Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     547 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Büyük Doğu, Necip Fazıl ve gençlik
Muzaffer Doğan

  Sayı: 120 -

Üstad Necip Fazıl Kısakürek, her şeyden önce büyük bir şair... Cumhuriyet tarihinde “şair” denince, akla ilk gelen şairlerin başında gelir. İlk şiirlerini, 20’li yaşlardayken, “Örümcek Ağı” ve arkasından “Kaldırımlar” adıyla yayımlar ve o kadar tutulur, sevilir ve alâka görür ki, bu kitaplar hakkında yazılan övücü, yüceltici yazılar toplansa, ciltler tutar.

 

Paris Sorbon Üniversitesi felsefe bölümü talebesi iken, okulu bırakıp yurda döndüğü, “bohem hayatı” denilen baş döndürücü bataklığın içinde debelendiği yıllar… Yakup Kadri, Necip Fazıl’ı “ilk defa kendi tarafından keşfedilmiş bir deha” diye belirtir.

Nurullah Ataç, gedikli meddahıdır, yere göğe sığdıramaz. İsmail Habip, “Edebî Yeniliğimiz” isimli kitabında, O’nun şiirlerindeki his ve hayâl yüksekliğine hiçbir şairin çıkamamış olduğunu kaydeder. Peyami Safa olsun, hocası Prof. Mustafa Şekip olsun, O’nun şiirlerini ve şairliğini takdirden geri kalmazlar. Yaşar Nabi de, O’nu, “bir mısraı bir millete şeref verecek şair” diye takdim eder. Cumhuriyet Gazetesi’nin Peyami Safa idâresindeki edebiyat ve sanat sayfasında hikâyeleri ve tahlil yazıları çıkmaktadır. Nazım Hikmet’le çatıştığı, biri ruhçu, öbürü maddeci, biri tebliğ, diğeri telkin şiiri olarak, karşılıklı iki zıt kutbu temsil ettikleri bir devre…

 

“O ve Ben” isimli eserinde şöyle der:

“Ben o Tepenin rüzgârını aldıktan ve Müslümanlığımı bayraklaştırdıktan sonra, bu insanlardan birkaçı müstesna, hemen hepsi ve daha niceleri benden yüz çevirdi ve beni “sanatına kıyan geri adam” diye yaftaladı. O çevrelerin, kendisi için yazdıkları övücü, göklere çıkarıcı yazıları da “teneke madalyalar” diye nitelendirir.

“O ve Ben ”den:

“Evet, tepemden aşağı, yarım adamların takdir eşyası, renk renk serpantin ve konfeti yağmuru hâlinde inerken, ben bütün bu cümbüşler içinde yine huzurumu bulamıyor, öz çehremi göremiyor ve ruhumu, üçüncü buuttan mahrum bir satıh plânına mıhlı, çıkartma kâğıdı kelebeğinden ayıramıyordum. Bu kelebeğin canlanması, titremesi, kımıldaması, kanatlarını çırpmaya başlaması ve yapıştığı satıhtan fırlayıp mesafeler boyunca uçması lâzımdı.” “Ne pahasına olursa olsun, olmalıydım ve “yaşanmaya değer hayat”ı, cemiyet ve devlet şekline dek nakışlandırmalıydım.

 

Gene “O ve Ben”den:

Hiçbir şeyle doymayan, kanmayan, yetinmeyen, ne şiirimdi, ne fikrim, ne kültürüm… Çocukluğumda görür gibi olup kaybettiğim çarpıcı renk, çekici ses, tılsımlayıcı eda… Buydu aradığım…

Şiirin, fikrin, bilginin üstünde bir âlemden, kapılarını tırmıklayan, pencerelerini zangırdatan işaretler almış ve artık onları bir daha bulamaz olmuştum.

Bütün dış hayat, bildiğimiz bütün oluşlarıyla, başımın üstünde birtakım basık tavanlardan ibaret… Onları bir bir yıktıkça, çıkan ikinci katın tavanı da bana alçak geliyor ve ciğerlerimin muhtaç olduğu havaya bir türlü çıkamıyordum. Çatıyı da yıkamıyordum. Fikirde daima ruhçu, tecritçi, sezişci, keyfiyetçi, sır idrakine bağlı ve ilâhî vahdeti tasdikçiydim. Fakat bu hâller, ateşe kartpostal üzerinden bakmak, onu resimden tanımak gibi bir şeydi. İçine giremiyor, ötesine geçemiyordum. Olamamanın ve tam bulamamanın içime yerleştirdiği huzursuzluğu da hiçbir şey dağıtamıyordu.

