Ruh ve Musikî Kadir Bayrak Sayı:
117 -
“Sâf mânâsıyla musiki ve bilhassa insan sesi (semâ), İlâhî tefekkür ve tahassüse hizmet ettiği, sır ve hikmetleri düşündürdüğü nispette helâle, göbek ve nâra attırmaktan ibaret kaldığı çapta da harama kaçar, iki kutuplu bir sanattır ve bu kıstas içinde İslâmîdir.”
(Necip Fazıl, İman ve İslâm Atlası, Musikî, 312)
Ruhun hafızası olur mu…
Hüzün, mutluluk, ayrılık, kavuşma… Bu duyguların en yoğun olduğu demlerde idrak ettiğin bir an; evladını kucağına aldığın, annenin bedenini mezarına koyduğun ilk “an” mesela, ruhunun hafızasında bir daha silinmeyecek şekilde yer ediyor.
Benzer duyguların tesirindeyken aldığın bir koku; bütün aile beraberken soğuk bir kış sabahında sobada kızarttığın ekmeğin, gurbette sıla özlemi çekerken yağan yağmur sonrası uzaklardan gelen toprağın kokusu unutulmuyor.
Akıp giden zaman içinde senin için ehemmiyetli anlarda duyduğun bir melodi, müzik parçası da unutulmazlar arasında yerini alıyor; üniversite sınavındayken uzaklardaki düğünden kulağına çalınan bir melodi, ameliyata girerken hemşirelerin açtığı radyodan duyduğun bir parça, asker ocağında hafta sonu iznine giderken bindirildiğin araçta sürekli dönüp duran kasetteki eserler… İlerleyen zaman içinde o melodi, o tını, o sesi bir kez duyman bile unuttuğunu zannettiğin günlere alıp götürüyor, ruhunda açılan pencerede o an’ı bütün gerçekliğiyle yeniden yaşıyorsun.
Ruhun, hafızası olur…
Müzik de o hafızanın kuvvetli bir parçasıdır, çünkü unutulmayan anlar, koku gibi müzik de ruha hitap eder…
Kâinatın bir düzeni, bir matematiği olduğu gibi ruhunun da olduğu muhakkak… Onun ruhunun bir parçasını da musikî teşkil ediyor. Bu sebeple denizin, dağların, ormanın, rüzgârın musikîsini duyuyor, duymak istiyor ve hayran oluyoruz. Ruhlar arasındaki yakınlık…
İnsan ruhu, sonsuzluğu temsil eden göklere hasreti sebebiyle bütün kuşlara yakınlık duyuyor ama sesi güzel olanlarını yanından ayırmamak ve sürekli duymak için kafese mahkûm ediyor.
Ruhu incinen, hasta olan hemcinslerini musikî ile tedavi ediyor. Bunun için yeni yeni musiki makamları icat ediyor, her makamı ayrı hastalıkların şifası için kullanıyor.
Makam ile yürüyen deve ve at gibi hayvanlara evinin en yakınında yer veriyor, onlara hanesinin bir ferdi gibi muamele ediyor, haklarında şiirler, kitaplar yazıyor.
Allah kelâmının, Cibrilî Emin’in, emin meleğin El-Emin’e (sav) indirdiği kitabın güzel sesle okunmasını arzu ediyor.
Dünyada, Sevgiliye (sav) sevdirilen üç şeyden namaza davetin, güzel sesli müezzinlerin sesinden yapılmasını istiyor. Yetinmiyor her vakit namazının ezanını, o vaktin ruhuna uygun bir makamla okunmasını icat ediyor. Hatta Cuma namazı vaktini ihtar eden sâla ile vefat haberini duyuran sâlanın makamlarını bile ayırıyor.
Ve bugün… İlmin, teknolojinin sınırlarını zorladığı zamanımızda laboratuvar kesinliğiyle anlıyoruz ki bu icatların hiçbiri boşa değil. Müziğin, bırakın ruhu hücrelere bile müspet veya menfi etki ettiğini ilim adamları söylüyor.
Bir bardak suya dinletilen güzel sözler, huzur veren musikî suyun moleküllerini müspet yönde değiştirirken, kem söz ve müzik molekülleri alt üst ediyor.
Evdeki çiçeklere şarkı, türkü söyleyen Anadolu analarını yadırgayan, hafife alanlar, bugün bitkilerde de müziğin etkisini ispat eden ilmî tespitler karşısında mahcup oluyor… Ninniyle büyüyen çocuklar, emsallerine göre hayatta daha başarılı oluyor.
Seçimlerde bile doğru müzik tercihi seçim kazandırıyor. Akılda kalan müzikler, seçimi kazanan siyasî partilerin müziği oluyor ne hikmetse…
Şehitliği ahiretin, gaziliği dünyanın en büyük rütbesi bilen millet, cihada giderken ordusunun önüne mehteranı koyuyor.
Kendi bâtıl inanışlarının emrinde bir dünya kurmak isteyenlerin müziği dehşetli bir silâh olarak kullandıkları, daha pek çok şeyle olduğu gibi müziği de kullanarak nefsi ve nesli ifsat ettikleri su götürmez gerçek.
İyi insanların iyi atlara binip gittiği medeniyet çevremiz, her şeyle birlikte müziğin de tefekkürünü yapmak ve yarının dünyasındaki yerini tayin etmek zorunda…
|