İstiklâl'in bedeli!.. Muhsin Hamdi Alkış Sayı:
90 - Ekim / Aral?k 2016
15 Temmuz 2016 tarihinde dış güçlerin maşası FETÖ tarafından gerçekleştirilen darbe teşebbüsünü Kardelen Dergisi olarak beyannamemizde özetle, dış güçlerin işbirlikçilerinin işgal hareketi olarak gördüğümüzü belirterek, nefretle telin etmiş ve kahraman ve büyük Türk milletini selâmlamış ve gün bir iri ve diri olma günüdür demiş ve “Milletimiz varolsun!.. İstiklâlimiz daim olsun!.. Devletimiz baki olsun!.. Allahımıza hamdolsun!..” diye bitirmiştik.
O tarihte sıcağı sıcağına yapılan bu tespitimizin ne kadar haklı olduğunu müteakip tüm gelişmeler gösterdi. Öncelikle bu bir işgal hareketiydi hedefi istiklâlimiz, devletimiz ve Milletimizdi. Neden?
•Türk milletine ve Türk devletine savaş açarak, devlet kurumlarına TBMM’ne ve ellerinde bayraktan başka bir cisim dahi olmayan millete ateş açarak, bu milleti ve devleti yönetmek mantığa ve her türlü sosyo-politik telâkkiye aykırı olduğuna göre bu ihanet şebekesinin amacı milleti devleti ve ülkeyi yönetmek değil doğrudan işgaldi; ve hedefi Millet, Devlet ve istiklâlimizdi! Her hareketleriyle işgalci gibi davranan bu hainlerin amaçlarına ulaşması milletin basiret feraset cesaret ve kahramanlığı sayesinde mümkün olmadı.
•Darbe girişimi görünümlü işgal hareketi, maazallah başarılı olsaydı, bu hainlerin devlet otoritesini tesis etmesi kamu düzenini sağlaması mümkün olamayacağı, milletin ilk andaki kahramanca direnişi dalga dalga yayılacağı, ayrıca meclisine bile bomba yağdırdığı bir devleti yönetme iddiasının kargaları bile güldüreceği gün gibi ortada olduğuna göre, işgalcilerin milletin rızası kazanmayı akıllarından bile geçirmedikleri, devlet kurumlarını yönetmeyi düşünmedikleri, hedeflerinin (ezelden beri hür yaşamış) Türk milleti ve Türk devletinin iradesine boyun eğdirmek, olduğu da açıktır.
•Bu işgal hareketinin dış güdümlü olduğu sarihtir zira, hainlerinin başının ve karargâhının 1999 dan beri ABD’de olması, orada iskân edilmesi için CIA’in doğrudan devreye girdiğinin belgeli olması, NATO üslerinden uçak ve teçhizatlarının kullanılmış olması, işgal hareketinin ilk saatlerinde Moskova’da bulunan ABD dış işleri Bakanı Kerry’nin darbeyi kınamak yerine itidal tavsiye etmesi, ihanet hareketinden daha birkaç ay önce ABD basını ve Think Thank denen düşünce kuruluşlarındaki yazı rapor ve görüşler, hem bu ihanetin dış güdümlü olduğunu hem de bu hazırlığın aylar öncesinden yapıldığını göstermektedir.
•Bu ihanet şebekesinin dış güçler adına bir işgal hareketine girişmek kadar ağır bir başka hainliğinin ise Anadolu çocuklarını bir tür zombiye dönüştürerek, devleti, ülkesi ve milleti aleyhine her türlü casusluğun yaptırılması ve böylelikle her mânâda bünyede habis bir ura dönüşmüş olduğunun her yerden fışkıran, delil, ifade ve verilerle ortaya saçılması olduğu bedahet derecesinde açıktır. Bu da mevzunun acil ve olağanüstü yöntemlerle müdahale edilmesi gerektiğini ortaya koyan en ciddi yönüdür.
•Zaten devlet ve millet tarihte eşine az rastlanılır ve ancak büyük ve asil milletlere mahsus bir ferasetten doğan beraberlikle hareket ederek olağanüstü hal ilân edip, devlet ve ülke içinden hainlerin ayıklanmasına girişip, hemen akabinde Suriye’ye müdahale ederek “İhaneti gördüm! Hainleri gördüm! Hainlerin arkasındaki düşmanı gördüm!” dedi.
