aklımda Merhum İbrahim Ünal Taşkın ile son dağa gidişimizde söylediği; “Usta, ben dağa çıkmadığım için hastaymışım,” sözü vardı. O günkü dağcılıkta dağın bedene ve ruha verdikleri bir kere daha dikkatimi çekmiş; “Bir daha bunu asla unutmayacağım,” demiştim.
Elbette sağlığın tek nedeni bu değildi. Bol oksijenli, stressiz ve huzur dolu yemyeşil bir doğa ortamının insanı gençleştirdiği bilinmez miydi? Bu gençleşme bende olduğu gibi arkadaşlarımda da görülecekti.
Bursa'dan Konya'ya Seyahat Kitabı'nın yazarı Mehmet Ziya, 1900'lerin başında Uludağ'a çıkıp gördüklerini ve yaşadıklarını yazmış bir Osmanlı aydınıydı. Yaşadıkları ve gördükleri karşısında o kadar heyecanlanmış ki; “Güzel bir manzaranın sindirimi kolaylaştırdığını, hızlandırdığını söylemeye gerek var mı?” diye sormuştu!
'Dağ Çağrısı' kitabım için yazdığım şiirlerin bir yerinde Yıldırım Bayezit Hanın Sarıalan Yaylası'nda kazanılan sağlığa dikkat çekmesini şöyle şiirleştirmişim; “Yılda bir kez Sarıalan'da kalan/Hastalıklara okur meydan”
Sarıalan Yaylası'na yaz aylarında çıkan yazlıkçıların genellikle bu amaçla çadır kurduklarını bilince durum daha iyi anlaşılacaktı.
BİZİM SEYRENGÂHLAR
…Eylül/1989
Fışkıran kaynak sularının kaynağı olan Kaplıkaya Vadisi'ndeydim yine.. Nereye gitsem bir pınar, kış yaz şırıl şırıl akan dereler..
Buraya gelene kadar kaç dereyi atladım, kaç pınarın soğuk suyundan 'şifa' dileklerimle içtim anlatamam!
En önde tırmanış halindeyken aklımda türkünün; “Ordu'nun dereleri aksa yukarı aksa,” dizesi vardı. Bursa'nın derelerinin aslında Ordu derelerinden fazlası vardı, eksiği yoktu.
İyice yorulduğumuzda adı sanı olmayan bir su başında mola verilmişti. Kurulan sade sofranın man-zarası harikaydı doğrusu.. Soğan kesilirse acı ola-cağından kayanın üstüne koyup, bir yumruk ezdim.
Bu çay molalarında karşılaştığımız çoban, oduncu, balıkçı ve avcılardan dağ hakkında nice menkıbeler dinlemişimdir. Onlarla Zeyniler Yaylası'nda kuruyan kestanelerin akıbetine üzülürken buradan daha kimlerin geçtiği, bilinmeyen kim bilir ne olayların olduğu üzerinde de konuşmuşumdur.
Zeyniler Yaylası'nın Bursa'ya kuşbakışı baktığı bir yerindeydim.
Bu bulunduğum yerden sağa sola bakılınca önce uzayıp giden bir yeşil kuşak gibi Bursa'ya tepeden bakan ormanı görürdünüz.
Eğer seyrengahlardan birinde bulunuyorsak; Bakacak'ı, Ayı Pınar'ı, Kilise Tepe'yi, Eşkıya Tepe'yi,Delikli Kaya'yı, Kartal Kaya'yı, Çatlak Kaya'yı, Kızpınarı Deresi'ni, Kaynana Çukur'unu, Zobran'ı ve Buzluca'yı göstererek; oralarda daha önceki dağcılıklarımızda şahit olduğumuz harikaları, geceleyişlerimizi konuşur; ben adeta geçmiş zamanın filmini çekmeye çalışırdım. Bazen de bu seyrengahtan bakarken dalar Merhum İbrahim Ünal Taşkın ile birlikte mırıldandığım dizeler aklıma gelirdi: Mesela o bir dağ türküsüyse; “Dağa çıkalım dost dağa çıkalım,” der; “Dağ dağa dağ da bize benzer/Yüreği dolu olan dağda gezer.” diye devam eder giderdi.
Dönüşte Zeyniler Köyü, Değirmen üst yolu ile Kaplıkaya Kapısı'ndan Bursa yönünde çıkmış; birden büyük bir uğultu ile karşılaşmıştım.
Bulunduğum yer hem Bursa'ya kuş bakışı, hem de Uludağ'ın zirvelerine geniş açı yapan bir noktaydı.
|