Abdülhamîd Han’dan alacağımız dersler Muhsin Hamdi Alkış Sayı:
91 - Ocak / Mart 2017
II. Abdülhamid Han’ın Türk milletinin gönlünde Ulu Hakan olarak yer etmesi yanında, dönemdaşı dünya devlet adamları tarafından da stratejik aklının takdir edilmesi de dikkate değerdir.
Misal, Almanya birliğinin kurulmasında en mühim yere sahip Otto Von Bismark şöyle diyor:
‒Dünyâda 100 gram akıl varsa, bunun 90 gramı Abdülhamîd Han'da, 5 gramı bende, kalan 5 gramı da diğer dünyâ siyâsîlerindedir.
Bugün uluslararası siyaset akademilerinde ders olarak okutulacak bir stratejik aklın temel dayanağı, dünya güçleri arasındaki dengeleri gözeterek, ülkenin ve devletin imkân ve kabiliyetlerini azamî mertebede kullanmaktan gelir. Şu düstur bugün hemen her dış politika stratejisinin temelidir:
Dış siyasette ebedî dostluk ve ebedî düşmanlıklar yoktur; ülkelerin millî çıkarları vardır.
Abdülhamid Han da iktidarı devrinde o günün büyük güçleri olan Britanya, Almanya, Avusturya, Rusya Fransa gibi devletlerin kendi aralarındaki çıkar çatışmalarını ve bunun Osmanlı ülkesine taalluk eden yönlerini çok iyi analiz ederek kullanmış ve en az maliyetle en yüksek faydayı sağlama yoluna gitmiştir.
Devlet adamlarını kıyaslar iken haiz oldukları imkânlar mesabesinde bir kıyaslama yapmak gerekir. Bu ölçüyle baktığımızda devletin ve ülkenin o günkü siyasî, askeri, ekonomik imkânları çerçevesinde dış politikası sayesinde toprak kaybetmeden bir kalkınma, eğitim, ordunun modernizasyonu hamlesi başlatarak ülkenin bugün bildiğimiz modern pek çok kurumunu kurmasıyla devleti ve ülkeyi getirdiği seviye, kendisini hem döneminde hem de Türk tarihinde çok mühim mertebeye oturtur.
Bu vasıflarıyla tarihçi İlber Ortaylı son evrensel imparator olarak vasıflandırdığı Ulu Hakan hakkında şu hükmü ifade ediyor:
"Abdülhamid'i anlamak 21. yüzyılı anlamaktır."
Devr-i iktidarında başardıklarını saymakla bitmez; ancak okullarımızda okutulan tarih kitaplarında dış siyaset, eğitim ve kalkınma alanında yaptıkları çok ihmal edilip iktidarı hakkındaki bilgi, dönemin siyasî tartışmalarına hapsedildiğinden kısaca da olsa zikretmek Ulu Hakan hakkında yazılan her yazıya bir borçtur.
Onun devrinde, Şam Tıp Fakültesi, Haydarpaşa Askeri Tıp Fakültesi, Maden Fakültesi, Hukuk Fakültesi, Mekteb-i Mülkiye, Eski Eserler Müzesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Ticaret Fakültesi, Yüksek Mühendislik Fakültesi, Halkalı Ziraat ve Veterinerlik Fakülteleri, Dârülmuallimât (Kız Öğretmen Okulu), bütün yurtta idadiler (liseler), bütün yurtta rüşdiyeler (ortaokul) açıldı
Hesaplamalara göre Türkiye, Abdülhamid dönemiyle kıyaslanabilecek bir okullaşma düzeyine yeniden ancak 1950′li yıllarda ulaşabilmiştir. Tahta geçtiği yıl 250 olan rüştiye sayısı 1909′da 900′e, 6 olan idadi sayısı 109′a çıkmıştır. 1877′de İstanbul’da sadece 200 tane modern ilkokul varken 1905′te 9 bine çıkmıştı. Her yıl ortalama 400 ilkokul açılmıştır ki, bu, iktidarı sonrasında bile kırılamamış bir rekordur.
