Necip Fazıl'ı takdim Bahçıvan Sayı:
92 -
Daha edebî hayatının başında arka arkaya neşrettiği 3 şiir mecmuasıyla, sanat ve edebiyat çevrelerinde gündeme oturan ve o tarihten vefatına kadar da her türlü tahrip ve karalamaya rağmen gündemden hiç inmeyen; Efendi Hazretleri’ne (Abdûlhakim Arvâsî) bağlandıktan sonra, ismini ağızlarına almaya dahi yanaşamayanların, şiirlerini kendi aralarında gizli saklı okuduklarını söyledikleri; ömrünün son demlerinde, üzerinde hapishane baskısı varken, devlet tarafından “Sultanü’ş-Şuara” unvanıyla onurlandırılan ve –ne tuhaftır ki- karşı kutuptan Aziz Nesin’in ifadesiyle “bu ödülü almakla Kültür Bakanlığı’nı onurlandıran”, ama devletin verdiği ödül sebebiyle değil, millet o makama lâyık gördüğü için büyük şâir…
Tohum adlı tiyatrosu Muhsin Ertuğrul tarafından Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenip yine büyük bir övgü kazanırken bu oyununu beğenmeyip “Dünya çapında bir eser meydana getirmek lâzım” diyerek yola çıkan ve gösterime girdiği günden itibaren “Tohum”dan kat be kat fazla alâka ve takdir toplayan “Bir Adam Yaratmak” adlı piyesini yazan, bu büyük çığ karşısında duramayacaklarını anlayan bir kısım çevrenin piyeslerinin gösterimini yasakladığı, ama kaderin cilvesi “Bir Adam Yaratmak” başta olmak üzere eserlerinden bazıları yıllar sonra filme çekilerek, devletin resmi televizyonlarında gösterilen ve yıllar önceki ilginin daha da fazlasını toplamayı başaran hakkı teslim edilmemiş bir tiyatro yazarı…
Üniversitede hocalık yaptığı yıllarda “Büyük Doğu”yu neşretmesi sebebiyle zamanın Maarif Vekili’nce “Ya mektepteki dersi ya Büyük Doğu’yu tercih etmesi” yönünde ihtar alan ve “54 kişilik bir sınıftansa bütün bir memleket gençliğine hitap edecek kürsü olan Büyük Doğu’yu tercih edeceğimi bilmukabele ihtar ederim” diyerek üniversiteden ayrılan aksiyoncu…
Davasının büyüklüğü nispetinde düşmanları tarafından sürekli karalanan, Müslümanların gözünden düşürmek için iftiralar atılan, ismi okuma kitaplarından silinen, cemiyetten kazınmak için her türlü hile ve desiseye başvurulan, bu da fayda vermeyince sistemli bir şekilde ademe mahkum edilen; ama bütün bunlara rağmen tuttuğu yoldan milim şaşmayan, davasından zerre taviz vermeyen fikir adamı…
Şiirinin ve fikri mücadelesinin ön planda olması sebebiyle yeterince dikkat edilmemiş hikâyeleri zamanı gelip de incelendiğinde şimdiye kadar yazılanların çok üstünde olduğu anlaşılacak. Ve –eminiz- Türk hikâyeciliğinde yeni bir çığır açacak hikâyeci…
Verdiği konferanslar ve yaptığı sohbetlerle bütün vatanı karış karış dolaşan ve büyük davasını emanet edeceği gençliği yetiştirmek için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan büyük dava adamı…
“Ben, arının peteğini hendeseleştirmeye memur bulunması gibi, bu eseri örgüleştirmek için yaratıldım” dediği “İdeolocya Örgüsü”nü kaleme alan ve “Şiirlerim de, piyeslerim de, hikâyelerim de, ilim ve fikir yazılarım da sadece bu eserin belirttiği bina etrafında bir takım ‘müştemilat’tan başka bir şey değildir…” diyen mütefekkir…
Aksiyonuna kaynaklık edecek “nüve”yi bulup Efendi Hazretleri’ne bağlandıktan sonra İslâm’ın önündeki en büyük engelin “ham softa, kaba yobaz” olduğunu söyleyen, eserleriyle İslâm’ı, yaklaşılması yasaklanmış vebalı bir mahlûk gibi gösterenlere en büyük cevabı veren ve “Biz İslâm’ı işte böyle güzel bilir ve yaşarız” diyen gönül adamı…
Ve, ve, ve…
Ve, umumî vasiyetinde de söylediği gibi, “Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından bir takım sesler bırakmış divanesi…”
Üstad Necip Fazıl’ı böyle bildik ve O’nu böyle kabullendik.
Ve gerektiğinde ulaşılmaz dağların doruklarındaki sağır sultanların bile anlayacağı bir aksiyonla böyle Takdim ederiz…
(Kardelen yıl 11, sayı 34; Temmuz/Eylül 2002)
|