Evet düşmanı gördük! Hainleri gördük! Bildik ancak bunların hangi saiklerle hareket ettiğini, o geceki maksatlarından daha büyük plânlarının ne olduğunu tespit edemezsek ona göre tedbir alamaz bir sonraki teşebbüslerine hazır olamayız. Bunu tespit edebilmek için de dünyanın soğuk savaş sonrası aldığı vaziyeti, şu andaki sosyo politik askerî siyasal vaziyeti, Türkiye’nin son yıllarda neyi yapmaya çalıştığı ve onların ise buna neden mani olmak istediklerini, kısacası dünyanın ahvalini doğru tespit etmemiz gerek.
Dünyanın Ahvali
Soğuk savaş öncesi dünyasında, Skykes Picot, Bretton Woods , Yalta gibi anlaşmalarla birinci ve ikinci dünya savaşları sonrası dünya ekonomik politik ve askerî olarak iki kampa ayrılmıştı. Ülkeler nüfuz alanlarını paylaşmış ve dehşet dengesiyle tüm güçlerini konumlandırmış idi. Esasen “asıl hedefi Osmanlı coğrafyasını paylaşmak olan” birinci dünya savaşı sonrası geçici bir temele oturduğu, ikinci dünya savaşıyla bu mücadelenin devam ettiği nihayetinde soğuk savaşa kadar bu dehşet dengesinin geçici bir dinginlik halini oluşturduğu söylenebilir.
Soğuk savaşın bitişi dünya ekseninde bir kayma ve yerinde bir benzetme ile büyük bir depreme dönüştü. 1990’lardan bu yana yaşadıklarımızı bu tektonik tabakaların yerine oturması sırasında yaşanan artçı depremlere benzetebiliriz. Irak’ın sahte belgelerle birinci işgali, Çekiç güç, Irak’ın kuzeyine bir devletçik kurdurulması, NATO’nun diyalektik mânâda varlık sebebinin bitmesine rağmen, genişlemesi Irak’ın ikinci işgali, ardından Afganistan’ın işgali, halen esrarı çözülememiş 11 Eylül saldırıları, Cezayir, Libya, Mısır, Filistin, Suud, Körfez ülkeleri vb kısacası tüm İslâm coğrafyasında meydana gelen hadiseler işte bu tektonik hareketlerin sonucu… Tek cümleyle ifade edersek:
•Ülkeleri milletler mi, uluslararası plânda tahakküm eden güçler mi yönetecek?
Türkiye ve Türk milleti İstiklâl Harbi’nde ancak köklü milletlere mahsus bir ruh şahlanışıyla buna cevap verip devletine, istiklâline ve iradesine sahip çıktıktan sonra, İkinci Dünya Harbi’yle birlikte yeniden oluşan bu dünya dengesinde yer aldığı kampta millî kökünün yüklediği mesuliyete uygun tepkiler veremez haldeydi. Ancak, içine sokulmuş urlar gibi hain çetelerle sürekli kamçılanarak istikamet verilip sersemletilmiş haldeki millet önceleri daha ferdi, ancak son yıllarda daha sistemli olarak işte bu mütehakkim güçlerin tekerine çomak soktu ve bu sebepten açık, gizli, ekonomik, siyasî, askerî, hukukî, pek çok darbeye maruz kaldı.
2008 yılından bu yana bölgesinde düzen kurucu ülke rolüne soyundu. Rusya’yla ilişkileri, Tüm İslâm coğrafyasıyla Balkanlar ve Afrika’yla ilişkileri, TİKA’nın rolü, hep bu kapsamda olumlu oyun kurucu adımlardı. Ancak Arap baharı denen Arap sonbaharıyla Türkiye’nin etkisi ve bölgede birlik ihtimali kırılmak istendi. Bir önceki sayımızda “Hiçbir şey sadece kendinden ibaret değildir Suriye hiç değildir!” başlıklı yazımızda buna değinmiş ve şöyle demiştik:
“Türkiye 2008 sonrası tüm dünya ve özellikle Ortadoğu ve İslâm coğrafyasında düzen getirme iddiasıyla ortaya çıktı. O güne kadar bir araya gelemeyen aktörler ve devletler barış içerisinde her tarafın menfaatine olacak herkesin kazanabileceği bir düzen umuduyla bir kurgu oluşturmaya çalışıyordu.
