Parkta bir bayram sabahı Fatma Pekşen Sayı:
106 -
–Eyi ki geldik; gurbet yerde zordur bayram etmek. Bir de acılılar ki... dedi, orta yaşlı, kırmızı suratlı tombul adam.
–He ya, dedi ufak tefek karısı yeşil atkısının gerisinden. Her zaman tohtura gelecek değiliz ya; emmimin ilk bayramı, yürekleri yanıktır. Acılı olur yas bayramları... Ben anamınkini hatırlıyom da iki lokma bir şey yiyememiştim. Eyi ki eş dost vardı da ferahlandırdılar. Yoksa anam upuzun uzanmıştı yeniden gözümün önüne.
–Az daha yürürsek varırız, dedi adam, yabancısı olmadığı şehre göz atarken.
Büyük şehirlerde de arefe günleri memleketteki gibi şamatalı geçiyordu demek ki. Âdetâ bütün şehir sokaktaydı. Yerlere değen poşetler, kucaklar dolusu paketlerle trafiğe uymaya çalışan gençli ihtiyarlı, kadınlı erkekli insanlar topluluğu yürümüyor, akıyordu sanki. Hıncahınç dolu dükkânlar, iğne atsan yere düşmeyecek şekilde tıkıştırılmış minibüs ve otobüslerle yarış yapar gibiydi. Öyle görünüyordu ki yarın daha kalabalık olacaktı yollar...
Hafif olan yokuşu tırmandıktan sonra, lüks bir semtte oturan emmioğlunun apartmanını görünce, adam rahat bir nefes aldı:
–Bir de derler ki böyük şehirlerde bayram seyran, gelenek görenek unutulmuş hepten. Aha sen de gördün gözünle. Aynı bizim oralar gibi canlı değil miydi dört yan? Sevindim vallaha.
Daha önce birçok kereler geldikleri evin merdivenlerini tırmanırken karısı soluk soluğa laf yetiştirdi:
–Ben de sevindim. Eyi ki geldik acılarını paylaşmaya; ama gelmeseydik de birileri yalnız bırakmazlardı bizimkileri. Bayram yemeği, tatlı yapıp getiren bile olurdu herhalde.
Zili iki kez üst üste çalıp beklemeye başladılar. Allah Allah, bütün aile nereye kaybolmuştu ki ezan önü? “Kim o?” diyen, kapıyı açan yoktu? Doğru ya! Bugün arefe günü değil miydi? İkindi zamanı emminin yattığı kabristana gitmişlerdir mutlaka! Hay Allah, niye hesap edememişlerdi ki bunu?
Zararı yok, bilmedikleri yer değildi ya neticede; şuracığa kıvrılıp otururlardı. Nasıl olsa biraz sonra yüzleri gözleri kızarmış olarak gelir, kendilerini kapı önünde oturur görünce de nasıl sevinirlerdi. Gelenek olduğu üzere bir ağlama faslı yaptıktan sonra her şey normale dönerdi.
Kapının gıcırtısıyla, çömelmeye niyetlenen ikili, ister istemez irkildiler. Evin genç kızı soğuk bir ifadeyle:
–Siz miydiniz zili çalan dedi.
–He ya, dedi adam. Yas bayramında sizi gurbet ellerde yalnız bırakmak istemedik. Yengenle yollara düştük, acınızı paylaşak istedik, dedi, biraz da şişinerek.
Yol giysilerini çıkarıp, vestiyere asarken, genç kızın burun kıvırdığını ikisi de fark etmediler.
Yarım saati aşkın bir süre salonda tek başlarına oturduktan sonra, evin hanımı kapıda görünüp, yarım ağızla “Hoş geldiniz” dedikten sonra kayboldu. Vakit akşam yemeği zamanı olduğu halde, ne, “Aç mısınız?” diye soran vardı, ne de iki lokma bir şeyler hazırlayıp getiren.
Tatlılık olsun diye memleketten getirdiği bir çerçeve balla, bir kavanoz kaymak, dayadıkları yerde, vestiyerde öylece duruyordu. Yutkundu adam.
Bayram telâşı, yas, insanları bunaltıyor olacaktı. Az evvel zili çalıp gelen emmioğlu da içeride kaba sesle konuştuğu halde, yanlarına uğramamıştı daha. Yarım saat kadar sonra, emmioğlu sırtında deri montuyla kapıda göründü:
–Hoş geldiniz ağabey; iyi ettiniz de geldiniz. Lâkin bugünü nereden buldunuz? Biz de gidiyorduk, çıkmak üzereydik.
–Nereye, dedi beriki.
–Güneyde bir otel de yer ayırttırdım. Tatili orada geçireceğiz de.
–Emmim... Yas bayramı... Diye bir şeyler geveledi misafir adam.
–Boş ver ağabey modası geçmiş şeyleri. Bizimkiler haber verince, ben size Saray Oteli’nde yer ayarladım. İki sokak aşağıda, kolayca bulursunuz. Konforludur. Canınız istediğince kalırsınız. Yeme içme, otel parası bana ait, gelince öderim dedi, umursamazca.
–Bizim yiyecek yatacak paramız var, şükürler olsun emmioğlu dedi, misafir olan. Biz sizi şey sandık da geldik dedi yüzü kızarırken,
“Adam sandık, yaslı sandık” diyemedi, karısının yanında. Onca yolu tepip geldiğine bozulmuştu.
“Eyvallah” deyip az evvel çıkardıkları üstlerini giyerlerken, hazırlanmış bekleyen evin sahibesiyle çocukların yüzüne bakmadı bile! Gözünün önüne bidon bidon yağlar, petek petek ballar dizilmişti.
Ertesi gün parkın banklarından birine oturup, kutudaki sütlerini kamışla içip, simitlerini ısırmaya çalışan iki gariban için sabah bir başka şekilde oluyordu. İnsanlar, özel arabaları ile şehri terk edip, bilmem nerelere tatile çıkarken, güneş kocaman sıcak elleriyle, tıpkı emmisi gibi orta yaşlı adamın kırçıl saçlarını okşuyordu...
|