Onun devrinde açılan kamu kurumları ve yatırımları da dikkate şayandır. Muhasebat Divanı (Sayıştay), Ziraat Bankası Emekli Sandığı kuruldu, Bursa’da İpekhane açıldı. Pek çok demiryolu ile altyapı hamlesi tamamlandı, (Hicaz, Bursa, Şam’da elektrikli tramvay; Kudüs, Ankara, Şam, Beyrut, İstanbul-Selanik, Eskişehir-Kütahya, Selanik-Manastır, Afyon-Konya, Şam-Halep, Hama, Konya Ereğlisi demiryolları, hizmete girdi,) Kâğıt Fabrikası, Kadıköy Gazhanesi Beyrut’ta liman ve rıhtım Kadıköy Su Tesisatı, Galata Rıhtımı, Darülaceze, Mum Fabrikası Sakız Adası’nda liman ve rıhtım, Tuna Nehri’nde Demirkapı Kanalı, Selanik’te liman ve rıhtım, Haydarpaşa Liman ve Rıhtımı, Şişli Etfal Hastanesi inşa edildi, Hicaz telgraf hattı, Basra-Hindistan telgraf hattı, Beyoğlu’na bağlandı, Trablus-Bingazi telgraf hattı ve bütün yurtta telsiz istasyonları açıldı.
Doğu vilâyetlerinde dış güçlerin tertibiyle zulüm yapan Ermeni çetelerine karşı Hamidiye alaylarını kurdurdu.
Tüm etnik kökenden vatandaşları ırk taassubuna düşmeden müsamaha ve taltif ile şereflendirerek devlete bağlılıklarını temin etti. Siyasî değil amma sosyolojik mânâda iç barışı sağlaması onun pek az takdir edilen en büyük hizmetlerindendir.
Peki, Abdülhamid Han’ın hiç eleştirilecek yönü yok mudur? Kul olup da hatasız olmak mümkün müdür? Elbette şu işi şöyle yapsa idi şöyle daha iyi bir netice olabilirdi gibi faraziyeler bir fantezi olarak namütenahi şekilde tartışılabilir. Binaenaleyh kanaatimizce Ulu Hakan’ın iktidarında belki güç ve zaman yetiremediği en mühim hususlar şunlardır:
●Malî vaziyeti iyileştirse de şimdilerde yapısal reform denilen inkılâpları yapamaması yani, dünyada 1800’lerin başından itibaren başlamış sanayileşmeye ve üretim ekonomisine geçilememesi,
●Sultan Abdülaziz ve Abdülmecit döneminde modernize edilmesinde aşama katedilmiş Ordunun geliştirme ve yenileşmesini tamamlayamaması, bilhassa da alenen siyasete karışan orduyu siyasetten koparmaması, ve
●Devletin ve milletin hukukuna taalluk eden Devlet reisine suikast, darbecilik, isyan gibi bazı hususlarda aşırı müsamahakâr davranmasıdır. (Kendisine suikast tertip eden darbeye kalkışanları bile affetmesi aslında milletin ve devletin hukukunu ihlâl idi ve kanaatimizce Ulu Hakan’ın bu hususlarda ecdadımız Yavuz Selim Han’dan bir örneklik alması icab ederdi.)
Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu 1937 yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile olan bir hatırasını 31.07.1958 tarihli Hürriyet gazetesinde ve “ İlân-ı Hürriyet ve Sultan Abdülhamid Han” isimli kitabının 39. sayfasında anlatıyor:
“1937 yılında idi. Yaz aylarından biri. Doğrudan doğruya kendi kontrolümdeki gazetede "Makedonya" adlı bir eserim tefrika ediliyordu. Bir akşamüstü Celâl Bey beni aradı ve Dolmabahçe sarayına davet edildiğimi söyledi. Gider gitmez hemen üst kata çıkarıldım. Bir kapı açıldı ve kendimi büyük bir adamın karşısında buldum. Saygılarımı bildirince mutad bir iki nezaket cümlesi ile beni taltif etti. Sonra:
‒Yazını okuyorum, dedi. Hürriyetin ilân edildiği zamanlarda bir çocuk olman lâzım günleri iyi canlandırıyorsun fakat Abdülhamid'i hiç sevmediğin belli.