 

Ve 1934 senesi…

Evvelâ “Senfoni” arkasından “Çile” ismini verdiğim ve en çok sevdiğim şiir” dediği “Çile”den:

Ensemin örsünde bir demir balyoz;

Kapandım yatağa son çâre diye.

Bir kanlı şafakta bana çil horoz,

Yepyeni bir dünya etti hediye.

Ver cüceye onun olsun şairlik,

Şimdi gözüm büyük sanatkârlıkta.

 

Yine “O ve Ben”den:

Kalemime fetih ve inkişaf O’nunla geldi. İçimde yepyeni bir dünya görüşü, daha evvel cümle ve fikir kalıplarına dökülmeksizin, yalnız huzurlarındaki kelime üstü feyizle, kendilerini tanıdıktan sonra tütmeye başladı. “Fildişi kule”yi yıkıp büyük içtimâî plâna, cemiyet meydanına çıkmak, orta yere, bir tarih, nefs, Şark ve Garp muhasebesi çıkarmak, asrın nabzını bulmak ve her şeyi kendi vâhidine ve oradan mutlak vâhide irca etmek ihtiyacı, bende, O’nunla doğdu. Sokrat’ın yaptığı gibi, insanların eteklerinden çekip:

–Hey, nereye?

Diye haykırmak ve

–Her şey yanlış, her şey yeni baştan ele alınmaya ve inşa edilmeye muhtaç!

“Bizim dışarıda aradığımız güneş, cebimizde kayıp!” nârasını basmak borcu, bende O’nunla gerçekleşti.

“O” dediği, Seyyid Abdülhakîm Arvasî hazretleridir. Bu büyük Allah dostu ile tanıştıktan sonra, Üstad, “Fildişi kule”yi yıkar ve “Agora”ya çıkar. “Agora”ya, yâni cemiyet meydanına…

 

1943 senesindeyiz. Necip Fazıl 39 yaşında. 17 Eylül 1943’de Büyük Doğu, haftalık olarak çıkmaya başlar. 1938’de yazdığı “Büyük Doğu Marşı”nın son dörtlüğü şöyledir:

Aynası ufkumun, ateşten bayrak!

Babamın külleri, sen kara toprak!

Şahit ol, ey kılıç, kalem ve orak!

Doğsun BÜYÜK DOĞU, benden doğarak!

Büyük cemiyet meydanına çıkmıştır. Kollarını “makas gibi açarak” haykırmaktadır:

“Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!”

 

Büyük Doğu Mecmuası, Büyük Doğu mücâdelesi ve elbette ki, Üstad Necip Fazıl’ın hayatı bir destandır.  Düşmanları, kıskançlıklarından, hasedliklerinden, “Büyük Doğu, büyük şair Necip Fazıl’a mezar oldu!” deseler de; Necip Fazıl, Seyyid Abdülhakîm Arvasî hazretlerini tanıdıktan, Büyük Doğu bayrağını açtıktan ve Büyük Doğu mücâdelesini başlattıktan sonra, kendini bulmuş ve “Üstad” olmuştur.

Necip Fazıl, 20’li yılların başındayken, Devlet-i Âliye’nin sahneden çekildiğine şahid olur. Koca bir devletin toprakları paylaşılmıştır. Onunla da kalmaz. 1947’de yazdığı “Muhasebe” şiirinde,

Bir saman kâğıdından, bütün iş kopya almak;

Ve sonra kelimeler; kutlu, mutlu, ulusal.

Mavalları bastırdı devrim isimli masal.

Yeni çirkine mahkûm, “eskisi” güzellerin;

Allah kuluna hâkim, kulları heykellerin!

Diye kıyasıya eleştirdiği “Kemalist devrim”lere şahit olur. “Kıblesi” değiştirilmiş bir toplum vardır şimdi ve Necip Fazıl, olup bitenleri içinde biriktirmektedir.

 

İslâm, hayatın bütün alanlarından kovulmuştur. “Batılılaşma” yolunda bir politika izlenmektedir. “Denize döktük!” denilen “düşman”ın bütün değerleri ve değer hükümleri, milletin üzerine boca edilmektedir. Tek parti diktatoryası, Allah’tan ve ahlâktan bahsetmeyi bile yasaklamıştır.

Üstad Necip Fazıl, Büyük Doğu mücadelesine böyle bir vasatta başlamıştır. Meşhur “Sakarya Türküsü” isimli şiir, 1949 yılında çıkan Büyük Doğu’lardan birinde yayımlanmıştır. Bilindiği gibi, şiirin son mısraı şöyledir:

“Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya!

“Sakarya” yani “Millet” çok sürünmüştür.

