Geriye ne kaldı?.. Av. Mustafa Büyükgüner Sayı:
85 - Temmuz / Eylül 2015
2015 yılının bahar ayları Türk siyasî tarihi açısından oldukça hareketli geçti. Bir yandan 7 Haziran seçimleri ile Türkiye’yi gelecek yıllara taşıyacak olan siyasî kadrolar şekillenirken, diğer yandan da önce Mayıs ayında Kenan Evren’in, ardından da Haziran’da Süleyman Demirel’in vefatları ile Ak Parti iktidarlarından önceki en etkili iki siyasî figür daha tarihin tozlu raflarındaki yerlerini almış oldular.
Yapılan Anayasa değişikliği ile 80 ihtilâlini yapan kadronun yargılanmasının önündeki engel kaldırılırken “Sembolik değeri dışında ne gibi bir faydası olacak!..” diye homurdananlar, Evren’in cenazesindeki zaten öngörülen millet ilgisizliğinin yanında gerek muhalefetten gerekse iktidardan siyasîlerin ve devlet kademesinin çeşitli mevkilerindeki bürokratların ilgisizliğini görünce millet vicdanındaki yargılamanın kamu vicdanına da hâkim olduğunu görmüşlerdir. Dosyası Yargıtay’da olmasa, bütün rütbeleri sökülecek olan haşmetli general belki o zaman askeriyeden bile böyle bir itibar görmeyecekti…
60’lı yıllardan beri siyasî hayatın içerisinde yer alan Demirel, rahmetli Menderes’ten devraldığı siyasî gelenekle birlikte 7 kez iktidar oldu ve son olarak da Cumhurbaşkanlığı görevinde bulunduktan sonra resmî olarak siyaseti bıraktı. Ancak ölene kadar siyasî hayata müdahale etmeye devam etti. Bu süre içerisinde 1971 ve 1980 yıllarında iki kere askerî darbeye maruz kalan Demirel, 28 Şubat sürecinde ise Cumhurbaşkanı sıfatıyla askerî ve bürokratik vesayetten yana tavır aldı ve sanki daha önce kendi başına gelmemiş gibi siyasî iktidarı yıpratan ve iktidarın hareket alanını daraltan güçle birlikte hareket etti.
Cumhurbaşkanlığı görevi sona erdikten sonra özellikle de Ak Parti iktidarı döneminde ne zaman seçilmiş hükümet ile vesayet odakları karşı karşıya gelse, vesayetçilerden yana tavır alan Demirel’in, İlhan Kesici ve Mehmet Haberal gibi sağ gelenekten gelenlerin CHP listesinden meclise girmesinde de etkili olduğu gazete ve televizyonlara yansımıştı…
Beni en çok etkileyen ve Demirel’in geride bıraktıkları hakkında tefekkür etmeme sebep olan, ölümünden sonra bütün televizyon kanallarında gösterilen şapkasını kaptırmama hadisesi oldu… Bir siyasetçinin (hele de başbakanın) şapkasını almak için hamle eden vatandaş ile bu şapkayı vermemek için itiş kakış içerisine girmesi yeterince garipken; bir de hadiseden sonra kameralara “Ben bu şapka ile bütünleştim benim alâmet-i farikamdır” mealindeki sözler söylemesi Demirel’in “birikim”ini göstermiyor mu?..
Aynı şapkası gibi, zamanında söylediği ve bir kısmı artık darb-ı mesel olan sözleri de ölümü ile birlikte gazete sayfalarını ve televizyon ekranlarını doldurdu. “Benzin vardı da biz mi içtik…”, “Yollar yürümekle aşınmaz…”, “Demokrasilerde çareler tükenmez…” gibi hiçbir ağırlığı olmayan sözlerinin ölümü ile çarşaf çarşaf meydana dökülmesi, kaptırmamak için neredeyse kavga edeceği o şapkanın altındakiler hakkında fikir vermiyor mu? Cenazesinde tabutunun üstüne fötr şapkasının konması âdeta hayatının bir özeti gibi…
Atalarımız “At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır!” demişler…
Genelkurmay dışında kimsenin ilgisini çekmeyen ve cenazesinde açıkça “Hakkımı helâl etmiyorum” denilebilen Evren’in ve memleketine defnedilmese ancak magazin sayfalarına malzeme olabilecek Demirel’in ölümleri ile geriye ne kaldığını milletin takdirine bırakalım.
|