Adam Gibi Adam olmak ve ?d?l Mücahit Koca Sayı:
51 - Ocak / Mart 2006
Adam gibi adam olmanın basamaklarında yükselmek sanıldığı gibi kolay değildir. Bu yola girmek; bu yolda hayırlı bir sonuca ulaşmak millete mâl olup olmamakla belli olur. Tabiî burada akla ilk gelen soru; “Millete mâl olma” olacaktı. Millete karşı olanı yahut millete mâl olanı nasıl anlayacaktık?
Burada da günümüzün bizi esir ettiği bakış açıları işe karışacak; ünlü olma, hep bir yerlerde görünme, masamıza gelme, ekranımıza çıkma, elimizi tutma, dahası istediğimizde her şeyi kendisine haykıracağımız birini arayacağız. Ama Rabbanilerin, Gazalilerin, Mevlânaların, Yunusların, Şeyh Edebalilerin, Emir Sultanların bakışı olan medeniyet bakışıyla bakarsak yabancılaşmamamıza sebep olan standartların değil; bize ait olan dinin, imanın, kültürün, sanatın veya insanlığı kucaklayan sımsıcak bir ruhun gerekli olduğunu göreceğiz. Eğer bir millet büyüğüne verilen ödüller bu ruhu yansıtıyorsa; “Tamam, bu adam gibi adam olan, biri diyeceğiz.”
Yakın tarihimizde milletten ve devletten iki ödül alan oldu: Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç… İki ödül de bu milletin dinî hayat, tarih, siyaset, kültür ve sanatında iz bırakanların en başında gelenlerdendi. Benim “Ateşte Gül Dansı” kitabımda etraflıca anlatmaya çalıştığım gibi onlar; Şeyh Galip’ten Yenişehirli Avni Beye, Muallim Naci’den Mehmet Akif’e, Necip Fazıl’dan Sezai Karakoç’a kadar gelen bir kutlu mu kutlu yolun kol başlarıydı. İşin asıl önemli tarafı kurulu düzenin yasaklı saydığı ve dışladığı bir düşüncenin kahramanlarıydı. Onlar her türlü yokluk ve yoksulluğa rağmen millet, medeniyet ve devlet yolunda olmanın basamaklarında yıldızlara giden yolu açtılar. Kahramanlar, onlardı. Aralarında kimler gelip geçmedi, onlardan süt emen…
Ödül almadan söz ettik ama bunun kolay olmadığını da söylemeliyim. Bakın Üstad Necip Fazıl Beye 25. Mayıs 1980 günü ona “Yaşayan en büyük şairimiz” (Sultanü’ş şüarâ) manevî tacının takılışı töreninin amacını Türk Edebiyatı Vakfı Başkanı Ahmet Kabaklı nasıl anlatıyor: “İşte Türk Edebiyatı Vakfı ilgilileri, sanat âlemimizi kurutan bu değerler anarşisinin, tahribât ve katliamına daha fazla razı olamadıklarından, hiç olmazsa çok açık ve en büyük bir hakkı, onu yıllardan beri eşsiz gücü ile hak etmiş bir şaire teslim etmeye karar verirler.”
Onlar, yaşayan en büyük şairi seçmekle gelenekteki amacı kolluyorlardı. Sözü her şeyin üstünde tutan milletimiz, yaşayan en büyük adamını seçerek; “Orada burada rastgele karşımıza çıkıveren millet ve medeniyetimize zıt ve hattâ düşman birinin önünü kesmek ve “Herkes sırasını ve derecesini bilsin”, demek istiyorlardı. Doğru da yapıyorlardı. Bunu Üstad Necip Fazıl Beyde “Türk Edebiyatı Vakfı” başlatmıştı. Bugün devletin bir kurumu olan “Kültür Bakanlığı” Üstadın en yetkin öğrencisine onur ödülü vererek milletin değerlerine ve kahramanlarına sahip çıkmaya başladığını bize gösterdi. Dün Üstad’ın töreninde Kültür Bakanı Türk Edebiyatı Vakfı’nın “Sultanü’ş şüarâ” tacını vermek için kürsüye çıkarken, bugün Bakan Atilla Koç, bizzat Kültür Bakanlığı’nın hazırlattığı; “Kültür ve Sanat Büyük Ödülü” tacını Sezai Karakoç’a takmak için oraya çıkıyordu.
Ben, üstad ve ustalarımdan bir şeyi çok iyi dinledim: “Millet düştüğü yerden ayağa kalkacaktı.” İki yüzyıllık bir geçmişi var düşüşümüzün.. Elbet ayağa kalkışımızın da bir zamanı olacaktır. Bu ayağa kalkışın tarihini Türkiye’nin demokrasi tarihi ile başlatanlar çoğunluktadır. Buradan bakarsak görürüz ki; bu elli yıllık zaman diliminde az yol alınmamıştı. Hoş, insanımızdaki çözülmeyi görmezden gelecek değilim. Ancak bunun geçici bir durum olduğunu ben de birçok aydın gibi görebiliyorum. Sizler nasıl göremezsiniz?
İki büyük kahramanımıza verilen ödüller bile bizim nereden nereye geldiğimizin göstergesi.. Burada bir şeyi daha yazmalıyım. Verilen her iki ödül de bütün bir kültür, sanat çevresinin onayladığı; sağ ve sol bütün kesimlerin de ittifakla kabul ettiği ödüllerdir. Hem, tek bir ideolojinin ve cemaatın verdiği ödülle adam gibi adam olunduğu nerede görülmüş!
|