Ayağa kalkmalı ve,

“İnanmıyorum bana öğretilen tarihe!”

Demeli, bu yanlış gidişe başkaldırmalıdır.

Üstad, fikirde diriliş olmadan, aksiyonda diriliş ol(a)mayacağını çok iyi bilmektedir. O yüzden, dâvânın gençliğini ve aydınlarını yetiştirmek için çabalamakta ve işi “ocaklaştırmaya” bakmaktadır.

Büyük Doğu, 40 yıl, bu işin ocağı olmuştur. Üstad, büyük çilelerden sonra, dâvânın mayasını tutturmuştur.

Bizzat Üstad’ın kendi ifâdesiyle “Büyük Doğu, İslâm dâvâsının asrımızda biricik fışkırış merkezi, kaynak noktası”dır. “İdeolocya Örgüsü” Üstad’ın eserlerinin merkezinde duran, Büyük Doğu dâvâsının esasını teşkil eden bir eserdir. Merkezden muhite ve muhitten merkeze doğru, “İdeolocya Örgüsü” ile diğer eserleri arasında bir illiyet bağı vardır. Şunu söylemeliyiz: Üstad “hepçi”dir, “bütüncü”dür. İslâm’ın vahye dayalı bir hayat ve kâinat nizamı olduğuna imân etmiştir.

 

Cumhuriyet döneminde, gençlik üzerinde en çok duran, en çok düşünen ve kafa yoran Üstad Necip Fazıl Kısakürek olmuştur. İnkılapçı bir nesil yetiştir(ebil)mek için bir ömür çalışmış, didinmiş ve emek vermiştir. “İdeolocya Örgüsü”nün “Beklediğimiz İnkılâbın Yönleri” başlıklı bölümünde yer alan

“Gençlik” isimli yazıda şöyle diyor: “İslâm inkılâbının, ruhunu dökeceği kalıp, gençliktir.”

İslâm inkılâbının ruh ve fikir muhtevası, kâinatı kavuracak bir hareket şiddetiyle, erimiş bir maden gibi, bu kalıba dökülecek ve şahsî temsil kadrosu olarak, o kalıpta her şekline kavuşacaktır.

Gençlik kalıbını, en ince girintileri ve çıkıntılarıyla oymak ve dâvâyı yüzdeyiz gençlik işi hâline getirmek, İslâm inkılabının ameliye sahasında başlıca çilesidir. Ne bugünkü murakabesiz, rehbersiz, gâyesiz ve şahsen mesuliyetsiz gençlik,  ne dünkü çürümüş ve kokuşmuş, şaşırmış ve ihtilaca düşmüş nesiller; ne de evvelki günkü, aşksız ve vecdsiz, ruhsuz ve heyecansız, sadece kitapların ve mevzûların başlıklarına takılı ve kakılı softacıkların nesli… İslâm inkılâbını kadrolaştırmaya memur gençlik, Sahabîler ve onların gerçek bağlılarından başka, kendilerine hiçbir ruhî örnek kabûl etmeyecek ve bu ruhu, baştanbaşa yepyeni, fakat aslına uygun olarak nefsinde ve dünyada maddeye nakşedecektir.

 

1975 yılında MTTB’nin tertiplediği “Millî Gençlik” gecesinde, Üstad’ın “Gençliğe Hitabe”si de, nasıl bir gençlik peşinde olduğunu, nasıl bir gençlik yetiştirmemiz gerektiğini anlamamız için önemli bir metindir.  Bu hitabeden, bazı ana maddeler şunlardır:

●Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün dâvâcısı bir gençlik.

●Halka değil, Hakk’a inanan, meclisinin duvarında “Hâkimiyet Hakk’ındır” düsturuna hasret çeken bir gençlik.

●Gerçek adâleti bu inanışta ve hâlis hürriyeti Hakk’a kullukta bulan bir gençlik.

●Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistem olan İslâmiyetin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik.

●Ortada ne kadar hastalık varsa, tedavisinin ve ne kadar Cennet hayâli varsa, hakikâtinin İslâmda olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, İslâm âlemine ve bütün insanlığa numunelik teşkil edecek bir gençlik.

●“Kim var?” diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert “ben varım!”cevabını verici, her ferdi “benim olmadığım yerde, kimse yoktur!” duygusuna sâhip bir dâvâ ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik.

●Can taşıma liyâkatini, “canların canı” uğrunda can vermeyi, cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nisbette strateji ve taktik sahibi bir gençlik.

●Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifirî karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin bir gençlik.

●Tek cümleyle, Allah’ın, kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin, âlemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, O’ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve O’nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk bir muameleye lâyık görecek bir gençlik.

