Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     744 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Cılga
Fatma Pekşen

  Sayı: 112 -

Şu yemek uzmanlarının zorlama buluşlarıyla ortaya çıkan kaya pasta, kütük pasta, papatya pasta gibi yeniyetme icatlar var ya; tam da onları hatırlıyorum üst üste yığılmış gibi duran taşları görünce.

Hangi usta el bunları böyle sırasınca dizdi, hangi kremacı süsledi bu muazzam görünümlü pastayı diye akıl erdirmeye çalışıyor, sonra da onun kim olduğunu hatırlıyorum.

Her zaman geçerim bu yollardan. Her seferinde severek, ilk defa görüyormuş gibi, açlıkla izlerim dışarıyı.

İşte bu seferde de aynısı oluyor, gözlerim hiçbir teferruatı kaçırmamak istercesine tetkike başlıyor. Dünle bugün birbiriyle harmanlanıyor. Zihnim karışıyor, havsalam allak bullak oluyor; kendi kendimle konuşuyor oluyorum birden. Düşünüyorum, mırıl mırıl söyleniyorum, dilime türküler duruyor.

Göz denen mucize organımın önüne o kadar çok nesne sıralanıyor ki, hangisini hangi sırayla süzeceğimi kestiremiyorum.

Günün, mevsimin, saatin özelliğine göre değişiyor yol manzaraları. Bu şaşmaz takvime göre parlıyor taşlar, çakıllar. Sadece bu yoldakiler mi? Hayır cümle yollardaki taşlar da aynı vaziyette oluyor. An be an ayrı cilâya bürünüyorlar. Sedasız akan, soluğu kesilmiş çayların kenarlarındaki akça pakça taşlar, köy kadınlarının güçlü tokaçları altından çıkmış yün parçaları gibi ışıldıyorlar.

Hangi uğru tırmandı şu tepeye doğru, hangi yiğidin eline avucunu teslim etti üç beş parça giysisini bohçalamış kaçak gelin, diyorum. Kaç kere kazındı, kaç kere silindi tilkilerin, çakalların, kurtların ayak izleri tahmin bile yürütemem, diyorum.

İçimden söylenmeye devam ediyorum. Ses olarak çıkmasa da kelimeler ardı ardına diziliyor yüreğime.

Çalılar bürümüş, yıllardır tıraş yüzü görmemiş hırpani gibi saçak bağlamış, bir zamanların sahipli bağları “kapıları kitlemişler gel hele” diyen Davudî sesi duymuşlar mıdır bilemem, diyorum.

Bir yol işçisi, şu kayanın üstünde mi yazmıştır genç karısına mektubu, nişanlısından gelen kahırlı nâmeyi tam da burada mı okumuştur genç mühendis, diye düşünüyorum.

Yollar kurulalı, taşlar kırılalı, hizalar, yazılar birbiri ardına dizileli nicedir de, koca gövdeli bir karaağaç, niye not düşmemiştir çıtırık düşmüş kabuklarının arasına diye meraka düşüyorum.

Yanının üstüne yatmış çitler, yüz üstü kapaklanmış bağ kapıları, ince hastalık görmüş taze gibi erimiş, orasında burasında halen kurum izleri bulunan kerpiç bacalar, halaya durmuş yiğitler gibi sıralanmış kavaklar, kendi dillerince hüzün türküleri söylemişler midir, diyor; işin aslını bir türlü çözemiyorum.

Hangi düğünlere ev sahipliği yapmıştır şu harman yeri, kaç yılın karını buzunu silkmiştir şu viran damlar, ne zaman toprağı gözler olmuştur ahşap elektrik direkleri anlayamıyorum. İnsanın, hani şu su sayaçları, benzin, motorin sayaçları, elektrik sayaçları gibi yolların da bir sayacı olsaymış ya diyesi geliyor.

Kaç tahta bavul omuzlardan indirilmiş, kaç güneş yanığı çehreli, eli kınalı mahcup genç şu köyün dönemecinden dualarla, göz pınarlarındaki incilerle uğurlanmıştır tahmin bile edemiyorum.

Ya şu zamanın çarkına yenik düşmüş, omuzu çökük yaşlılar gibi duran, ak taşların birbiriyle halleştiği mezarlık! Kim bilir kaç genç gelinin omuzlarda getirilmesine şahit olmuş, gurbetteki babasına hasret çeken kaç gözü açık bebeğin ebedî uykusuna gömülmesine şahadet etmiştir sayamıyorum.

Yar başlarına tutunan yaban eriklerinin, dağ incirlerinin, alıçların hangilerini birbiri ile akraba kılmıştır gagası hamarat bir kuş? Hangilerini adı bilinmedik tarlalara, ağaçlıklara savurmuştur gurbete düşmüş genç kız gibi, fikir yürütemiyorum.