2008 yılında ABD ve müttefikleri ile ters düşme bahasına güvenlik konseyinde İran’a yaptırımlara hayır diyor, Rusya ile stratejik ortaklık geliştiriyor, Arap ülkeleriyle ticaretini ve sosyal ilişkilerini yüzyıllardır olmayan bir seviyeye getirmeye çalışıyor, örneğin Suriye ile ortak bakanlar kurulu topluyor, Mısır ve Mağrib ülkeleriyle vizesiz rejimle ticarî sosyal atılımlarla kardeşlik bağları kuruyor dargınları barıştırıyor, sorunları çözmeye gayret ediyordu. Batı tahakkümünden kurtuluş ve nizam kurucu olma iddiası beraberinde geliyordu.
Bu dönemi AB’nin milyonlarca cana ve yıkıma mal olan birinci ve ikinci dünya savaşlarından sonra “bir daha asla” sloganıyla Fransa ve Almanya arasında kömür çelik birliği kurması ve akabinde bir iktisadî ve siyasî güç olarak ortaya çıkmasına benzetebiliriz.
Ardından gelen Arap baharı ve örneğini turuncu devrimlerde gördüğümüz bir mahfilden yönetilen kalkışmalarla demokrasi adına demokrasinin katledilişi ve bunun İslâm ve Ortadoğu coğrafyasında mezhep kabile ırk çatışmalarını körüklemesi, onlarca ülkede devlet otoritesinin ortadan kalkışı, devrilen diktatörlerin yerine onlardan daha zalim ve öngörülmez diktatörcüklerin gelişi, domino etkisiyle çatışmaların Suriye’ye ulaşması ve yine KAOS!
One minute insiyakî çıkışı alarm zillerini çaldırmış, onlar için bardağı taşıran ve İslâm âlemi ve Ortadoğu coğrafyasına barış, birlik düzen gelebileceği ve böylelikle kendi varlıklarının tehlikeye düşebileceği ihtimali kuvveden fiile çıkmış, tüm fikrî ekonomik, askerî hazırlıklarıyla birlikte bu düzen kurmanın önderi ülkenin hem tüm bu fiillerinin boşa çıkarılması hem de enerji ve gücünü kendi içerisine kullanmaya mecbur bırakılarak başka hiçbir bölgesel meseleye dâhil olamaması amaçlanmıştır.”
İşte FETÖ’nün giriştiği son fiilî darbe girişi ve öncesindeki hukukî siyasal ekonomik görünümlü darbe girişimleri de dünya hâkim kuvvetlerinin bir piyonu olarak Türkiye’yi düzen kuran değil üzerinde düzen kurulan bir oyuncu yapma maksadına yönelik idi.
Ekonomik açıdan da İMF’ye olan bağımlılığın bitmesi, Türkiye’nin makroekonomik göstergelerinin iyileşmesi ve hâkim güçlerin ülkemizde istedikleri zaman kriz çıkararak kamçılamak ve terbiye etmek imkânını kaybetmeleri bu alarm zillerini çaldıran bir başka unsur.
ABD’nin PKK güçlerine Türkiye’nin güneyinde bir koridor kurdurmak istemesinin sebebi Kuzey Irak petrol sevkiyatını oradan yapmak istemesi mi? Yoksa Türkiye’yi güneyden çevreleme ve İslâm coğrafyasıyla bağını koparmak mı? Petrole dayalı analizler ne kadar da sığ…
Evet Ortadoğu ve İslâm coğrafyası kan gölü, iç çatışmalarla kaos manzarasında… Bugün düzen kurmaya niyetlenmek bile cesaret istiyor; binalaaleyh Ortadoğu’nun kaos manzarasının ve tüm savaşların temel sebebinin petrol ve petrol havzalarının kontrolü olduğunu tespit için ortaokul seviyesinde bir analiz bile yeterli.. Fakat bu böyle mi gidecek?
Petrol dayanaklı tüm strateji okumalarını en geç 20 yıl içerisinde, elektrikli araçların kazanacağı yaygınlık ve alternatif enerji üretiminin etkin ve ucuz kullanılabilir nitelik kazanmasıyla, çöpe atmamız gerekecek. Dünya üzerinde üretilen petrolün % 80’den fazlası taşımacılıkta kullanılıyor. Sadece elektrikli araçların menzillerinin artıp maliyetlerinin düşmesiyle petrol tüketimine ve üretimine ihtiyaç kalmayacağı değerlendirilebilir. Daha bu yıl ABD’de elektrikli araç üretici Tesla 2 yıl sonra satışa çıkaracağı Model 3 için 373,000 önsipariş aldı. Bunun parasal karşılığı 14 milyar dolar.
