Olaylara Bakış - 111 Muhsin Hamdi Alkış Sayı:
111 -
TÜRKİYE MODELİ - KORE MODELİ
Türkiye büyümeyi döviz kuruna tercih etti, bence bu mantıklı bir seçim. 97-98’de Güney Kore yüksek faize dayanan IMF programını uyguladı. Herkes şimdi bu programı eleştiriyor çünkü büyümeyi düşürdü. Uzun vâdede enflasyonu düşürecek şey büyümedir.
Joe Zhang, SBI China Capital
Bu satırların okuyucuları son sayılarımızda ısrarla ekonomik sıkıntılara ve gelmekte olan krize dikkat çekip, çıkış yolu olarak da, üretime dayalı ekonomik modele vurgu yaptığımızı hatırlayacaktır. Beklenen krizle ilk olarak döviz krizi ve enflasyon ve zamlarla yüzleştik ve bir süre daha bu yakıcı etki devam edecek gibi görünüyor.
Klâsik iktisatçılar hükümeti faiz politikası sebebiyle eleştiriyor, hükümet de bu güne kadar uygulanan ekonomik politikaların ülkeyi iflâsa sürüklediğini yüksek faiz düşük kur politikasından vazgeçilip dış ticaret açığının kapatılması ve düşük döviz kuruyla ihracatın arttırılıp ekonomik büyümeye odaklı bir politikaya geçildiğini ve buna “Türkiye modeli” isminin verildiğini kısa vâdede sıkıntıların çekileceğini ama yakın zamanda düzelmenin görüleceğini ifade ediyor.
Bu hususta kanaatimiz ise şudur: Evet Hükümet yanlış yapmıştır amma bu politikaya bugüne kadar geçmeyip bunca yıl ülkeyi üretim değil tüketim ekonomisine ve faize mahkûm ederek yapmıştır! Bu yanlıştan döneceğini söyleyen hükümete desteğimiz – aşağıdaki yöntem muhteva ve liyakat eleştirilerimiz baki kalmakla beraber- tamdır.
Bu tarihe kadar vakıa şuydu: İhracatımız da ithalata bağımlı bir acenteci montajcılık sanayi idi. Yaşadığımız sahte refah, dünyadaki yüksek faiz arayan sıcak parayı ülkeye çekip bununla tüketime dayalı sahte bir cennet meydana getirilmesine dayanıyordu. Ülkece ödediğimiz yüksek faiz ise borcu borçla ödeyip bu ülkenin tüm fertlerinin emeğinin ve ürettiği katma değerin önemli bir kısmının uluslararası tefecilere ödenmesi anlamına geliyordu.
Borç alınan bu paranın hangi sektörlere harcanacağı da ayrı bir stratejik hata idi. İhtiyacın ötesinde lükse, döviz bazında ödemeli yatırımlara betonlaşmaya harcanacak yerde, yatırıma eğitime ve yapısal dönüşüme sevk edilseydi bugün Güney Kore ile aynı anda çıktığımız yolda tur bindirilen taraf olmayacaktık.
Yapısal dönüşüm, ülkenin ihracatında ithalat gerektirmeyen veya nisbî olarak düşük sektörlere yatırım yapılıp devletin bu alanlarda öncü ve destekleyici bazen de müdahaleci olmasıyla çok önceleri yapılması gerekiyordu. Bu ise en başta eğitim sisteminde bir dönüşümle bilişim ve bilişim, yazılım, ARGE ve bilişim teknolojilerine yatırım yapılmasıyla en erken bir nesilde neticesi alınabilecek bir programı gerektiriyordu.
Bu aşamada Güney Kore modelini incelemeye değer buluyorum. Güney Kore doksanlı yıllardan itibaren bizim yapmadığımızı yapıp devlet eliyle otomotiv, teknoloji şirketlerine yatırım yaptığı gibi bilişim teknolojilerine ARGE’ye patentli ürün geliştirilmesine yöneldi. Bunu da eğitim sistemini baştan aşağı üretime ARGE’ye ve dünyada serbest rekabete açık nesillere yönelterek ve ekonomik stratejisini de buna yönelik oluşturarak yaptı. Bugün millî geliri Türkiye’nin dört katından fazla, dünyada kabul edilmiş ileri teknoloji şirketleri sahibi, kişi başına millî geliri 34.000 USD. olan sanat ve kültür ürünleri dahil dünyayla rekabet edebilen bir ülke.
Güney Kore, eğitim, öğretim alanına obsesif ve disipliner bağlılığın neticelerini her alanda alan bir ülke. Okuma yazma oranının en yüksek olduğu, dünyada iş gücünün en eğitimli olduğu dokuzuncu ülke ve PİSA testlerinde altıncı veya yedinci sıraya oturmuş durumda ki, Türkiye ise aynı testlerde maalesef çok gerilerde..
Güney Kore’nin ülkemiz gibi enerji yoksunu olduğunu ve neredeyse tüm hammaddesini ithal etmek zorunda olduğunu da ilâve etmemiz gerek. Türkiye’nin merkezî pazarda bulunması lojistik avantajları, medeniyetlerin neşet ettiği bir coğrafya olup turizm ve tüm bu avantajlı gelir imkânlarından, Güney Kore’nin mahrum olmasını da değerlendirirsek aradaki fark daha net anlaşılacaktır.
Güney Kore modelinin eleştirilecek yönleri yok mu? Elbette var. Güney Kore’nin bu başarısında, insanı robotlaştırıp, mâneviyattan kopuk, intihar oranı yüksek bir cemiyete vücut verip uzun vâdede çöküşe neden olabileceği onların ödemek zorunda olduğu bir bedel. Ayrıca bir toplumda üniversite mezunu insan sayısının gereğinden fazla olmasının insan kaynağını heba etmek anlamında bir hata olması da bir diğer yönü.
Türkiye modeli eğitimi ama mâneviyatlı eğitimi önceleyen, toplum dayanışmasının da korunduğu, ülkenin insan kaynaklarını lüzumsuz üniversite mezunu takıntısıyla heba etmeyip aşama aşama üretime kazandıran, üniversiteleri dünya çağında araştırmalar yapan, eserler veren, mezun ettikleri de kendi alanlarında dünyanın en iyileri olarak bilineceği, ithalata en az bağımlı sektörlerde süratle üretimi büyütmeyi, ARGEyi, Patenti, teknolojiyi, bilişimi kısacası ülke ve ekonomi olarak büyümeyi hedef almalıdır.
Tarihin bu kesitinde, mâdemki adına Türkiye modeli diyerek eski yanlışlardan dönüleceği umuduyla çok acı reçete ve bedeller ödeyeceğimiz bir yola çıkılmıştır; hem kendimizin hem de başkalarının hatalarından ders alıp, Türkiye modelini bir devlet stratejisi haline getirecek kanunî adımları atalım ve fertlerden ve partilerden bağımsız bir devlet politikası haline getirelim.
Muhalefet yanaşır yanaşmaz. Bu yolda sarf edilecek çabada maksat, Türk milletini bu devlet politikasının bir tarafı haline getirmek ve millî kurtuluşa ikna etmek olmalıdır.
Cumhurbaşkanlığı politika kurulları, hükümet, meclis ve tüm sivil toplum örgütleriyle çalışıp, her kesim ödeyeceği bedeli katlanacağı çileyi bileceği ve kimseye ayrımcılık yapılmayıp tüm krizlerden sonra olduğunun aksine bu kez varlıklıların daha varlıklı fakirlerin daha fakir çıkmayacağı yeni bir düzen inşa edildiğinin kanunî garantilerinin de verildiği bir devlet politikasını tarihe derç edelim.
|