Bugün tabağıma misafir olan köftenin kaçıncı kuşaktan anneannesi şu yıkık dökük davar barınağında gecelemiş, kuytu bir köşeye çeşme açıp lüle oturtan kaç çoban, kaç kara koyunun doğum iniltilerine şahitlik etmiştir bilemiyorum.

“Arayın ayağınıza gelsin” rahatlığının henüz dünyayı teşrif etmediği zamanların esas oğlanlarından olan çerçilerin kaçı, çarıklarını şu kıvrım büklüm cılgalarda eskitmiştir sayamıyorum.

“Saçbağını suya düşüren” gelin, şu azgın köpüklerin üstünden mi geçmiştir; gelini götüren alay, artık kullanılmayan şu köprüde mi suyun ebedî konuğu olmuştur çözemiyorum.

Sorular soruları, meraklar merakları kovalıyor. Elbette manzaralarla, renkler de bu kovalamacaya şahit oluyor.

Bence, dünya gailesinin curcunası içinde geçen çalkantılı hayatların belki de en sakin anlarıdır yollarda geçen zamanlar. Tren, uçak, otobüs, otomobil… Hangi vasıtaya binmiş olursanız olun, isterseniz de yayan gidin. Yollar arşınlarken kelimeler dizilir dillere, hüzün türküleri durur yüreklere. Görünmez bir el derinden yırtar bağırları. Varılmamış menziller, avuç içlerine teslim edilememiş ince bileklerin garipliği gelir akıllara.

Soran olmaz biliyorum da, hani ola ki gün olur vakit çatar da birisi “kelimeler sizde en çok ne zaman kanatlanmaya başlıyor?” diye bir sual yöneltecek olursa, çarçabuk “yolda” diye cevap vereceğim.

Çünkü bu satırlar da bir yol macerası esnasında vücut buldu…


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Pehlivan dayının elmaları... - Sayı 120
Armudun Son Çiçeği... - Sayı 115
Cılga... - Sayı 112
Gönül hanım... - Sayı 110
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (123):
"Mülteci" meselesine bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 Çok teşekkür ederim Amin hepimize🤲🤲... Ayşenur

 Çok beğendim.Buna benzer yazılar çokça işlenmeli.... mahir

 mükemmel anlatım; af etmiş olsan da gönül kırıklığı çok acı veriyor. buna öneriniz , makaleniz olur ... dr. Elvira

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun


Hislerin hissizleştiği noktada, onlarda kalan aklın varlığını sürdürebilmek için o noktaya varışın yaratıcısını bile inkâr edebilecek kadar “bencil”leşmesine kılıflar uydurarak (bunu) üstünlükmüş gibi gösterenleri iyi tanımak gerekir.
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1992
Yalnız ve başıboş değiliz
İranın neye ihtiyacı var?
Tevhid yoksa huzur da yok
Kaleme yemin
Kardelenden Haberler


Ali Erdal - İranın neye ihtiyacı...
Kadir Bayrak - Fars irfanı var mıdı...
Necip Fazıl Kısakürek - Devletleşen şiilik
Ekrem Yılmaz - Bizden gibi görünen
Ekrem Yılmaz - Al beni
Dergi Editörü - Kaleme yemin
Site Editörü - Tevhid yoksa huzur d...
Necdet Uçak - Ömür
Kardelen Dergisi - Kardelenden Haberler
M. Nihat Malkoç - Öz musikimizin piri:...
M. Nihat Malkoç - Filistin için ne yap...
Hızır İrfan Önder - Dermansız dertlere s...
Nihat Kaçoğlu - Serçelerin sesi
Mehmet Balcı - Almanya
Ahmet Çelebi - Bilemem
İktibas - İşte Budur Humeynî D...
Muhsin Hamdi Alkış - Fars palavrası
Kubilay Ertekin - Eşek ve deve
Halis Arlıoğlu - Gülerek günah işleye...
Erdem Özçelik - Geçmişten Geleceğe
Remzi Kokargül - Çoban çeşmesi
Murat Yaramaz - Çapraz sorgu
Gözlemci - Olayların düşündürdü...
Mahmut Topbaşlı - Sırt döndüğüm şiirle...
Mevlüt Yavuz - Umutsuz
Cemal Karsavan - Aşk uyanır sabaha
Bekir Oğuzbaşaran - Âhir zaman ümmetiyiz
Yaşar Akyay - Yalnız ve başıboş de...
Yaşar Akyay - Hayatın Kaynağından ...
Yaşar Erim - Camiler boşaldı
Cahit Can - Türk farkı
İbrahim Durmaz - Yunusca
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14592678
 Bugün : 3219
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 631033
 Bugün : 679
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 88
 122. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 5
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim