Bizi tutan harç ve mayalandıran cevher Sinan Ayhan Sayı:
106 -
Hiçbir sırrı ifşa edip hafifletmek, ona zarar getirmek gibi bir niyetim yok… Düşünceme göre anlatmak istediğimi ne kadar anlatabilsem bile, üzerindeki hikmet, sır halini koruyacak, onun etrafındaki her şey yine sır kalacak… Bazı hakîkatler böyledir, ser verir, sır vermez…
Benim ser veren hakîkatim ne… Bazıları bu soruyu şöyle sorardı: “Senin İsmail’in kim…” Hakîkat uğruna kaybetmeyi göze alabileceğin “en sevdiğin”…
Bizim servetimiz atalarımızdan kalan tarla, bağ, bahçe veya evler mi; hiç sanmıyorum, bana göre ataların üzerimizde pırıldattıkları ve bize bir vebal hükmünde miras bıraktıkları ahlâk, irfan ve ilim; asıl servetimiz bu… O toprağa bu hallerin cevheri damlamasaydı, biz “biz” olamazdık… Tabi ne kadar olabildiysek; o da başka mesele…
Dinlediğim geçmişe dair hikâyelerden şöyle bir kanıya vardım; Anadolu coğrafyasında biz kökten gelen halimizle Anadolu’ya çakılmış bir hüviyetteyiz, üstelik bu hüviyetimiz de, “yerden sökülemez olmak” anlamında bir sonuç ihtiva ediyor… Bizi sökmek isteyen bâtıl bazı mihraklar ortaya çıkacak olsa bile, onlar bu hamleleri ile zaten yok hükmünde. Neden…
Çünkü Eyüp Sultan’da okunan ezan, Ayasofya’da açılan ve ufku süzen göz, Selimiye’de yükselen mimarî pazı, Anadolu’nun her yanına tohum gibi serpilmiş evliyalar, köyleri tutan “müdir fikir”, hepsinin sahip olduğu ruh, bizi Anadolu’ya, (inşallah) bir daha çıkarılamamak üzere çakmıştır. Bu ruh nereye gitse ve hâkim olsa, yine oradan çıkarılamayacak bir hüviyete sahip olacaktır.
Dostlarımdan, büyüklerimden dinlediğim geçmişe dair sözler, şunu açık bir şekilde ortaya koyuyor. Her aile bir evden çıkmış, evler çoğunlukla bir ırmak kenarında, susuz hayat mümkün değil, ev evlere karışmış, toprağa karışmış, buğday olmuş, duru maya olmuş, has ekmek olmuş, ondan ona dönüşmüş, ondan ona hikâye olmuş; ama orada mutlak daha öncesinde bir nefes varmış… Buna bizi tutan harç ve bizi mayalandıran cevher diyelim. Anadolu bu ruhun kökü ve kaynağı imiş…
Bizi tutan harç ve bizi mayalandıran cevher, Hz. İbrahim’in (a.s) duasıdır; çünkü O’nun bir İsmail’i (a.s.) vardır. “Allah’ım” der; “eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı eyle, bizi muttakilere önder kıl”, “zürriyetimizden namaz kılan bir nesil” nasip eyle”… O harç, o cevher Hz. İbrahim’in ettiği duayı devam ettirmeye gayret eden atalarımızın alın teri, nefesi, mütevazı yaşayışlarıdır. İsmail’i (a.s.) her fırsatta dile getirişleri, anışlarıdır.
Ne kadar dost tanıdımsa, hepsi kendi topraklarındaki mübarek hali anlattı. Bir mübarek elin o topraklara, o zamanlara değdiğinden bahsetti. O sebeple Anadolu’da tüten her evin siması Yunus’u, Mevlâna’yı, Hacı Bayram’ı, Hacı Bektaş’ı, Şeyhi Ekber’i ve daha nice büyükleri hatırlatır. Çünkü bizi tutan harç ve bizi mayalandıran cevher bizzat onlardır ve onlardadır. Çünkü bize hakîkat karşısında feda edeceğimiz “İsmail’i” gösteren onlardır.
Sen, seni feda et, “İsmail” perdesini kaldırsın. Harç ve maya sonsuza kadar tutsun… İşte bunu işittin mi, her şey tamam… İşte bunu işitsen de, sır yine sırdır.
|