Duruş Sinan Ayhan Sayı:
111 -
“Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
Belâ mîmârının seçtiği arsa;
Hayattan muhâcir; eşyâdan öksüz?”
Şairin dediği muhâcirlik nerede; nerede biz…
Hayatın, içine nüfuz edemediğimiz ne anları var... Hep öz üzerinde olmak, hep cevherin ikliminde yaşamak bizden ne kadar uzak… Öyle bir dönemeçteyiz ki, çoğumuz; ya olacağız, ya öleceğiz...
Hayatın, hakikatine eremediğimiz nice katmanları var... Öyle bir hal ve devirdeyiz ki; peygamber kıssalarında olduğu gibi ya 7 yıl bollukta, ya 7 yıl kıtlıkta hiç bir hikmete varamadan ölüp gideceğiz...
Hayatın sırrına vakıf olamadığımız o kadar inceliği var ki... Biz, köy ekmeğinin kokusunu ve lezzetini bilen ve fakat pergeli gören nesiliz. Bu nesil, burnunun değdiği yer merkez olmak üzere hem burnunun ucunu, hem burnunun taradığı ufku göremez halde... Pergel, gönye ve iletki gören bu nesil, kendine ödev telâkki edilmiş her türlü inceliği ölçüsüz bırakmıştır...
Pergel gören gözüm, pergel ayağı gibi hareket etti ve zamanı bir daire misali taradı. Geçmişi saydım, sayılabilen yanlarıyla… Saydım, 17 kez bir yerden bir yere ev taşımışlığımız vardı. Bizim aile tarihimiz bile, bir yerden bir yere gitmek üzerineydi.
Atalarımız pergel görmedi; ama su kenarları gördü. Topraklar, tarlalar, ekinler ve filizler gördü. Onlar tabiî filiz gözlü idi. Ve o gözlerle bir canı harman yapan zamanı gördü ve canını imtihan eden ne sıratlar gördü. Belki üç kuşak öncemiz, Rus işgalinden kaçarken, Batı’ya doğru göç resimleri gördü. Elinde yoklukla bir sırattan geçti ve yine toprağına dönmeyi bildi; harmanına devam etti. O bir pergel görmedi, ama bir filize can olmanın hasleti sayesinde, pergelin ayaklarını öteleyen nice zorluklar, göç yolları gördü. Onun muhasebesini adamakıllı yapamasa da, mutlak ölümlere karşı vatanını korumayı bildi. Gelecek nesle bir nasip açmanın vesilesi oldu.
Göç, bir pişme yeriyse, göç bile insan ile dönüştü. Göç, zorluklara, mutlak ölümlere karşı büyük bir umudun, kutlu değişimlerin adı oldu…
Ensar ve muhâcirlik öncelikle bir müminlik remzidir... Yüksek, üstün bir ahlâka işaret aynı zamanda... Ne Ensar, ne muhâcir hiç bir şekilde peygamberine ihanet etmemiş ve hepsi bir lütuf gereği ödül olarak da, buğday başaklarının sırt sırta vermesi gibi hiç bir hal ve şartta çözülemez bir iç içe kardeşliği kazanmışlardır...
Evet, bir skala oluşturursak... Her şey bir göç ile başlıyor... Nesneden kelimeye ve oradan kavrama göç misali… Göç köklü değişimler içindir... Hicret, işte bu değişimlerin ufku...
Benim pergelimin bir ayağı nasılsa, Che Guevera’nın ayak bastığı topraklara battı; kendini o batak içinde işaretledi... Tıp fakültesinden mezun olur olmaz o, 16 bin km’lik bir yolculuk yaptı ve bu yolculuk onda; tefekküre vesile oldu... Tüm Güney Amerika’yı bütün mazlumluğu ile gördü; gezmek için gezmekte olan, sonunda dönüştü; sömürüden kaçanları birleştirmek için yol oldu, yolcu oldu. Bizi insan yapacak bir yol tasviri mi, bizi bir yol yapacak insan tasviri mi Che... Mazlumlar için kaç kilometre yürünecekse, o kilometreler boynumuzun borcudur. Göç, budur.
Ama daha ileri gitmeli...
Yeni kaybettiğimiz, rahmetli Sezai Karakoç “Tanzimat edebiyatı ve hemen ardından gelenler, biraz daha devam etse, ortada bir Türk edebiyatı olmazdı” diyor Edebiyat Yazıları’nda. Yine fikirden fikre göç gerektiren ne kesin bir bilgi, ne netameli bir ihbar... Allah’a ve Allah’ın davasına göçümüzü engellemeye çalışan bir devrin ifşası işte.
Ama yetmez... Daha ilerisini yapmalı…
Bize hicretimizi bulduracak duruş, neredesin… Mazlumlara kanat olacak, gözümüze batmış pergeli bir şifa bakışına erdirecek ve bizi mutlak ölümlerden koruyacak olan hal, dönüşüm… Sen ey “Ensar ve Muhacir”lik mayası, neredesin…
|