 

1968 yılında, İstanbul’da Taksim Meydanı’nda tertiplenen “Şahlanış Mitingi”nde yaptığı konuşmanın giriş bölümündeki şu cümleler, cemiyetimizin Cumhuriyet döneminde içine sürüklendiği manzarayı, en canhıraş bir şekilde ortaya koymaktadır:

“Allah, Peygamber, ruh, ahlâk, millet, aile, tarih, an’ane, fert hakkı… Dillerde aşınmış, fakat gerçekte ebedî taze bu temel kıymetleri, insanoğlundan aldınız mı, beyni, kalbi, ciğeri, böbreği çıkarılmış bir mumya varlık çıkar meydana… Düşünce, duygu, nefes alma ve zehir süzme uzuvları sökülüp atılmış bir mumya varlık…” (Hitabeler, s.213) İşte, Cumhuriyet tarihi boyunca, mevcut sistem, gençliğimizi ve tabii olarak insanımızı, âdetâ bir “mumya varlık” hâline getirdi.

 

Üstad, “Çile” isimli Şiir kitabındaki bazı şiirlerde, “gençlik” hakkında şöyle değerlendirmeler yapmıştır:

“Muhasebe” başlıklı şiirden:

Cemiyet, ah cemiyet, yok edilen ruhiyle;

Ve cemiyet, cemiyet yok eden güruhiyle…

Çok var ki, bu hınç bende fikirdir, fikirse hınç!

GENÇ ADAM, al silâhı; imân tılsımlı kılınç!

İşte bütün meselem, her meselenin başı,

Ben bir GENÇ ARIYORUM, gençlikle köprübaşı!

Tırnağı, en yırtıcı hayvanın pençesinden,

Daha keskin eliyle, başını ensesinden,

Ayırıp o GENÇ ADAM, uzansa yatağına,

Yerleştirse başını, iki diz kapağına;

Soruverse: Ben neyim ve bu hâl neyin nesi?

Yetiş, yetiş, hey sonsuz varlık muhasebesi!

 

“Aman” başlıklı şiirden:

Genç Adam, at yorganı!

Sana haram uyuman!

 

“Kâbus” başlıklı şiirden:

Bir nesil özlüyorum,

Doğrultsun yatıkları!

Somunları taş olsun,

Zehir de katıkları!

Yorganları devirsin,

Dişlesin yastıkları!

 

EY GENÇ ADAM, yolumu adım adım  bilirsin!

Erken gel, beni evde bulamayabilirsin!

 

1939’da yazdığı bir “Noktalama” da, oldukça manidar:

Yedi renkli Peygamber kuşağının altında,

Kervanım yola çıktı, öncüsü kır atında…

Üstad’ın 1963 yılında, Erzurum’da “İman ve Aksiyon” konferansı ile başladığı ve vefatına yakın zamanlara kadar sürdürdüğü, Anadolu’yu ayağa kaldıran konferanslar serisi meşhurdur:

Sahte Kahramanlar, Dünya Bir İnkılap Bekliyor, Her Cephesiyle Komünizm, Tarihte Yobaz ve Yobazlık, İslâm ve Öbürleri, Yolumuz-Hâlimiz-Çâremiz, Hesaplaşma, Özlediğimiz Neslin Vasıfları bunlardan bazıları…

 

Konumuzla ilgili olan “Özlediğimiz Neslin Vasıfları” isimli, daha sonra kitaplaşan konferansında, Üstad Necip Fazıl Kısakürek, özlediği, beklediği ve yetişmesi için ömrünü verdiği gençliğin vasıflarını şöyle tesbit etmiştir:

Aradığımız, bulmak için çırpındığımız gençte;

1.Vecd ve aşkla yanmanın vasfı,

2. Sır idraki ile duymanın vasfı,

3. Kâinat ve nefs muhasebesi ile düşünmenin vasfı,

4. Eşya ve hâdiselere hâkimiyet ve şecaatle davranmanın vasfı,

5. Her türlü fedakârlık ve disiplinle ileriye atılmanın vasfı,

6. En derin merhamet içinde, en keskin şiddet seviyesine ermenin vasfı,

7. Büyük aksiyon dehâsıyla işe ve hamleye girişmenin vasfı,

8. O’nun (Peygamberimizin) ahlâkıyla ahlâklanmanın ve başka hiçbir yol tanımamanın vasfı,

9. En nadide zevk ve estetik ile süslenmenin ve dış âlemi süslemenin ve her kıymeti içte bilmenin vasfı ve bütün bunlara bağlı daha nice vasıf… Sayısız şube ve vasıflar… Model de, Sahabî… Bu borcun 400 senelik hesabı boynumuzda… 400 senedir, bu vasıflar kalkmıştır. Çünkü bütün bu vasıfları toplayıcı kıymet aşktadır ve o uçup gitmiştir.

