Misâlsiz Yaratandan Kuluna Düşen Hisse Ekrem Yılmaz Sayı:
115 -
El’Halik, Yaratıcı olan Allah’ın güzel isimlerinden El’Mübdî Celle Celâl, Misâlsiz Yaratıcı demek. Yarattıkları yok iken onları varlık âlemine çıkarıyor; zerreden kürreye, örneği yok iken bütün kâinatla beraber içimizi, dışımızı donatıyor. En mükemmel bir şekilde hem de… Eksiği ve fazlası olmadan. Yani daha iyisi, daha doğrusu, daha güzeli olamazdı. Olan en mükemmel: En güzel, en doğru, en iyi… Yaratan da El’Musavvir: Şekil Verici Kâmil Zât: Eksiği ve fazlası olmayan Kâmil Kudret… Sübhanallah. Sadece yaratılanları değil, işleyişi de öyle yaratıyor ki; bütün canlıların hücre yapısından organ fonksiyonlarına, duygularından ruhî yapısına, aklından zekâsına, yer katmanlarından gök katlarına, ay ve güneşten yıldızlara, Kürsîden Arşa, dünyadan ahirete her şey en mükemmel yörüngesinde yüzüyor. Her şey yerli yerinde: El’Hakîm’in eseri… Ay-Güneş, gece-gündüz, yer-gök, madde-ruh, insan-cin her şey kuşatılmış. Ve her şey itaatte… Çizgiden çıkma lüksü yok hiçbir şeyin. İllâ insan… O da kendini hür zannederken bile kuşatılmışlık içinde gafil… Ve bir imtihana tabi tutulduğundan, her şey onun için yaratıldığından itaat ve isyan etmesine müsaade edilmiş. Ama isyan ederken bile birçok zorunluluktan dolayı kuşatılmışlığının dışına çıkamaz. Hikmetine binaen onu imtihana tabi tutmuş. Mahdut zamanda mekânı emrine vermiş. Kendisinin, Vasıtasız İcat Edici-El’Bedî olarak varlık sahnesine çıkardığı kâinatta ona da imkânlar vermiş. O da ilk andan itibaren beldelerin imarı için kolları sıvamış: Binalar, piramitler, kitabeler, anıtlar, yer altı şehirleri, saraylar, şatolar, mâbetler, muhteşem kapılar, kubbeler vs vs. toprağa kondurmuş.
Medeniyetler şahsiyetlerini belli vasıtalar ile görünür kılmışlar. İçindekini dışarı yansıtmışlar. Kâbe’nin inşaası, Mısır’ın piramitleri, Selçuklu’nun kapıları, Bizans’ın Ayasofya’sı, Osmanlı’nın kubbeleri, Endülüs’ün El Hamra’sı gibi… İnsan elbette misâlsiz inşa edemez, Misâlsiz Yaratan ancak Allah… Mimar Sinan Ayasofya’yı görüyor, hattâ onarıyor ve öyle bir eser vereyim ki, kıyamete kadar yaşasın ve Ayasofya’yı da aşsın, diyor. Ve Süleymaniye’yi inşa ediyor büyük Mimar. İçini dışa öyle yansıtıyor ki, kubbe büyüklüğü, ihtişam ve birçok başka mimarî özellik olarak Ayasofya’yı aşıyor. Şu modern zamanda bile yapıların ömrü yüz yıl olarak öngörülürken o muhteşem Süleymaniye zamana meydan okuyarak yüzyıllardır ayakta ve bin yıllara yürüyecek inşallah.
Şimdi bugünün mimarîsi ne durumda diye soracak olursak, cevabı olan var mı? Bir örnek, bir şaheser, bir icat?
Mahcubuz: Yok!
Niçin?
Bir eser, özelde bir mimarî yapı, öncelikle insanda ve cemiyette şahsiyet ister. Sinan’ın içi-dışı donanımlı, yaşadığı cemiyet mükemmele yürüyen bir toplumdu. Devrinde her sahada san’at ve ilim zirvedeydi. Her istidat kendisi ile yarışıyor; hoş seda ve eserler bırakıyordu. İçi ve dışı donatılmayan, madde ve ruh olarak doymamış insan neyi becerebilir ki. “Dış hareketler, iç bereketlerin doğurucusu” ve “asıl hayat ruhta, iç çizgilerde” bilerek “yaşanmaya değer hayata” ulaşmadan mimarîde değil sadece, hangi sahada veya san’at dalında kalıcı bir iz bırakacak eser verilebilir ki?
Bugün belki mimarlar var akademiden diplomalı, ancak muhteşem mimariden eser yok! Neden? Evvela Sinan olacak ki, Süleymaniye, Selimiye doğsun. Sinan nasıl olunur? Evvela bunun cevabı bulunmalı değil mi?
Bu toplum muhteşem kapılardan girdi, kubbeler kurdu, fakat bugün minareden düşmüş yere serilmiş vaziyette…
*
Ustada kalırsa bu öksüz yapı
Onu sürdürmeyen çırak utansın!
Çıraklar nerede? O muhteşem kapılardan ve kubbelerden sonra şimdi sıra nede? Bilmiyoruz. Çünkü biz “güneşi ceketinin astarı içinde kaybetmiş” bir cemiyetin fertleriyiz. Gerçek donanıma ulaşmadıkça, iç ve dış olgunluğa ermedikçe ne Sinan, ne Bakî, ne Fuzulî, ne Yunus, ne Mevlâna, ne de bir Dede Efendi çıkar içimizden. Önce “yaşanmaya değer hayat” yaşanır sonra muhteşem verim ve ürün: Eser verilir. Esas gaye de o eseri vermek değildir zaten. Esas gaye olunmasını gerekeni olmaktır: “İnsan” olmak… Olunması gerekeni olunca da, “işini en iyi yapan insan” elbet mükemmele yürüyen eserleri döktürür: Şaheserini verir! İnşallah önce o iç donanıma, o edebiyata, o tefekküre ulaşarak, kaybedilen güneşi yerine asmaya cehd edilecek ki, ertesi güne yeni bir güneş doğsun.
Biz misâlsiz yapan değiliz elbet, ama örneklerimizi anlar ve alırsak başarırız. Örneklerimiz önümüzde! Onun için düşünelim, yazalım, çile çekelim, içimizi dışımızı donatalım; yeniden şahsiyetimizi kazanarak işini en doğru yapan insan olalım, eser doğacaktır Allah’ın izniyle…
*
Müjdemiz hazır:
Yarın elbet bizim elbet bizimdir
Gün doğmuş gün batmış; ebet bizimdir.
|