Toku?ma Fatma Pekşen Sayı:
56 - Nisan / Haziran 2007
Yarıdan çoğu duru su olan üç "Arslan sütü", sisler gerisinden mavili morlu heybetiyle, biraz da hiddetlice duran Delidağ’ın zirvesini objektife alır vaziyette "Bayramın şerefine" nidasıyla tokuştu. O, boz bulanık mayi, biri çalı süpürgesi gibi, diğeri üstü kızarmamış kol böreği gibi, diğeri terleyip duran bakır kırmızısı bir et parçası olan üç bıyıkla buluştu, tellerin bir kaçını da ıslatarak gırtlaklara doğru yaka yaka indi. Çalı süpürgesinin altındaki anason kokulu oyuğa, çatala takılı, kibrit kutusu büyüklüğünde beyaz bir dilim peynir, kızarmamış kol böreğinin altındaki yer yer çürüklerle dolu deliğe, iri iki parmağın ucunda sucuk parçası girdi. Sabah saati çayırları gibi çiğ tanelerini barındıran –büyük ihtimalle köse olan– kırmızı derinin altına da bir adet fındık içi, hedefini bulmuş futbol topu hızlılığında dalış yaptı. Günlerdir, fırça-macun yüzü görmemiş rengi belirsiz dişler, arpasını öğüten atın iştahıyla takırdayadursun, kirpik dipleri kızarmış, aklarına kan yürümüş, bulunduğu haneyi terke çalışan, lokma gibi kubbeler mânâsızca orayı burayı tarıyor, işlerine gelen yerlerde beyinlerinin deklanşörüne basıp hafızalarına nakşediyorlardı. Koca şişeyi yarılarken iki kez hacet gideren kafadarlardan biri, her zaman ceberrut görüp, yanına yanaşmadıkları, köyün pek de aklı üstünde olmayan kara kuru kocakarısına, "Ulan ne gözler var bunda!.. Gençliğimde neredeydin sen?.. Bekâr olsam seni alırdım... Şundaki endama bakın, Karaman koyunu gibi mübarek, kuyruğa bak, salınmaya bak." diye methiye dizerken, bir diğeri, kupkuru, hem de tek dal ağacı olmayan Öğlekayası’na doğru elindeki "Can ilâcı"nı uzatıp, "Manzaraya bak be!.. Burası dururken, Marmaralara, Egelere, Akdenizlere gidilir mi?" diye güzellemede bulunuyor, üçüncüsü sofrayı ziyarete gelen, siğilli sırtıyla yeşil yeşil hoplayan kurbağaya "Kuğu gölü balesi" yapan balerin bacakları yakıştırması yapıp kendinden geçiyordu. Az ötedeki Bokludere’nin rengine benzeyen üç bulanık bakış, sık sık önlerindeki su dolu çukura çevriliyor, başında beyazlı grili yaldızlarla harelenen, yeşil atlastan bir hotoz örtülü olan ördeğin, sudaki yüzüşüne sabitleniyordu. Çalı süpürgesi bıyıkların altındaki morumsu kırmızı iri dudaklar ayrıldı, "Bunu da, bugün halledelim" sedası yayıldı. Kırağı dökmüş bakır rengi derinin altından, "Yavruları amma güzeldi ha!.. Tadı damağımda hâlâ" diye şapırtılı, cevabî bir ses yükselirken, kızarmamış kol böreğinin altındaki, ince, çizgi halindeki dudak ise, sağ elinin beş parmağını büzüp, ağzına değdirerek, hiç ses çıkarmadan "Harika" işaretiyle cevap veriyordu. Ördeğin, İskandinav ülkelerinden tatil için gelip, kızgın Akdeniz güneşinde, sıcak deniz görüp gevşeyen cilveli bir turist kızdan farkı yoktu. Turuncu gagasını suya daldırıp çıkarıyor, kanat çırpıyor, halkaları yara yara kıyıya kadar geliyor, göz süzüp gerdan kıran konsomatris gibi dumanlı kafalara doğru davetkâr pozlar sergiliyor, "Gelin beraber yüzelim" mesajı vermeye çalışıyordu.
* * *
Çalıştıkları şantiyeye çok yakın olan bu yer, bahar aylarında yatağına sığmayan derenin, bir müddet ev sahipliğini yaptığı, inşaatlara, şantiyelere kum lâzım olduğunda baş vurulan bir mevkiiydi. Kum çıkarılan yerlerdeki oyuklara, yağmur, sel sularının dolmasıyla oluşan minik göllere bulunmaz bir nimet gibi koşan ördekler, canlı bir hava katıyor, neşelendiriyorlardı. Yakındaki köyün mü, şantiyedeki çalışanların besledikleri mi olduğu belli olmayan ördekler, bazan grup halinde gölcüklere geliyor, pikniğe gitmiş tazeler gibi bağrışa çığrışa eğleniyor, cilvelenip kalçalarını ata ata, kırıta kırıta uzaklaşıyorlardı.
***
Nazlı nazlı yüzerken, arada bir dönüp adamlara bakan hayvan bir noktaya gelince durdu. "Gelin beni yakalayın" dercesine beklerken, gözlerinde tuhaf bir parıltı yandı söndü. Ortada ördek, etrafında, buğulu bardaklarına yağlı yağlı eşlik edecek bud kızartması hayaliyle dolu olan üç adam, aynı anda halkanın en dar yerinde suya doğru, tokuşarak hamle yaptılar. Çırpınmalar, kanat şakırtıları, sesler, sudaki binlerce damlacığa eşlik ediyor, Delidağ kızgın kızgın bakıyordu, lök gibi kurulduğu sisler gerisinden.
***
Hayvanın diz boyunu geçmeyen suda, kepçelerin yeni oyduğu, en ortada bulunan, kuyu derinliğindeki çukuru hesaplayıp, adamları oraya nasıl çektiğine sadece Delidağ şahit oluyor, yüzme bilmeyip, arka arkaya dibi boylayan üç kişinin mat oluşuna acımıyor, ufku saran nar çiçeği bulutların da desteğini alarak ana ördeğe hak veriyordu.
|