Liyakat - Taşın Altına Elini Koymak Nedir? Ekrem Yılmaz Sayı:
116 -
-I-
Kardelen Dergisi yayın kadrosu elinizdeki bu 116. sayısında önce destanlarımızı ve masallarımızı ele almaya niyetlendi. Sonra Diyarbakır Annelerini konu etmeyi teklif edenler oldu. Düşünüldü. Derken… Acı buldu bizi: DEPREM oldu. Yıktı geçti, 6 Şubat 2023’te Türk yurdunu. Dünyada şimdiye kadar eşi benzerinin görülmediği söyleniyor. Art arda iki deprem: 7,6 ve 7,7 şiddetinde… 11 ilimizi yerle bir ederken, birçok ili de; köyü, kasabası ve şehir merkezleri ile sarstı, korkuttu.
Yıktı geçti…
Deprem şiddetiyle maddî olarak yıkıp geçerken, acaba millet olarak biz yıkıldık, bittik, tükendik mi? Bu soru bir kenarda dursun şimdilik. Fransız dergisinin karikatürüne video karikatürüyle cevabı verilmiştir ve yazılan destanlarla da verilmeye devam edilmektedir, edilecektir. Türk, hep küllerinden yeniden doğmayı bilmiştir, yiğit hep düştüğü yerden kalkmıştır.
Sözün bittiği yerdeyiz. Yaşanan acıları anlatmaya kalemimiz güç yetiremez. Üstâd Necip Fazıl uzun yıllar önce “söz yalama oldu” demişti. Duyarsızlıkların isyân ettirdiği hâl… Ve “his iptali” diye de bir yazısını hatırlıyorum. İşte bugün yalama olmayı da ileri taşıyan, sözün bittiği yere geldik. Allahtan, hamdolsun his iptaline henüz bütün şubelerimizde uğramamışız ki, milletimiz dayanışma, yardımlaşmada destanlar yazıyor. Neler yaşandı, yaşanıyor neler: Ne mucize (!) diye ifadelendirilen ibretlik görüntü, söz, davranış, acı, dram yanında iftihar tabloları, sahneleri… Hüzün, acı; sevinç, iftihar iç içe geçmiş: trajik olaylar. Anlatmakla bitecek cinsten değil. Birçoğunu gözyaşları içinde izledik, duyduk, dinledik, anlattık. Üzüldük sözü içinde bulunduğumuz hâli ifadede yavan kalıyor. Nelerdi onlar? Hepsini anlatmaya, yorumlamaya kalemimizin takâti yok. Sütûnlarımız almaz. Daha da neler duyacağız kim bilir? Ne destanlar yazılacak daha… Sonu yok da yine de birkaç levha ve unutulmaz ânı hatırlayalım:
Enkazdan çıkan küçük çocuğa soruyorlar: “Aç mısın? Su ister misin?”, “Hayır. Beni abla doyurdu. Hem yedik hem oynadı benimle…” diye cevap veriyor. Böyle bir sahnenin senaryosu yazılabilir mi?
Kurtarılan bir hanım enkazdan çıkarılacağı zaman “bana başörtümü uzatın, öyle çıkayım.” diyor, öyle çıkıyor. Dünya izledi.
Kızına bir daire hediye etmiş anne, deprem sabahı o dairenin bulunduğu binanın enkazı önünde, göstererek: “Kızım bu yığının altında” diyor.
Kısa süre önce kiracısına ya kirayı artır ya evimden çık diyen ev sahibi ile kiracısı enkaz önünde yakılmış ateşte beraber ısınıp beraber çorba kuyruğuna giriyorlar.
Erzak dağıtılırken: “Bu bana yeter biraz da benden sonrakine ver.” diyen tok gözlü insanımız.
“Allahtan şer gelmez O’ndan ne gelirse hayırdır. Bu depremde de bir hayır vardır.” diyen depremzedeler.
20 saat uğraşılıp, kolu kesilmesin diye sütûnu kesip kurtarılan 24 yaşındaki bir kızın 3 saat sonra vefat etmesi.
Bir annenin “önce beni kurtarın”, kızının ise “önce beni kurtarın” feryâtları…
Yıkımdan dolayı yöresini terk etmeye hazırlanan genç insanlara daha yaşlıların “buraları terk etmeyin, şehrinize sahip çıkın” yalvarmaları…
Ölmüş kocasını gören kadının: “Depreeemm Allah senin belânı versin!” isyânı…
Dört oğlu enkaz altında olan bir babanın kurtarma ekibine: “En azından birini kurtarın” diye seslenişi ve dördünün de öldüğünün anlaşılması…
Dışı makyajlı binaların ufalanan iç duvar ve kolon malzemelerinin un ufak olmuş durumlarının avuçlarda gösterilmesi. Malzeme hırsızlığının gün yüzüne çıkması.
Alt, üst, yan komşusunun kim oldukları sorulduğunda “bilmiyorum” cevabı veren komşular.
Termal kameraların ne kadar işe yaradığı ve işleri kolaylaştırıp hızlandırdığının anlaşılması.
Yapılarını iyi mühendis ve ekibine yaptıran ile; kötüsüne yaptıranın turnusol kâğıdı gibi gerçeği göstermesi…
Market ve mağazaları yağmalamaya kalkan ile karşı çıkanların sahne aldığı görüntüler.
Bölgede iki hafta boyunca para harcanabilecek hiçbir yerin olmaması ve elini cebine atmaya lüzum görmediği süreç.
Belki ilk defa İslâm diyarının bir şehrinde iki hafta boyunca ezan sesi duyulmadığının ifade edilmesi.