Suudi Arabistan petrol sonrası dönem için 2 trilyon dolar kaynak ayırdığını açıkladı.
ABD kaya gazı ve alternatif enerji kaynaklarıyla bir süredir Petrol ithalatına ihtiyaç duymaz hale geldi.
Bununla birlikte tüm oyunu değiştirecek, sağlıklı, temiz ve ucuz soğuk füzyon reaktörünün şu an için bile kamyon boyutuna indirilmiş bir prototipinin çalıştığı ve 10 yıl içerisinde maliyet ve etkinliğinin arttırılarak, endüstriyel satışına başlanabileceği haberleri de en büyük üreticilerden geliyor. Bunun gerçekleşmesi ise dünya enerji politiğini tümden devrim niteliğinde etkileyebilecek bir durum meydana getireceği aşikâr.
Petrol havzalarının kontrolü için öldürülen milyarlarca insanın artık ölmesinin gerekli olmayacağı, enerji için savaşların lüzumu kalmayacağı ve hepsinden önemlisi maliyet etkin olmayacağı sebepleriyle Ortadoğu ve yakın coğrafyamızdaki kaosun göreceli olarak azalacağı ve tarihî, sosyolojik, kültürel okuma, analiz ve stratejilerin ekonomik okumaların yerine geçeceğini öngörmek ve tüm plânlarımızı buna göre oluşturmamız gerek.
Geleceğin dünyasında enerji maliyetleri ucuzlayacak ve bizim gibi enerji bağımlısı ülkeler için makroekonomik dengeleri de kökünden değiştirecek bu durumu şimdiden öngörüp asıl mücadele alanı olacak bilimsel ve teknolojik gelişmişliğe yatırım yapmalıyız.
Çin, Hindistan, Rusya ve Pasifik havzası dünya ekonomisinde ağırlık kazanıyor ve Bretton Wood da kabul edilen ABD dolarının rezerv para olması tehdit ediliyor. Dünya ekonomi politiğinde eksen Atlantik’ten pasifiğe kayıyor. ABD de bunu öngördüğü için açık kaynaklardan ulaşılabilen tüm stratejik devlet dokümanlarında kendini buna göre konumlandırması hedefi okunabiliyor.
Avrupa Birliği önce ekonomik olarak silkelenip kamçılandı ardından siyasî olarak Brexit gibi hadiselerle terbiye ediliyor ve siyasî ve askerî sahada bir cüce olmaklığı tekrar tescil ediliyor. İngilizlerin çıktığı bir birliğe dâhil olmak için millî menfaatlerimize aykırı tavizler vermemizin yanlışlığı da böylelikle kanıtlanmış oluyor.
Küresel ısınmanın getireceği su kaynaklarının ve tarıma elverişli toprakların azalması sorunu da tarımsal üretimin azalması sorununu doğurmakta olduğu bir vakıadır. Gelecek on yıllarda tarımsal teknoloji alanında yatırımla bu açığın kapatılması ihtiyacı doğacaktır.
Ezcümle bu sayfaların boyutunu çok aşan ve özetlediğimiz analizlerin vardığı nokta: Dünyada eksenlerin yeniden oluştuğu dünya güçlerinin üstünlük ve hâkimiyet mücadelesi verirken ittifakların çatırdadığı birinci dünya savaşı öncesine çok benzer bir süreç yaşıyoruz. Kısacası dünya yeninden kuruluyor!
FETÖ ve diğer terör örgütleri çeteler, istihbarat servislerinin güdümünde sözde uluslararası kuruluşlar eliyle ülkelere nizam verilerek, yeninden kurulan bu dünyada hegemon güçlerin istediği oyunda oyuncu olmaları isteniyor. Tüm fiilî hukukî siyasî ve ekonomik darbe teşebbüslerini bu minvalde okumazsak darbe üstüne darbe yemeye devam ederiz.
