Çoban çeşmesi Remzi Kokargül Sayı:
122 -
Küçük bir çeşmeyim yurdumun
Unutulmuş bir dağında.
Hiç eksilmeyecek suyum
Yıldızların aydınlığında,
Boyuna akar akar… Dururum. (Cahit KÜLEBİ)
Kış, dağlarda korkunç rüzgârların yönettiği müthiş senfonilerle geçer.
Göz alabildiğince uzanan kar görüntüsü, dağlara düşsel bir hava verirken, uzaktan karın yarattığı sihirle, sanki sonsuzluğun öteki yüzünü göstermektedir.
Kar rahmetin beyaz rengidir. Bulutlar önce dağlara getirir karı, yağmuru. Önce dağlara yağar kar. Su onun bağrından süzülerek gelir avuçlarımıza. Bunca yükseklikte suyu nasıl tutmuş ki dağlar; bağrında gözelerle, ince kıvrım kıvrım yollarla çağlayıp gider.
Fırat nehrinin kuzeyinde görmüştüm bulutların dağlarda yürüyüşünü, dağları kapladığını. Dağlar çepeçevre kar altındaydı. Ara sıra kar yığınları çığla birlikte toz duman olup; sis olarak Fırat’ın üzerini örterken, yumuşak bir ışık saçardı.
Uzaklardan bakınca karlı dağlara, daha görkemli olduğunu görürüz. Dağlar tüm soğukluğuyla erişilmez bir ışıkla, soluksuz bırakır insanı. Her çeşit yabani çiçeğin kokusunu, ıtırını, rengini ve çimenlerin yeşil rengini; dağlarda buluruz.
Bozkırın kışı da çetindir. Kış boyu dalga dalga bir beyaz halıyla karlar altında kalan bozkırın düzlükleri, sonsuz ufuk çizgisine kadar karlarla kaplanmıştır. Sis ise bozkırın gelinliğidir. Bu dingin gökyüzü altında, bozkırla sarmaş dolaş olur.
Ve… Cemre, dağlarda kozmik bir uykunun kollarında rüyalarla dopdolu zengin baharı uyandırır. Bozkırın ayaz kesen sert Ocak ve Şubat ayı, yerini baharın müjdecisi Marta bırakır. Bir bahar kokusu sarar dört bir yanı. Keklik yavrusu palazların ötmesi, baharın gelişini müjdeler.
Baharda, toprağın altında demlenen suyun serinliği duyulur. Her çeşit çiçeği bağrına basmış tepelerde sümbüller, menekşeler, nergisler ve daha ismini bilmediğimiz onlarca allı pullu çiçek; çoktan sarar dağ yamaçlarını.
Rüzgârsa; dağlardan, ormanlardan, kırlardan topladığı bütün çiçek kokularını alıp ovalara getirir. Çiçeklerin güzelliği ve kokusu bizleri başka bir âleme alıp götürür.
Dereler daha bir sevinçle akar. Dağ doruklarında konaklayan kar sularını çaylara ırmaklara denizlere indirir…
Mevsim artık olgunlaşmıştır ve Kış’a ait ne varsa geride kalır. Bulutları kendi aralarında garip bir telaş alırken; güneş de yavaş yavaş ısıtır içimizi. Artık dallar, çiçekler bahara merhaba deme telâşındadır.
Bahar artık yağmur diliyle selâmlıyor yeryüzünü. Önce havada bir ısınma, bir yumuşama; sonra sularda derinlere doğru akma başlar. Karlar erirken, billur sularda akar.
Kristal gibi ışıltılı bu kaynaklar, dağlar üzerindeki karların altından kurtulup aşağı doğru ilerlemeye başlar. Dağlarda eriyen karlarla gümüş renkli billur sular, geçtiği her yere hayat verir.
Su hayatın temeli, insanoğlunun vazgeçemeyeceği hayat unsurudur. Yüce yaratıcı, suyu yeryüzüne indirip; onu dağlarda depo ederek rahmetini insanlara bol bol ihsan eder. Suyun topraktan çıktığı yere kaynak ya da göz denir.
Serçe parmağı kadar akan suyuyla eğilip kana kana sularını içmek isteyip de; soğukluğundan iki üç yudumdan fazla içemediğimiz o su kaynaklardır. Her birinin ayrı bir sesi, ayrı bir hikâyesi vardır. Hepsi kendi hikâyesinin duyulmasını ister.
Bozkıra yolunuz düştüğünüzde, yolunuz üzerinde bir göze, bir oluk, bir kurun, veya çoban çeşmesine rastlarsınız. Uzaktan uzağa, bir şarkı gibi çağlayıp akan bu çeşmelerin, sesi, gecenin büyülü sessizliğinde, daha bir derinden duyulur.
Bozkır çeşmeleri, ıssız yayla ve dağ yollarında genellikle oluklarla akar. Havuzundan taşan sular, metrelerce akar kendi halinde. Yeşile boyar geçtiği o küçücük vadiyi. Kuş uçmaz, kervan geçmez yaylalarda, çobanın kavalına eşlik etmiş bir pınardan; insanın gönlünü serinleten daha ne olabilir ki.
Bizim de yaylamızda uzaktan tepesinde yıldızların oynaştığı küçük çam oluklu çeşmeden de şırıl şırıl akardı su.
Uzaktan uzağa bir şarkı gibi çağlayıp akan çeşmenin sesi, zifiri karanlıkta sadece; ayın ışığının olduğu gecelerde daha bir derinden duyulurdu. Akarken de şarkı söylerdi, ninni söylerdi. Kendisine küçük bir yatak yapmıştı, onun içinden akardı, nazlı nazlı.
Yeşil otlar, yemyeşil dallar, ağaçlar, oluktan süzülen su sesi, kuş cıvıltıları, böcek sesleri ve tatlı bir huzur...
O çoban çeşmesinde; kim bilir kaç kişi susuzluğunu giderip başında dinlendi? Kim bilir kaç mübarek abdest alıp önünde kıbleye durdu?
|