En eski bir tarihî eser olan Habib-i Neccar Camii’nin yıkılması.
Türkiye’nin yatay mimariye geçmesinin gerekliliğinin tartışmasız gün yüzüne çıkması.
Sağlam ve muhkem olmayan gevşek zeminlere imar izni verilmemesi gerektiğinin anlaşılmış olması.
Olası bir İstanbul depreminde korkunç manzaranın hayallerde canlanması.
Bu topraklarda yaşayanların depremle yaşamayı göze almaları gerektiği; ancak nasıl sorusuna cevabın henüz bulunmadığı.
Tam bu noktada liyakatten söz etmenin yeri geldi: Yazımızın başlığı “İŞİNİ GÜZEL YAPMAK”. Kim işini güzel yapar? Elbette o işin ehli işini güzel yapar. İşin ehli kimdir? Elbette işi en iyi öğrenmiş, donanımlı, bilgili, tecrübeli insan! Buna ne diyoruz, adı ne?
Liyakat!..
İşte bu konuyu Kardelen Derginiz bir sene önce 112. sayısında kapak yapmış, yazarları konuyu ele almışlar, tefekkür etmişler, anlatmışlar. Burada dergimizin sahibi Ali Erdal hocamızı, derginin editörlerini, Sinan Ayhan’ı anmalıyım. Bilhassa Sinan Ayhan’ın Liyakatin Kökleri ve İlkay Coşkun’un Liyakatin Gücü makalelerini ibretlik buluyorum. Diğer yazılar da bu konuyu işlemiş. Üzgünüm uzun alıntılara yerim yok ama Ali Erdal hocamız 112. Nisan-Haziran 2022 sayı sayfa 8’deki sohbet yazısının son paragrafında şöyle söylüyor: “Allah işini güzel yapanı sever, hele bir de dikkat ve titizlikle en güzeli ortaya koymaya çalışırsa… Değeri ne olur?”
-II-
Destanlar da yazıldı. Yazılmaya devam ediyor.
Türkiye maddî mânevî bölgeye aktı. Aynî, nakdî her türlü yardımı yağdırdı. TIR filoları yolları doldurdu. Daha ilk akşam Kütahya’dan iki TIR doldurulup yollandı.
Kurtarma ve gönüllü ekipler dört elle sarıldılar enkazdan can kurtarmaya.
Tüm televizyon kanalları iki hafta boyunca başka yayın yapmadılar.
Ortak yayınla organize edilen yardım kampanyası ile bir gecede 150 milyarı bulan yardım toplandı.
Başkan Erdoğan’ın her depremzedeye 10 bin nakdî, 15 bin taşınma ve bir yıllık kira yardımı müjdesi.
Ayrıca evini kaybedenlere bir yıl içinde bir konut verme sözü…
Ve ilgili bakanın TOKİ marifetiyle Mart 2023’te inşaatlara başlanacağını duyurması.
Birçok zenginin yanı sıra Selçuk Bayraktar’ın, BAYKAR adına 1000 konut hediye edeceğini duyurması.
İslâm ülkelerinin yanı sıra BM ile beraber 89 ülkeden gelen yardımlar.
Gözyaşları sel… Siz tutabildiniz mi? Hâlâ tutabiliyor musunuz gözyaşlarınızı?
-III-
Şimdi MUHASEBE:
Kardelen Dergisi yayın hayatı boyunca 32 yıldır şu prensipleri, Peygamber buyruklarını bıkmadan usanmadan yazı, şiir ve sohbetlerinde dilinden düşürmedi:
Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır.
Az da olsa iyi işin sürekli olanı makbuldür.
Allah işini güzel; dikkatli ve titizlikle yapanı sever.
Genel olarak bunlar çok şey söylüyor olsa gerek. Hususî olarak da liyakate ayrılmış sayıda sayılan vasıfları kazanmış insanların toplumunda yaşasaydık, acaba bunlar başımıza gelir miydi?
Başımıza bu âfet niye geldi? Ne yaptık da oldu? Ne yapmadık da oldu? Neyi daha iyi yapsaydık hasar ve yıkım olmazdı veya en az olurdu? Bundan sonra ne yapmalı, neyi nasıl yapmalı, neye dikkat edilmeli, hangi kurallara uymalı ki hasar ve kayıp olmasın! Elde olmadan olursa bile kaybımız en az olsun.
Aslında herkes bunların cevaplarını biliyor. Depremde nasıl davranılacak, kurtarma, âcil durum çantalarında neler olacak? Konutlar nereye, nasıl ve ne vasıfta yapılacak vs. vs. eğitimin şart olması malûm. Bilinçlenme şart…
-IV-
Demek ki esas mes’ele: “İnsan” olma ve “ahlâk” meseledir. Bu hallolmadan hiçbir şeyin yoluna girmeyeceği, düzelmeyeceği düşünenler tarafından hep ifade edilmiştir: İnsan olmalıyız. Yaptığımız, yapacağımız işe lâyık olmalıyız. İşin başına liyakât ehli fertler geçmeli, geçirilmeli, seçilmeli!
Kanun ve yönetmeliklerde dünya standartlarından aşağı olmadığımız jeolog, mühendis ve siyasetçiler tarafından dile getiriliyor. Ahlâkî ve vicdanî kurallar da dinî kitaplarda dizili.
O zaman ne kalıyor geriye?
Bunlara uymak ve uygulamak! Yani mes’ele İNSAN olmak ve AHLÂK meselesidir.
Vesselâm…
|