Öfke, mukaddes öfke Muzaffer Doğan Sayı:
108 -
Bir ‘Püftü’ye Cevap
Karar Gazetesi’nde, İstanbul eski müftülerinden, Prof. Mustafa Çağrıcı, “İdeoloji İnsanı Olarak Necip Fazıl” başlığı ile bir yazı yazdı. Şair olarak, Üstad Necip Fazıl’ı, yere-göğe sığdıramamış!
“Bilirsiniz, rahmetli epeyce narsistti; hiçbir meziyette, ikinciliğe râzı olmazdı ama, birincilik iddialarında en haklı olduğu alan, şairliği idi. Onun şiir, düzyazı ve hitabetteki edebî ustalığı tartışılmaz. Bu alanda onu üstad sayanlar, yerden göğe kadar haklıdırlar. Ama fikirde, Üstad kabûl edilmesini, kesinlikle yanlış buluyorum.” diyor, eski müftü Mustafa Hoca...
Bu nasıl bühtandır dostlar? Eski müftünün yazdıkları, tam bir karalama. İçine, alabildiğince katran doldurmuş ve sütununa kusuvermiş. Şu uzun cümle de, müftünün kusmuğu: “Onun, daha çok bu alanda model alınıp, göklere çıkarılması, özellikle dindar çevrelerin ciddî bir fikir sığlığına düşmelerinin başlıca sebeplerindendir. Necip Fazıl’a duyulan ideolojik hayranlık, bir neslin militan ve çatışmacı ruhunu beslerken, fikrî ve bilgisel zekâsını, hatta ahlâk dünyasını fakirleştirmiştir.”
Bir zamanlar, Beyazıt’taki Beyazsaray Kitapçılar Çarşısı’nda, Ahmed Ercan Gerçek adında, soyadını kitapçı dükkânına isim yapmış, derin irfan sahibi bir ağabeyimiz vardı. Otuz yıl evvelinden bahsediyorum. Muallimlik yaptığım yıllardı. Hafta sonlarında, aksatmadan yanına uğrardık dostlarla. Demli çay eşliğinde, sohbet de demlenirdi. Her gerçek müslümanda mutlaka bulunması gereken imân ve fikir öfkesi, Ahmed Ercan Ağabey’de ziyâdesiyle vardı.
Bir varışımızda, hemen söze başladı. Belli ki, onu üzen bir şey olmuştu. Bana hitâben, “Muzaffer Hoca, öyle müftüler var ki, öylelerine müftü demek, o âlî makama hakaret olur. Öylelerine lâyık olan sıfat, “püftülük”tür, bunlar ‘müftü’ değil ‘püftüdür, püftü!’, diye gürleyivermişti!
Şimdi, bu otuz küsur yıl evvelki, nükteyi hatırlayışım boşuna değil! Eski müftü Çağrıcı, çağıra-bağıra, bu ülkede, 40 yıl, ”Mukaddes Dâvâ”nın çilesini çekmiş, herkesin sustuğu veya susturulduğu bir devirde, agora’ya çıkıp “İnanmıyorum bana öğretilen tarihe!” diye, küfür sitemine, zâlim tek parti rejimine başkaldıran bir kahramanı, narsistlikle, kibirli olmakla, kıskançlıkla, popülistlikle, üstü kapalı olarak ‘ahlâk’ ve ‘karakter’ düşüklüğüyle suçluyor.
EY ESKİ PÜFTÜ!
Asıl, senin yaptığın kıskançlıktır, ahlâksızlıktır, karaktersizliktir. Mukaddes değerlerimiz için, hangi çileyi çektin? Hangi mahkemenin kapısını aşındırdın? Hangi hapishânenin duvarlarını terlettin? Allah ve Resûl dâvâsı için, hangi ikballere sırt çevirdin?
Bu satırların yazarı, bundan 50 yıl evvel, liseyi bitirirken, gusül abdestini bile doğru dürüst bilmezken, Allah’ın, o Büyük Adamı vesile kılmasıyla; dinini, itikadını, istikâmetini yolunu-izini, dostunu-düşmanını, topyekûn mukaddeslerini, Necip Fâzıl Kısakürek’ten öğrendi. Sadece ben mi? Hayır! Mübalağasız söyleyeyim ki, yüzbinler, yüzbinler...