Millî gücün yeniden inşası, Strateji, Tedbir, Eylem
Millî güç; siyasî, askerî, ekonomik, nüfus, coğrafi, bilimsel, teknoloji, psiko – sosyal ve kültürel güçten oluşur ki FETÖ ve onun piyonu olduğu dış güçler tüm bu millî güç unsurlarını hedef almışlardır.
Millî gücün her unsuruna kasteden FETÖ yapılanmasının yönetici kadrosunun ve liderinin hukukî süreçlerle acilen bertaraf edilmesi ve böylelikle örgütün dağıtılması, yeni dönemde kurulacak stratejinin çarpan unsuru olacaktır. Aksi takdirde millî gücün önemli bazı unsurları bu hainlerle uğraşmak zorunda kalıp kaynaklarımızı etkin kullanmamıza engel olacaktır. Aynı değerlendirme elbette ve PKK ve diğer yan örgütleri için de geçerlidir.
Ortadoğu ve Tüm İslâm coğrafyasında ekonomik tarihî ve siyasal bağlarımız bizi yine orada düzen kurmaya mecbur bırakıyor. Eğer düzen kurulurken dâhil olmaz isek, sadece o coğrafyada değil ülkemiz coğrafyasında birilerinin düzen kurmasına yol açmış olacağımızı idrak etmemiz lâzım. Ancak bunu yaparken imkân ve kabiliyetlerimizin yetmediği noktada bölgesel işbirlikleri ve doğrudan kendi çabamız ARGE yatırımları ile bilimsel ve teknolojik gelişmemizi teşviklerle ve diğer tedbirlerle eksik kalan tüm imkân ve kabiliyetlerimizi arttırmalıyız.
Tüm bunları yapabilmenin baş şartı da bu hedeflere kilitlenmiş bir devlet kadrosuyla milletin kenetlenerek, FETÖ ve diğer düşman unsurlardan temizliğini gerekli hukukî tedbirleri alarak çabuklukla tamamlayıp devletimizi ve millî gücün tüm unsurlarını acilen restore edip, en üst seviyeye çıkarmaktır.
Eğitim ve üniversiteler reformu yaparak, çocuklarımızı 20 yy’ın meslek ve donanımına göre değil 21. yy'ın gereği olan alanlara yöneltilmesi ve bilim ve teknoloji üretebilmesi için, nakleden tekrar eden ezberleyen değil sorgulayan ve eleştirebilen fertleri yetiştiren bir eğitim sistemi oluşturmalıyız.
Ekonomide yapısal reformlarla hem devlet aygıtının ekonomi içerisindeki rolünü azaltan ama etkinleştiren hem de iş dünyasının kendi bilimsel teknolojik dönüşümü yakalamaya mecbur eden bir süreci başlatmalıyız.
Askerî sahada, kemmiyet değil keyfiyetin mühim olduğu bir çağda yaşıyoruz. Orta vadede daha küçük ama etkin, askerî teknoloji kullanan profesyonellerin belkemiğini oluşturduğu bir ordu dönüşümü sağlanmalı bunun için askerî teknoloji savunma sanayi alanında vergi muafiyetleri, gerekirse devlet ortaklı yeni risk sermayesi şirketleri kurulmalı, ARGE teşvikleri arttırılıp bürokratik engeller de ortadan kaldırılmalıdır. Kısa vadede acil olarak hava savunma sistemimizi millî imkânlarla kurup sınır güvenliğimizi sağlayıp, ihtiyaç durulan tüm teknoloji transferi yapılarak terörizmle sonuç alıcı şekilde etkin mücadele edilmelidir.
Anayasa kamu yönetimi partiler yasası seçim sistemi on yıllardır konuşulan ancak çözüm üretilemeyen alanlar ki bunların da acilen reforme edilmesi gerekliliğini tespite dahi lüzum olmayacak bir “apaçıklık”…
Dünya yeniden kurulurken devletler, ülkeler ve milletler kendini yenilemez ve kurulan bu yenidünyaya uyum sağlayacak temel dönüşümleri yapmaz ise hegemon güçler onlar üzerinde operasyonla kendi plânlarını dayatacaktır.
Başkalarının kurguladığı oyunda oyuncu değil senarist olalım! Küresel piyon değil millî güce dayalı bölgesel ve uluslararası işbirliklerini geliştiren akıl olalım. Bağlantısız değil bağımsız olalım!
|