Biraz durdu ve birdenbire şu sözler çıktı ağzından:
‒Sevme Abdülhamid'i. Gene de sevme! Fakat sakın hatırasına hakaret edeyim deme. Senin neslin biraz daha temkinli kararlar vermeye alışmalı. Bak çocuk! Şahsî kanaatimi söyleyeyim:
Tecrübe göstermiştir ki, toprakları üstünde yaşayan insanların çoğunun ahvali meşkük (ne olacakları şüpheli) ve hudutları yalnız düşmanlarla çevrili büyük bir devlette Abdülhamid'in idare tarzı azamî müsamahadır. Hele bu idare, on dokuzuncu yüzyılın son yıllarında tatbik edilmiş olursa...”
İttihat ve Terakkiciler ve onların fikri devamı olan gruplar Ulu Hakan’a kızıl sultan demeyi alışkanlık haline getirse de devrinde tek bir kişiyi bile idam etmemiş, kendisine bombalı suikast düzenleyenleri bile affetmiş bir Hakana atılan bu iftira ancak, dış istihbarat örgütleri ve yerli ihanet şebekelerinin psikolojik harbiyle izah edilebilir. Tarih nihayet hükmünü vermiştir ki o kızıl sultan değil haddinden fazla müsamahakâr Ulu Türk Hakanıdır.
Abdülhamid Han’ın devrindeki dünya ahvali ile bugünlerdeki dünya ahvali arasında benzerlikler tarihin bir cilvesi olduğu kadar eğer almayı bilirsek bizler için büyük derstir. Önceki sayıdaki “İstiklâlin Bedeli” başlıklı yazımızda arz ettiğimiz üzere dünya bir alt üst oluş, ittifak sistemlerinin hercümerç oluşu, tektonik tabakaların yerine oturuşu gibi yepyeni bir dünya nizamı arifesindedir. Geride bıraktığımız 2016 yılında yaşadıklarımız bir film senaryosu olsa “bu kadar da abartılmaz” diyeceğimiz hadiseleri göz önüne getirirsek:
Rusya ile yaşanan uçak krizi akabinde bugün gelinen aşamada El Bab operasyonuna destek verir hale gelmesi, tüm batılı ülkelerin dışlanarak Türkiye Rusya’nın ateşkese garantör olması, Suriye’de bir terör örgütüne koridor devleti oluşturmaya çalışan sözde müttefik ABD’nin tutumu ve Hain Fetö darbe girişimi, yaşanan bunca terörist saldırı ve kaos meydana getirmeye yönelik tüm provokasyonlar..
İşte yeniden kurulacak dünya düzeninin millî menfaatlerimize göre şekillendirilmesi için Abdülhamid Han’dan alacağımız birinci ders hiçbir küresel güce teslim olmamak, onların plânları ne olursa olsun denge siyasetinden vazgeçmemek..
Alacağımız ikinci ders ise onun hatasına düşmeyip haddinden fazla müsamahalı olmamak ve adaletin tecellisini ihmale sürükleyen merhametin, milletin hukukunu ihlâl olduğunu bilmektir.
Üçüncü ders ise içeride sulhu sağlayıp millî birliğimizi muhafaza etmektir. 15 Temmuz sonrası Yenikapı’da tecessüm eden millî ruhu, avcumuzda bir kuşu tutar gibi nezaketle muhafaza etmeliyiz. Siyasî etnik dinî tüm gruplar ettikleri her lâfa attıkları her adıma dikkat etmeli.. Gereksiz polemiklerden herkes kaçınmalı.. Devlet ve hükümette tüm kararlar istişare ile alınmalı. FETÖ ve yabancı istihbarat servislerinin ülkemizin fay hatlarına yönelik tüm girişimlerini önceden tahmin ederek tedbir almalı, bu gibi provakatörlere adalet, kolluk ve adlî merciler tüm takibatı en hızlı şekilde yapmalı.
Son ders ise imkân ve kabiliyetlerimizi kullanma noktasında en üst derecede müessir olabilmek için kamu vazifelerinde emanetleri ehline vermek ve liyakat prensibinden şaşmamak olmalıdır.
Cumhurbaşkanımızın yenice ifade ettiği gibi, öyle bir cendereden geçiyoruz ki eğer muvaffak olamazsak bedeli Sevr’in geri getirilmesi ve istiklâlimizin kaybı olup, hataya tahammülümüz yoktur. Yani, ya ol ya öl noktasındayız… Allah milletimize ve devletimize tarihimizden dersler çıkarıp doğru stratejiler takip ederek, olmayı ve oldurmayı nasip etsin!
Arap medyasından
|