Samimiyetsiz bir üslûpla, şairliğini över görünüp, mütefekkirliğine dil uzatıyorsun! Bunu, sadece sen yapmıyorsun; onun Allah vergisi büyüklüğü, büyüklüğünün farkındalığı, dâvâsının büyüklüğünden gelen izzeti, vakarı, derin tefekkürü önünde, hasetlenen, ezilen birçok küçük ruhlu, sinsi ve bulanık tabiatlı muârızları da yapıyor...
Batıda, göklere çıkarılan Shakespeare, Goethe, Bodler, derinlikte, Üstad’ın eline su dökemez diyoruz, biz... Bir Adam Yaratmak, Reis Bey, Tohum, Siyah Pelerinli Adam, Ahşap Konak, Para, Parmaksız Salih, Künye gibi tiyatro eserlerini, değil okumak, sanıyorum, adını bile duymamışsındır.
Oku bakalım, bu eserlerdeki tefekkürî ve tahassüsî derinliği kavrayabilecek misin? İdeolocya Örgüsü, Tanrı Kulundan Dinlediklerim, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, Dünya Bir İnkılâp Bekliyor, Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar, Konuşmalar, İman ve Aksiyon, Doğru Yolun Sapık Kolları gibi tefekkürî mahiyetteki eserlerinden hangisini okudun da, ‘ceffel kalem’, bir büyük mütefekkiri, ‘sığ’lıkla itham ediyorsun?
Sendeki, nasıl bir insafsızlıktır ki, ey ‘püftü, nesillerin ‘fikrî ve zihinsel zekâsını, hatta ahlâk dünyasını fakirleştirmiştir.’diye, nesilleri, imân, aksiyon, dâvâ ve mücâdele ruhu ve aşkıyla emziren, besleyen, yetiştiren; bu uğurda, destanlık çileler çeken, her devrin mazlumu, mahkûmu, makhuru bir büyük öncüyü, aklın sıra, gözden düşürmeye yelteniyorsun?
Üstad, “ha tüfeği olmayan asker, ha öfkesi olmayan iman” derdi. “İman ve İslâm Atlası” isimli eserinde, dinin bütün inceliklerini yazmıştır. Allah için sevmenin, Allah için nefret etmenin ne mânaya geldiğini, o muhteşem eserden öğrendik.
İlâhî vahyin, “Allah’ın dostlarına dost, düşmanlarına düşman olma” ölçüsünü, müftülük yapan bir kişi olarak, bilmemen düşünülemez! Bir Müslüman mütefekkire karşı, bu içindeki kinin, nefretin kaynağı nedir Hoca?
Bir de, Üstad’ı ‘demagog’ olmakla itham ediyorsun. Şairliğine saygı gösterir gibi göründüğün Üstad’ı, hiç okumamışsın sen. Üstad’ın hiç sevmediği, nefret ettiği tiplerin başında ‘demagog’lar, madrabazlar, şarlatanlar gelirdi... “Noktalama”larından birisi şöyledir:
“Demagog, iyi bilen, nasıl avlanır gâfil;
Hakikâti bayıltıp ırzına geçen sefil...”
Bir yazısında da, son devirlerin politikacılarını, misli görülmemiş demagoglar olarak nitelendirir. “Yazımın amacı, Hakk’ın adâlet ve rahmetine emânet ettiklerimizi yargılamak değil, onları ‘içlerindeki öfkeye tercüman’ bilen milyonları bir kez daha düşünmeye yöneltmektir.” desen de, yazdıkların, yazdıkların değil, “kustukların” yalanlıyor, yazdıklarını.
Sayın, eski müftü! Yazdıkların, bir hıncın, bir kinin, nefsanî bir öfkenin kusmuğu.
Unutma! ‘Bevvâl-i Çeh-i Zemzem’i lânetle anar halk’ (13 Şubat 2020)
|