"Sırf saçı için severdim bu kızı" dedi şair Pınar Vardar Sayı:
85 - Temmuz / Eylül 2015
Kadın bir resim gösterdi şaire; “Sırf saçı için severdim bu kızı” dedi şair.
Ne zaman kıraç topraklara yüzünü sürse, buhranlı seraplar görmeye başlardı kadın. Kapkara bir bulutun başucunda peydahladığını, kör kuyularda can teslim ettiğini görürdü.
Ölüm, dağların başında uğuldarken, gelincikler açıyordu uçurum diplerinde. Donuk mavi oyuklar vardı sarp yamaçlarında. Bir dokunsa nalân gözeneklerine, un ufak dökülecekti eteğine şahikasından.
Güneşe yüzünü döndü kadın. Aydınlandı renk renk. Ferahladı yüreği. Türküler çığırdı bileklerini oynatarak. Durdu sonra, diz çöktü. İki eliyle münkesir toprağı avuçlayıp, “Taşlarla bölünmüş gölgem için sever misin beni?” dedi şaire.
Sabah selâlarını dinler gibi dinlemişti şair türküleri. Bahçede yeşil çınarın inlemelerini dinlemişti. Seher vakti kollarında asılan kızların kara sevda çığlıklarını. Başucunda mecnuna dönen oğlanları görmüştü mecalsiz. Mecalsiz kaldı şair. “Boz toprakta parıldayan, al gölgen için severdim seni” dedi.
Güneş, alev sıcaklığını bıraktı dalgalı sarı tepelere. Develerin çıngırak sesleri yayıldı bin mızrak öteye. Şairin harap vahalarını geçiyordu kadın. Gözyaşları, kum tanelerinin arasında kayboldu. Aradı el yordamı, bulmalıydı. Her tanenin bir adı vardı. Çığırdı. Gezgin, sahra, kum, soğuk, fırtına...
Kurak ve gevşek sarı kum tepelerinde dizine kadar gömülüyordu kervanlar, dizine kadar gömülüyordu kadın. Siyah feracesi toz beyaz olmuştu, yüreği toz beyaz. Şairin, beklemeden gittiğini gördü. Lâ’l oldu yüreği. Lâ’l oldu bedeni kuru sıcakta. İşitmeyeceğini bile bile seslendi ardı sıra. “İçimin vahaları için sev beni. Sev beni…”
Yüreğinin üzerine düşen yürekten kaçıyordu şair. Gözünü kapattığında müphem boşluğa salınmak istemiyordu. Efsunlu sarı düşler görmek istemiyordu. Cüzzamlıdan kaçar gibi kaçıyordu bâdiye sevdadan. Canında bu görkemli hisle yarışacak gücü bulsa… Bulamıyordu.
Avuçlarını istila eden titremeyi durdurmaya çalışırken, merhum yüreği dile geldi. “Sırf yüreğimin üzerine düşen dil-i zarın için severdim seni” dedi.
Kocamış incirin kökleri, çatlatmıştı şehrin taş duvarlarını. Bir mezar odası gibi girdi şairin şehrine kadın, cürümlerini koynunda saklayarak. Gökte asılı ne yıldız kaldı, ne ay, ne güneş. Katman katman dürüldüler sessizliğe. Gökyüzü bulanık, gökyüzü karanlık. Bir tek hulkî bedenle ortada şair. Cansız bir kandilin ışığında, cansız yüzüne baktı kadın. “Can özümden damıtılan kara safran sularım için sever misin beni?” dedi.
Sonbahar, kuru soğuk, ikindi vakti, içine kapanık siyah bir hava. Dişleri birbirine kenetlenmiş, gözleri toprağa. Ağzındaki billur köpüğü yutmakta zorlanırken, boğazı düğüm düğüm bir avuç kara balçık safranla sıvanmıştı şairin. “Zengûre makamı titreyen kalbin için severdim seni” diyebildi, belli belirsiz.
Bak, kırkikindi yağmurları başladı toprağını ıslatmaya. Mayıs papatyası toplayayım eteklerinden. Sürme beni yokuşlarına. Gel, göçmen kuşlarını sal saçlarıma. Irmağına düşen şelalen olayım, gel. Gurup vakti bir damla çiğ tanen olayım, gel. Koyma beni zifiri karanlıkta.
Kum rengi kadife bir elbise giymişti kadın. Yakası siyah dantelalı, kol yeni siyah tülden fırfırlı. Dizi dizine değecek kadar yakındı şaire. Konuşsa duyacaktı. Konuşmadı. Tüm cesaretini topladı ve açtı saçının kırmızı kurdeleden bağını. Salındı omuzlarından oluğuna iri su dalgaları. Elleri çırpındı, ayakları çırpındı, teni çırpındı. En çok saçı çırpındı şairden yana. “Sırf saçım için sever miydin beni de” der gibi baktı.
Dizini dizinin hizasından usulca geri çekti şair. Sanki yer yarıldı da kemiksiz vücut gibi yığıldı çukura. Yüzüne bakamadı kadının. Irak maviliklere gönderdi bakışlarını.
Her ırmak sesti, ışıktı, yankıydı. Her ırmak doğduğu dağların kokusunu taşırdı denizlere. Her ırmak dağıyla müsemma akışırdı.
Kadından yana ıslak toprak kokusu sardı etrafı. Şairden yana hanımeli. Düşlerinden biliyordu şair, su kenarına kurulan güzel ülkeleri. “Gel, yüreğimin pınarlarına kur düşler ülkeni” demek istedi, diyemedi. Ardına bakmadan çekti gitti…
|