 

Özlediğimiz Neslin Vasıflarını Tekrarlayalım ve Tablolaştıralım:

1.Aşk, kâinatın protoplazması aşk

2.Üstün akıl ve sır idraki

3.Nefs muhasebesi

4.Eşya ve hadiselere tahakküm ve onları tasarruf mizacı

5.Aksiyon ruhu

6.Gözükaralık (Kör cesaret değil, temkinli şecaat)

7.Fedakârlık ve disiplin

8.En derin merhamet içinde, en keskin şiddet.

9.Samimiyet ve her şeyi ile O’nun ahlâkı

10.Zarafet ve estetik

11.Tek Ümmet modeli olarak Sahabeyi almak.

 

Üstad, son nefesine kadar ümit aşıladı ve ömrünün son demlerinde de, Büyük Doğu teknesinde yoğurduğu gençler için şöyle bir temennide bulunarak, ebedî âleme göç etti.

●Büyük zuhur

●Geliyorlar:

●Gözleri kara

●Alınları fikir çizgili

●Kalbleri ceylân

●İrâdeleri çelik

●İmânları volkan

●İrfanları tarla

●İdrakleri bıçak

●Edaları şiir

●Diyalektikleri ipekten örgü

GELİYORLAR!..


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Büyük Doğu, Necip Fazıl v... - Sayı 120
Öfke, mukaddes öfke... - Sayı 108
Sabah yakındır... - Sayı 92
Özdemir İnce ve 'Mihenk T... - Sayı 92
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (122):
Tarih boyunca izlediği politikalar, güncel meselelerde takındığı tavır çerçevesinde, doğu medeniyetinin aslî unsurlarından İran'a bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 sağlık dileklerimizle, hürmetle...... naci eroğlu

 Elinize emeğinize sağlık sevgili Halis hocam.Yazılarınızı takıp ediyorum hislerimize tercüman oluyor... Ahmet

 Elinize emeğinize sağlık sevgili Halis hocam.Yazılarınızı takıp ediyorum hislerimize tercüman oluyor... Ahmet

 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu


Tüm gazetelerimizin toplam tirajı, 70milyon nüfusa karşılık, 3,5 milyon…
Elâlemin memleketinde tek gazete bile çift rakamlı tiraja sahip. Mesela Japonya’da günde 13 milyon satan gazete var.
Bizde nüfus artıyor, gazete tirajları yerinde sayıyor, hattâ azalıyor. Demek ki “basın” diye piyasaya sürülen kâğıt parçalarına millet güvenmiyor. Bu güvensizliğe rağmen basından ödleri kopanlara yazıklar olsun!
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1993
Bizim olmayan gemide kaptan olmak
Kırk gün bir ölüyü bekleyeceksin
Olacak
Anlam peşinde
Seni düşünürüm


Ali Erdal - Anonim eserlerin kıy...
Ali Erdal - Sıradan bir filme bu...
Ali Erdal - Kırk gün bir ölüyü b...
Ali Erdal - Kırk
Necip Fazıl Kısakürek - Kıraat kitabı
Ekrem Yılmaz - Derinlik
Ekrem Yılmaz - Yapamıyorsan hayal e...
Ekrem Yılmaz - Kürtlerin PKK ile im...
Dergi Editörü - Çare
Site Editörü - Anlam peşinde
Necdet Uçak - Niye döktün gözyaşım...
Necdet Uçak - Olacak
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Malazgirtin aslanlar...
M. Nihat Malkoç - Anadolu Türk masalla...
Ayhan Aslan - Yamyam
Mehmet Balcı - Şimdi
Mehmet Balcı - Dönemem
Ahmet Çelebi - Gazzeli çocuğa
Halis Arlıoğlu - Parlamenter sistem v...
Halis Arlıoğlu - İçimde bir yara var
Murat Yaramaz - Artık yeter
Murat Yaramaz - Masal
Mevlüt Yavuz - Sanma ha!
Cemal Karsavan - Seni düşünürüm
Heybet Akdoğan - Gülsema
Emine Öztürk - Hapis
Zekeriya Yılmaz - Bıraktın
Mehmet Ali Metin - Doğu ve Batı’nın hik...
Yaşar Akyay - Bizim olmayan gemide...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14277194
 Bugün : 844
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 624184
 Bugün : 23
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 85
 121. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim