Işığı yanan evler Remzi Kokargül Sayı:
88 - Nisan / Haziran 2016
Gözlerimi yummuş Malatya’yı dinliyorum.
Günlerden, orucun veda günü. Tatlı mı tatlı, ılık mı ılık bir rüzgâr esiyor ağaçların arasından.
Minarelerinin sesi, bir meltem yumuşaklığıyla dalga dalga yayılıyor her yana. O kadar dokunaklı, o kadar derin ve o denli büyüleyici...
Manzara müthiş; gökyüzü bu kadar güzel miydi gerçekten. Yıldızlar, gezegenler ve bulutsular görünüyordu her yerde. Beyaz ve sarı yıldızlar o lâcivert ve siyah karışımı tablonun üstünde öyle güzel parlıyorlardı ki âdeta göz kırparak gülümsüyorlardı.
Yıldızlar geceleri pırıl pırıldı. Gerçekten unutulmaz bir gece yaşıyorduk. O koskoca taştan kütleler dolanıp duruyor, hepsi dönüyor, dönüyor, dönüyordu. Göğe atılmış bir kudret imzasıydı onlar.
Bir koca ay, "gitme" deyip yalvarmamıza rağmen çekip gidiyor; gidişi bir rüzgâr gibi hızlı olsa da, gelişi bir ormanın büyümesi kadar asude Ramazan’ın. Kendini hissettire hissettire gelir o.
Malatya’da Ramazan akşamlarında, iftar öncesi telaş belirgin bir hâl alıyor; fakat ezan yaklaşınca, neredeyse kuş sesleri bile dinmişti. Sanki her şey kulak kesilir, ezanı beklerdi.
Sanki İç Anadolu’da Akdeniz iklimi yaşamak gibi bir şeydi bu. İnanıyorum ki, dünyada orucun yaşandığı her yer böyledir.
Şehrin meydanlarında iftar çadırları var. Öyle seviniyorum ki onları görünce... Yardımlaşmanın çiçek açmış hâli. Malatya Belediyesi mahallelerdeki ihtiyacı olanların evine kadar gıda yardımını ulaştırarak mahalleleri çiçeğe çeviriyor. Akşamları sokakları pide kokusu sarıyor. Işığı yanan evlerde tatlı bir heyecan…
Gece de, Ramazan davulcuları, evleri uyandırıyor, aydınlık pencereler birbirini sobelemeye başlıyor. Işık, bir ışık daha derken herkesin gecesi aydınlanıyor.
Malatya'da tavusların rengârenk tüylerinden daha güzel ve kelebek kanatlarından daha süslü cennet yamaçlarını andıran zevkler yaşanıyor. Evler, sokaklar, pırıl pırıl engin bir mânâ şiir’ini fısıldayan canlı varlıklar gibiler.
Oysa ben Hayatın bu cıvıltılı, bu yumuşak renginden çok uzağım. Binbir gece masallarına yataklık yapan derinlikli bu hayatın âdetâ sürgünüyüm. Bir düşmandan kaçar gibi kopmuşum masal ülkemden.
Şimdi, yanlış bir gezegene düşmüş bir yaratık gibi, mahallenin sokağın sıcak bir evin gurbetinde, otel insanlarının arasında sessizce yaşıyorum. Bedenim burada fakat ruhum ışığı yanan o evlerde.
Meçhul bir oda meçhul bir adam; öncesi ve sonrası olmayan bir konukluk... Gün batıp herkes yuvaya dönünce, çarşı-pazar dört bir yanı düşündüren bir sessizlik kaplıyor; bir mânâda her şey susuyor;
Bir ikindi sonrası. Güneş batmaya yüz tutmuştu. Artık kalkmam gerekiyor yerimden. Çantamı omuzladım yine.
Yaşlıca bir amcayla selamlaştık. Arada görüyordum sanırım. "Ya hoca, seni çok garip görüyorum ben." dedi. Çok sevindim amcanın bu sözlerine. Garip görünmekten hoşlanırım çünkü. Eskiden otobüs kuyruklarında da böyle sevindirirlerdi beni. Ne zaman biri kuyruğu yarıp geçmek istese benim önümden geçer. Bunu defalarca yaşadım. Demek ki insanlar benden çekinmiyorlar, beni "garip" görüyorlar.
Güneş batmak üzere, insanlar koşuşuyor. Şimdi otobüsler, dolmuşlar çağırıyor insanları. Bu sabah çıktığım odaya girip oturmak, oturduğun yerde kıvrılıp yatmak için dolmuş kuyruğuna giriyorum. Bir dolmuş gelip beni alsın, ayaklarımı yerden kessin istiyorum.
Akşam otele dönüyorum. Kaldırımda biri oturmuş ağlıyor. Belli ki dilenci değil. Önünden geçiyorum, durup derdini sormuyorum, gözyaşlarına sebep ne diye merak etmiyorum. Yürüyorum, benden önce de başkaları geçiyor; tıpkı benim gibi. Öyle bırakıyoruz dertliyi derdiyle...
Az sonra ezan okuyacak iftarımı yapacağım orucumu açacam yemeğimi yiyecek, kendimi bir koltuğa bırakacak ve yine ışıltılı bir ekranın karşısında kalacağım. Garip ve yalnız bir kuşum artık bu otel odasında. Kanadı kırık bağrı yaralı bir kuş.Dört duvar arası bir odada. Kilitli kapılar ardında.
Malatya’da bir garip yabancı için 'ışığı yanan ev'ler yerinde hâlâ duruyor mudur? Aç bir köpeğin önüne bir kap yemek bırakan kadınlar yaşıyorlar mı? Kuşlara yuva yapan mimarlar sahi şimdi neredeler?
Oysa uzaklarda, karanlığın kuytularında bir yerde, oraların yabancısı birine 'ışığı yanan ev' olmak, ne muhteşem bir şeydir!
Karanlığı, yabancılığı, üşümüşlüğü çözüveren sıcak bir yuva; gidebileceği bir yeri olmayana çalacak bir kapı; yorgun bir bedene serilmiş bir yatak; aç bir mideye hazırlanmış bir sofra olmak ne diri bir güzelliktir!
Ne zaman bu evlerden sızan bir ışık görsem, içimde dayanılmaz bir istek duyarım oraya gitmek için. Belki misafir olamam, kapılarını çalamam, pencerelerini tıklatamam; yeter ki böyle yuvaların bulunduğunu bileyim. Bu bana yeter…
|